Ali Engin Yurtsever: Halkların Kardeşliği Üzerine-3

Yazarlar

Neredeyse genelleşmiş bir tutum haline gelen düşünüş ve davranış biçiminin dışına çıkmakta zorlanıyoruz. Yaşadığımız acilar, uğradığımız soykırımı, adalet ve hak isteğimizi dile getirirken “mazlum” dilinden yola çıkıyoruz ve biz kendimizi böyle tanımladığımız zaman karşımızda da hakim bir dil oluşuyor, bize karşı her türlü aşağılamayı, hakareti ve yok saymayı doğal bir hak olarak görüyor.

Süreç içinde benimsenen bu “doğal hak görme” zamanla kendiliğinden oluşan haklılık ve ezilmesi gereken bir düşman yaratıyor. Kuşaklar kendilerine devredilen bu ilişki tarzını olduğu gibi kabul edip bunun üzerinden bir üst kimlik, bir efendi ve bir köle ilişkisi kurarak geleneksel tavrı sürdürüyorlar.

Bu duruma karşılık gelişen baş kaldırıyı ise “ezilmesi gereken bir yılan başı” olarak görüyorlar. Bunun üstüne tarihsel “ya diz çökme ya da diz çöktürme” kodlarını da eklediklerinden kaynaklı ne demokratik bir kültür geliştirmeye ne de empati kurmaya yatkın oluyorlar. Bugünün nesnel gerçekliği kabaca böyle ifade edilebilir.

Nesnel gerçeklik kabul edilmeyebilir mi, elbette. Toplumlar veya bireyler kendilerine hayalden bir gerçeklik yaratıp, ona inanabilirler ve nesnel gerçekliği de kendi inandıkları gerçekliğe dönüştürmek isteyebilirler, bu çokça rastlanılan bir durumdur.

Bu nedenle Türk halkı tanımına giren güruh böyle bir ruh haliyle kendilerine ait bir yaşam sürmekte, kendi maddi gerçekliklerinden ayrı, var olan nesnel gerçekliği reddetmekte, bu gerçekliği önlerine çıkaranları da yok edilecek bir düşman olarak görmektedirler. Başlarına gelen her şeyi “dış güçlerin” oyunu, üzerinde yaşadıkları toprakları ezeli yurtları sanmakta ama nedense ezelden beri de içine düştükleri yoksulluğu, görece özgür ve günümüz dünyasından soyutlanmayı da bir türlü sorgulamamaktadırlar. Çünkü önceki kuşaklardan kendilerine devredilen bu gerçek dışı gerçeklik doğal bir yaşam biçimi haline gelmiştir.

Hiçbir halkla eşitlik kavramı üzerinden bir ilişki kurmak akıllarına gelmemektedir, çünkü uydurulmuş tarihlerinde eşitlik kavramı yoktur. Osmanlı torunları olduklarını söylerler ama Osmanlı’nın Türklere bakışından habersizdirler. Ziya Gökalp “Türkçülüğün Esasları”kitabının 27. sayfasında Osmanlı’nın Türkleri “millet-i mahkure” yani “aşağı ulus” olarak gördüğünü hatta daha da ileri giderek “eşek Türk ”dediğini yazar. Genel olarak bilinen tabiri ise “etrak-ı bi idrak”, “ akılsız Türk” olarak günümüze kadar gelenidir.

Öte yandan Araplara güvenmezler, sevmezler çünkü onlar da kendileriyle eşit değildir, “sırtlarından hançerlemiştir”. Bulgarlar, Rumlar, Kürtler, Süryaniler….. hepsi Osmanlı’ya ihanet etmiştir, (burada garip bir sekilde Osmanlı’nın sahiplenilmesi öne çıkar) ama bir anlık basit mantık yürütülmesi bile gerçeği gözler önüne serer, şöyleki: Osmanlı İmparatorluğu başka yerleri işgal ettiğinden dolayı uzunca bir dönem sınırlarını genişletmiştir ancak işgale uğrayan halklar süreç içinde baş kaldırıp bağımsızlıklarını kazanınca bu sefer de “hain” olarak görülmüşlerdir.

Geçen yüzyılın başında, geriye kalan Kürtler ve Ermeniler anlaşılması zor bir kararla Osmanlı’dan devralınan “Türklük Sözleşmesi”yle beraber yürüme iradesini göstermişlerdir (bu iradi kararı alan basiretsizliğin bedeli yüz yıldır ödenmektedir) ve sonuç: Ermeniler uğradıkları soykırımdan dolayı büyük bir oranda azalmışlardır, Kürtler ise Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin isyanıyla kaybolmak üzere olan tarih, kültür ve kimliklerine tekrar sahip çıkmışlardır.

Rumlar ise uğradıkları soykırımı (kabaca bir ifadeyle) son 20-30 yıllık süreçte bilince çıkarmışlardır. Kendi adıma özeleştiri vermek isterim; bu soykırım hakkında son bir kac yılda (ancak araştırma bilincine sahip olabildiğim için) bilgilerim cok azdır, ilerleyen süreç içinde bunu aşacak yönde irade göstereceğim. Bir dost önerisi olarak da şunu yazabilirim; Rumlar bu soykırımı gündeme getirdikleri ölçüde soykırım görünür olacaktır, halklar dayanışacak, direniş cephesi büyüyecektir. Çabaları bu yönde olmalıdır diye düşünüyorum.

Bilimsel araştırmalar tarafından doğrulanabilir bir geçmişe sahip olmadıkları için bir araya getirilen, uydurma bir tarih yazılarak önlerine dayatılan bu güruh, “kök”süzlük nedeniyle yaşadığı travmanın farkında değildir. Bu nedenle herşeye düşman edilmiş, herşeye kin duyar bir hayat tarzı sürdürmektedirler.

Bu nedenle kendi içlerinde bile mahkemelik olmayan yok gibidir, resmi kurumlara güven son derece azalmıştır, toplumun her katmanına yansıyan huzursuzluk gözle görülür haldedir. Kadın cinayetlerinde dünya sıralamasının utanç madalyası Türk ismiyle yan yanadır. Cinsel istismar yine aynı şekilde durmaktadır .

Demokrasi en basitinden kültürel değerlerin üzerinde yükselir. Böylesine bozulmuş bir toplum üstelik daha tarihiyle yüzleşememişken gasp ettiği toprakların gerçek sahipleriyle hangi sosyal ve siyasal düzlemde buluşup “yaşasın halkların kardeşliği ” bayrağını kaldırıp beraber yaşamayı deneyecektir? Kederlerin, sevinçlerin, cenazelerin, kahkahaların ve bir toplumsal dokuyu oluşturan ne varsa hepsinin ayrılaştığı halkların “kardeşliği” bir yana aynı sınırlar içinde yaşamaları mümkün değildir. Bugun bir 6-7 Eylül’ün tekrarlanmaması için hiçbir neden yoktur. Bugün TC silahlı güçlerinin Kurdîstan’da yaptıklarına ses çıkarmayan, onaylayan bir güruh ne halk olabilir ne de kardeş.

 Türk Film sahnelerinde alışıldık bir final sahnesi vardır: küçüklüklerinde ayrılmış iki kardeş günün birinde karşılaşırlar ve kavga etmeye başlarlar tam o sırada anne veya baba ortaya çıkar ve ünlü sözü söyler: “durun! siz kardeşsiniz”…

Bizler bu sözün gerçek hayatta yer almadığını Qoçgiri’den, Pîran’dan, Dersîm’den, Zîlan’dan, Agîrî’den öğrendik. Taybet Ana’dan, Ekin Wan’dan, Lokman Birlik’ten öğrendik.

 Elbette Eleni Çavuş’tan, Miltiyadis’ten, Nebyan dağından da öğrendik. Eleni Çavuş’un hayatını okumanızı öneririm.

 Günün birinde kendilerini Türk olarak adlandıran kitlelerin cesaret edip kan, talan, gasp ve soykırımla yazdıkları tarihle yüzleşmeye başlamaları gerçekleşirse o zaman filmin final sahnesinde şu sözü söyleyebiliriz; “yaşasın halkların bilinçlenmesi”…

İlginizi Çekebilir

Temel Demirer: Özgürlük Yerküreyi kurtarıp, güzelleştirme umudu ve iradesidir
Hasip Kaplan: Devletin zirvesi karışık

Öne Çıkanlar