Ali Engin Yurtsever: Fırtınayla Savaşanlar

Yazarlar

“Yolun düşerse kıyıya bir gün

  ve maviliklerini enginin 

  seyre dalarsan,

  dalgalara göğüs germiş olanları hatırla,

  selamla, yüreğin sevgi dolu

  çünkü onlar fırtınayla savaştılar 

  eşit olmayan savaşta 

  ve dipsizliğinde enginin yitip gitmeden

  sana limanı gösterdiler uzakta”

                                         /Beranger/

*

         Bazı düşünceleri yazıya dökmek çok zordur. Kelimeler bir alev topu gibi i̇nsanın beyninde döner durur. Düşündükçe yanar insan. O düşünceden kurtulmak istese de kurtulamaz. Ömrünün geri kalanında hiç beklenmedik bir anda aklına gelecektir o düşünce. Kim bilir belki de ağız dolusu kahkaha atarken birdenbire susacaktır, veya nedensiz dalıp gidecektir nereye baktığını bile bilmeden. Ne yazılırsa yazılsın hep “eksik” kalacağını bilmenin verdigi düşünce ve duygu insanı yaralar. Aklınıza gelen “Artık yok” düşüncesi bir yaraya dönüşür ve bilirsiniz ki yaralandınız ama henüz nerenizden ve ne derece yaralandığınızı bilmiyorsunuzdur. Yaranız sessizce kanar ve içinize akar. 

          Şehadetleri açıklanan Rıza Altun ve Ali Haydar Kaytan’ın geride bıraktıkları duygu ve düşünce bu oldu. Açıklanmanın gecikmesi bir yana Kürt halkında yarattığı keder tartışılmaz derecede ağır ve katlanılması zor oldu. Bilenlerin bile kabullenemediği bu “yokluk” hissi, yeni öğrenenleri de aynı duyguyla etkisi altına aldı: Kabullenememek…

        Kolay değil; gençliklerinin ilkbaharında yüzünü dağlara çevirmek ve bir ömrü gökyüzünü yorgan, yeryüzünü döşek yapıp yaşamak. Kolay değil; fırtınaya, kara, yağmura ve soğuğa dayanabilmek. Kolay değil; bir başkasının elini sıcak sudan soğuk suya sokmadığı ama “akıl” vermekten çekinmediği bir coğrafyada, bir derviş gibi mücadeleye devam etmek. Kolay değil, hayatın rahatlığından vazgeçebilmek. Ancak hakikatın yoldaşlığına erişenler yaşadıkları her zorluğu gülerek, sabırla ve inançla geçip gittiler. Uçsuz bucaksız uçurumlar, başı göklerde olan dağlar, zifiri karanlığa bürünmüş zindanlar engel olmadı. Belki de en kolay olmayani kendi halkının bile inanmadığı bir mücadeleye inançtan başka hiçbir gücü olmadan girişebilmekti. Hakikati arayanların dünyasında hakikati kavramışlardı. Kana kana içsinler diye hakikati, bir pınar gibi ellerini açarak insanlara uzatmışlardı.

Çünkü biliyorlardı ki hakikatı kavrayan insan bir daha günlük telaşların peşinde koşturmaya vakit harcamaz, çünkü o artık güneşi avuçlamıştır. Şimdi o yüreği milyonlarla paylaşmanın zamanıdır artık. Onlar da, diğer yoldaşları gibi Kurdistan Özgürlük hareketinin dervişleriydiler. Yalancı bir tarihe karşı haklı bir itiraz, kendisi olmaktan vazgecirilmiş, vazgeçmiş halka kendisi olması için bir emek, kapkaranlık bir yaşamın içinde hakikat yolculuğu ve o hakikati insanlığa sunmak cabasındaydılar. Bu nedenle karanlıklar bütün güçleriyle hakikate ve hakikat yolculuğuna çıkanlara karşı saldırıyorlar. Ancak bilinen bir gerçektir: bir kibrit çöpünün yanması bile koskocaman bir karanlığı dağıtır, tıpkı hakikata ulaşan diğer yolcu Mazlum Doğan’ın kibrit çöpü nasıl ki, Amed zindan karanlığını dağıttıysa ve günümüze kadar geldiyse biliyoruz ki o kibrit çöpünü miras olarak alıp bize bıraktı heval Fuat ve heval Rıza…

       Şimdi Kurdistan topraklarında gömülü değil, halkın yüreğinde yaşıyorlar. Onları kimin şehit düşürdüğünü biliyoruz. Sömürgeci katiller tarafından, ülkelerinin kurtuluşu için şehit düştüler.

  Vurulan biri vurulduğunu ilk anda hissedemez. Kanının akarken tenine değen sıcaklığını anlar anlamaz refleks olarak elini yarasına uzatır ve kanamayı hissedip durdurmaya çalışır. Gözleri yarasının ne denli büyük ve ağır olup olmadığını araştırır. Şehadetlerinin açıklanmasından sonra elimiz kalbimize uzandı ve o yaranın ne denli büyük ve ne denli kapatılamaz olduğunu-bütün şehitlerimizde olduğu gibi- kapanmayacağını bile bile elimizi kalbimizin üzerinde tutmaya devam edeceğiz. 

    

İlginizi Çekebilir

Behice Feride Demir: Orhan Kotan’dan Birkaç Dize
Rusya Ukrayna’da bir minibüsü vurdu: 9 ölü

Öne Çıkanlar