Ali Engin Yurtsever: Heykelden Geriye Kalanlar…

Yazarlar

       Bireysel veya toplumsal ilişkiler parçalardan oluşturulan bir bütüne benzerler. Süreç içinde yaşanan üretim ilişkileri o parçaların fazlalıklarını geride bırakır, eksiklerini tamamlar ve ortaya çıkanla yoluna devam eder. Bu nedenle bireyler ve toplumlar bütünü tamamlamak için önlerine koydukları hedeflere doğru ilerler. Hayat devam ettiği sürece elbette mükemmel olarak adlandırabileceğimiz bir ilişkiyi elde etmek mümkün değildir ancak, hayat dediğimiz  biraz da o arayışın yolculuğu değil midir?

      Tarihte savaşsız geçen barış zamanları var mıdır, elbette vardır. Yenilenin gücünü toplayıp, yenene karşı tekrar savaş açmasıyla, yenildiği süre içinde geçen zamanlar savaşsız kabul edilen “barış” zamanlarıdır. Biz neredeyse bin yıldır bir savaştayız. Bizim dışımızda dünyanın birçok yerinde onlarca savaş var. Dünyanın neredeyse her kıtasında sürekli bir savaş hali hüküm sürüyor. Gündeme gelmemesi, bu savaşların varlığını ortadan kaldırmıyor. Rusya-Ukrayna savaşı unutuldu neredeyse. Hamas’ın görünürde başlattığı oysa tarihi çok eski olan İsrail’in sürekli olarak sürdürdüğü savaş var. Bunun dışında bizim de sömürgecilerimizle süren bir savaşımız var. Her savaş, savaşanların ve o savaşın taraflarından biri olmayıp ama yine de etkilenenlerin hayatında büyük değişikliklere yol açıyor. İnsana atfedilen değerler çiğneniyor, bir zulüm dünyayı sürekli olarak kana buluyor.

       Hayatımıza o kadar ağır ve taşınması acılar ve zorluklar yüklediler ki, yüreğimiz nasırlaşmaya başladı. Bir acının yasını tutamadan bir başkasına başlıyoruz. Hatta değil sadece başka bir acıya başlamak, onlarca acının yasını birden tutmak zorunda kalıyoruz. Artık şehitler, gaziler, tutsaklar ve ölümler birer rakama dönüştürülmeye çalışılıyor. Sürgünler, yoksulluğa mahkum edilenler… Öfkeden ve acıdan çıldırmamak için belki de insanlık böyle bir tercihte bulunuyor. Belki de acıya katlanmanın bir çaresi olarak nasırlaşmaya başlamayı çare olarak görüyor. Bir başka açıdan baktığımızda ölümü kutsayan ve ellerinde taşıyanlar, yaşattıkları zulümleri kabul etmemiz için bizleri kanıksamaya doğru yürütüyorlar. Başaracaklar mı? Koskoca bir hayır. Nazi faşizminin kitleler tarafından benimsenerek dünyanın üzerine çöküp, yıllarca kan kusturması bile insanlığa o acılar karşısında diz çöktüremedi. Miras olarak kötülüğe dair ne varsa devrederek tarihe gömüldü Naziler.

      İsrail’in yaptığı açıklamalara ve Ortadoğu’ya emperyalist çıkarlar doğrultusunda açtığı savaşa baktığımızda, halkları ağır bir yıkımın beklediğini, bu savaşın ödetmek zorunda bırakacağı bedellerin karşılığının hayli ağır olacağını biliyoruz. Ancak henüz halklar ve sınıflar düşmanlarına karşı kesin ve sonuç alıcı bir savaşa girmeye hazır değiller. Çünkü ancak umutsuzluğun ve çaresizliğin son noktasına ulaşıldığında, ezilenler o zaman son savaşlarını vereceklerdir. O nokta gelmeden kendi kurtuluşlarının savaşlarını, başkalarının omuzlarına yükleyip veya başkalarının vicdanlarına bırakıp yaşamaya devam edeceklerdir. Dikkat edilirse İsrail ateşkesin ardından kaldığı yerden devam edeceğini ilan etti. Arkasında bulunan ABD ve AB ülkelerinden alacağı her türlü desteği kendisine sınırları halkaların karşı çıkışında bitecek olan bir alan olarak açıyor. İnsanlığa savaş açar gibi meydan okuyarak geçici ateşkesin bitmesini beklediğini söylüyor.

    Yalnız değil elbette… Kendisine öykünen Türk devleti gelenekselleşmiş siyasi tavrını hemen gösteriyor. Para ve dokunulmazlık karşılığında yurdundan edilen Filistinlileri alıp, Kürtleri vatansızlaştırarak işgal ettiği yerleşim alanlarına dolduracak, böylelikle insan haklarına ne kadar saygili, ümmete ne kadar sevdalı bir devlet ve millet olduğunu gösterecekmiş. Öte yandan İsrail’e gönderdiği lojistik desteğin haddi hesabı yok. Ne de olsa tek kıble olarak paraya dönüp secde ediyorlar. Böylelikle Kürtlere ve Kurdistan’a açtığı savaşın, sürdürdüğü soykırımın görmezden gelinmesini istiyor. Bir anlamda da bunu elde edeceğini görüyoruz. Içinde bulunduğumuz çağda, insanın binlerce yılda oluşturduğu değerlerin nasıl paramparça edildiğini, kapitalizmin en azgın, en vahşi ve zincirlerinden boşalmış en cani çocuğu olan faşizmin toplumların üstüne nasıl da çöktüğünü, bunu da nitelikten yoksun, barbar ve cahil liderler eliyle yaptırdığını yaşayarak görüyoruz. Halkların masum olduğu, iyiden yana tavır alacağı da tartışma konusudur. Bir halk kuşaklar boyunca cehalet, ırkçılık, bencillik ve ahlaksızlığın ortamında mayalanarak yaşarsa, başka bir şey olmayacaktır. Bu nedenle Erdoğan, Putin, Netanyahu ve benzerleri kitlelerin önderliğini yapabiliyorlar.

      Daha iyi bir yaşamı isteyip, onun düşünü kurmakla, o yaşamın gerçekleşmesi için mücadele etmek farklı şeylerdir. Önümüzde bizi de etkileyecek sosyal ve siyasal değişimler gerçekleşmek üzere harekete geçtiler. Şimdilik uzaktan seyredilen kan fırtınasının etkisi, yakında kendini uzak sananları da saracak. Net olan Suriye, Irak ve kısmen de olsa Lübnan’ın bu sürecin içinde olacağıdır. Elbetteki en barbar, en vahşi sömürgeciliğin mimari olan Türk devleti de bundan payını alacaktır.

       Birey ve toplumsal ilişkiler bir heykel yapımına benzer. Fazlalıklar atıldığında geriye kalan: harcanan emeğin ve hedeflenen düşüncenin yansımasıdır. Michelangelo, iki yılda yaptığı Musa heykeline elindeki çekici fırlatıp “Perchè non parli (neden konuşmuyorsun?)” diye haykırmış.

     Bir heykeltraşlığa soyunan Türk devletinin yarattığı heykel biziz. Bütünümüzde yer alan iyiye, umuda, adalete ve sevince dair ne varsa yontup attılar. Geriye mermerden yapılmış öfke, nefret ve intikam kaldı. Şimdi fırlattıkları çekicin ardından niye böyle konuştuğumuzu hayretle izliyorlar.

İlginizi Çekebilir

Dilan Kortak cinayetinde 8 yıldır sonuç yok
Cenevre’de Rojava Özerk Yönetiminin de katıldığı IŞİD toplantısı düzenlendi

Öne Çıkanlar