Ali Engin Yurtsever: İktidar ve Demokrasi Hayali Kurmak

Yazarlar

            Darbelerin silahlı olanı bir gecede yapılır. Iktidar, muhalefet, sivil toplum kuruluşları ve direnişçiler hemen alınır ve yeni iktidar kurulur. Ancak siyasi olanı ise her iktidar tarafından genel olarak zamana yayılarak yapılır. Başa gelen hükümet adım adım iktidara yerleşir. Çıkardığı yasalar ve atadığı memurlarla iktidarını (muhalefet direnemediği ölçüde) sağlamlaştırır. Fakat günümüze baktığımızda distopik yönetimlerin son yirmi yılda yerleştiği iktidarlarda artık zamana yayılmış değil, hemen yapılan ve geniş bir karşı çıkışın olmadığı darbelerin gerçekleştiğini izliyoruz. Dünya genelinde karşısında güçlü bir direnişçi ideolojinin olmadığı, sol muhalefetin gerilediği bir süreçte distopik olmasının yanı sıra kültürel olarak “lümpen” denilen kişiliklerin iktidarı ele aldığını görüyoruz. Ülkeler, isimler farklı olabilir ama ülke yönetimleri büyük ölçüde böyle kişiliklerin eline geçmiş bulunuyor. Asgari ölçülerde çekinecekleri ahlaki bir sınırları yok. İktidara ve ekonomik gelir kaynaklarına sahip olmak için yapmayacakları şey yok.

       AKP-MHP iktidarı son bir haftaya bir darbeyle yapılabileceklerden bazılarını yaparak girdi. Belediye başkanları, çalışanları, baro yönetim kurulu ve cumhuriyetin kurucu partisi olarak günümüze kadar gelen CHP’ye kayyım atama niyetinin el altından sızdırılması karşısında olağanüstü kongre kararı alınmasını sağlamak. Bir anlamda CHP’nin direnişe değil de savunmaya geçtiğini gördükten sonra kendisine direnemeyeceğini da anlayarak yoluna devam etmeye niyetli olan bu iktidar baskın bir erken seçime yönelik yol temizliği yaparak yoluna devam ediyor. Tarih okuması yaparsak göreceğiz ki, bu anlayış sadece M. Kemal’de bulunuyordu. Korkusuzca kararlar alıp, karşı çıkabilecek her sesi en ağır bir şekilde susturarak iktidarını kalıcı hale getirmeyi bir M. Kemal, bir de Erdoğan gerçekleştirdi. Geri kalan yönetimler, askeri darbe süreçleri de dahil olmak üzere bir noktada durdular. Tepkiden çekindiler. Oysa bu iki anlayış çekinecek hiçbir karşı veya ahlaki güç bulmadılar, bulduklarını da ya ezip geçtiler, ya da türlü hilelerle pasifize ettiler. İkisi de diktator değildi! ama ülkeyi tek başına yönetmekten hoşlanıyorlardı diye yazınca gerçeğin ifadesini değiştirmiş oluyoruz, gerçeğin kendisini değil.

               Gerek iç ve dış siyasi tıkanıklık, baskılanan dövizin başka şekilde toplumsal yoksullaşmayı tetiklemesi ve Orta Doğu’da şekillenmeye başlayan yeni düzenin hareketliliği Erdoğan iktidarını hem yeni sürece, hem de politik dikkati başka yere çekecek adımlar atmaya sevk etti. 7 Ekim Hamas saldırısıyla başlayan yeni Orta Doğu savaşı Lübnan’dan sonra Suriye’de kendini gösterdi. Şimdi Yemen’de boy veriyor. Lübnan, Suriye ve Yemen saldırı gücü olmaktan çıkarıldıktan sonra Irak gündeme gelecek ve sonra şimdilik hedef olan İran’a yönelik siyasi ve askeri saldırılar başlayacak. Elbette günün sonunda Türk devleti kapanışı yapacak. Bu sondan kurtulması mümkün görünmüyor. Ne tek adam iktidarı, ne de Kürtlerle yapılması düşünülen geçici ittifak çabaları Türk devletini yıkılmaktan kurtaramayacak. Ve şimdilik görünen gerçeklik ise Türk devleti yıkılmayı göze alıp ne demokratik olmayı, ne de Kürtlerin gasp edilen haklarını iade edecek. Kürtlere kıvılcım sıçrasın da isterse kendisi cehennem ateşinde yansın.

      D. Bahçeli’nin başlattığı Türk Tipi süreç işliyor mu belli değil. Medyaya açıklama yapan sayın D. Kalkan bu ayın içinde ev hapsine çıkarılacağı söylenen sayın Öcalan için henüz bir gelişme olmadığını söyledi. Iktidar iğnesi takılmış plak gibi “PKK feshedilsin, silahlı bütün yapılar silah bıraksın” demekten öteye bir adım atmıyor. Sayın Öcalan’ın çağrısından sonra başta ABD olmak üzere AB ülkelerinden de yapılan destek açıklamaları gösteriyor ki, bu süreç onlardan habersiz veya bağımsız değildir. İster iç, ister dış baskıyla atılacak demokratik adımlar hiç kuşkusuz desteklenmeli ve daha da ileri götürülmelidir ancak geçmiş dönemlerden bugüne bir tek olumlu politik adımı bulunmayan Türk devleti atacağı adımların hangisine uyacak, hangisini bağlayıcı kabul edecektir? Özellikle konu Kürtlerin hakları olunca. Orta Doğu’da Türkiye gibi ülkelerin mevcut yönetim anlayışları artık çağdışı bir karşılık görüyor. Zamana ayak uyduramayan, geçmiş dönemin baskıcı anlayışlarının egemenliği işlemiyor. En başta Kürtler direnişle bunu kanıtladılar ve artık haklarının olmadığı bir ülkede kendilerini bağlayıcı bir nokta görmüyorlar. Hiçbir hakka sahip olmadan, bir devlete bağlanacak bir Kürt varsa, yolunun Stockholm’den geçtiğini kabul edelim. 

       İktidarın (muhtemelen) planı: Kürtlerin silah bırakmasının en geç yaz aylarında sağlanması, göstermelik bir kaç yasa maddesinin değiştirilerek kitlelere nefes aldırılması, sayın Öcalan’ın ev hapsine çıkarılması, tutsakların bir bölümünün bırakılması, CHP başta olmak üzere yapılacak yol temizliğinin ardından her türlü sesin kesilmesinin sağlanması ve sonbaharda da gidilecek erken seçimlerden zaferle çıkmayı sağlamak olacaktır. 

         Gerek kendi tarihimizde, gerekse dünya tarihinde defalarca yaşandı ve kanıtlandı. Bir devlet ve iktidarları bir halkı temel düşman kabul ettiyse, binlercesini öldürdüyse, hapishaneler ve sürgünlere gönderdiyse ve her hakkını gasp ettiyse, asla o halkla ortak bir noktaya gelmez. Bu konuda atacağı her adımı bir süre sonra geriye doğru atacaktır. Bu yüzyıl ifade edildiği gibi yeniden tarih sahnesine çıkmak için bize bir çok olanağın kapısını açtı. O kapıları kapatabiliriz ama bir daha açılmayacağını da bilmemiz gerekir.     

    

İlginizi Çekebilir

Behice Feride Demir: Buca Kuruçeşme’den Akrê’ye Newroz
DEM Parti’den İstanbul Barosu’na destek: Karar hukuksuzdur

Öne Çıkanlar