Toplumsal olaylar bireyler veya toplumsal kitleler tarafından yorumlanırken değişmeyen bir yöntem yanlış da olsa vardır: kitleler veya bireyler yorumda bulunurken, olayların o anki durumu üzerinden yorumda bulunur: geçmiş, bugün ve gelecek arasında (genellikle) bir bağlantı kurmadan söylemlerini dile getirirler. Böylelikle geleceğe ilişkin bir fikirleri ve hazırlıkları olmadan o olayın sonuçlarıyla yüzleşirler. Oysa geleceğe ilişkin bir hazırlık, geçmişle kurulan bağlantıdan yoksunluk sadece kaybetmek demektir.
Hamas’ın 7 ekim saldırısı geniş kitleler ve bireyler tarafından genel anlamıyla Filistin’in başkaldırısı olarak yorumlandı ve dünya halkları ile demokrat, devrimci ve ulusal kurtuluş savaşları verenlerin destek ve sahiplenilmesi gerektiği dile getirildi.
Filistin kurtuluş mücadelesi ağırlıklı olarak dünya gündemine 1964 yılında kurulan Filistin Ulusal Konseyi ile girdi. Konsey yaptığı toplantıda Filistin Kurtulus Örgütü’nün kuruluşunu onayladı, 1969 yılında başkanlığa Y. Arafat getirildi. Mücadele politik ve askeri olarak hız kazanırken, dünya kamuoyunun dikkatini çekmek, İsrail’in kullandığı askeri yöntemlere karşılık verebilmek adına silahlı mücadele politik mücadelenin önüne geçti. Uzun süren bu durum başta BM olmak üzere değişik kurum ve kuruluşlar tarafından FKÖ’nün Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak tanınması ile diplomatik alanda büyük bir adım olarak belirdi. 1994 ve 1995 yılında yapılan anlaşmalarla İsrail Gazze şeridinin neredeyse tamamını ve Batı Şeria’nın bazı bölgelerini Filistin yönetimine bıraktı. Kurulan yönetim elde edilen gelirlerin yolsuzluk, kayırmacılık ve daha başka benzer sorunlarla baş edememesi yüzünden halkın destek ve güvenini kaybetti, Hamas 2006 yılında yapılan seçimlerde iktidara geldi. Ve günümüze uzanan süreç başladı.
11 Eylül ABD’ye yapılan saldırıyı El-Qaide üstlenmiş, hemen ardından “terörizm” gerekçesiyle sonu Afganistan’da biten bir cinayetler serisi kapitalist devletler ve işbirlikçileri tarafından başlatılmıştı. “Islamcılar” cenahından selamlanan 11 Eylül saldırısının sonuçlarını yeni yeni görebiliyoruz. İsrail’in Filistin’in tamamını işgal etmeye başlaması, Hamas’ı bitirme adı altında yönetimi bir daha devretmemek üzere hareket edeceğini açıklaması, yoğunlaşan askeri teçhizat desteği ve İran’ın hedefe konulması yeni bir 11 Eylül sonrasına başladığımızı gösteriyor. ABD Afganistan’ı hedef göstermişti ancak yeni süreçte bütün bir Ortadoğu hedefe konuldu. Yoğunlaştırılan diplomatik görüşme adı altındaki saldırı planları gerek Arap, gerekse diğer devletlerle paylaşılmış, itiraz noktaları tek tek kırılmaya başlanmış görülüyor. Örneğin ABD İran’a uygulanan yaptırımın ipini biraz gevşetmiş, 10-15 milyar dolarlık bir tutarın geçişine izin verilmiştir. Böylelikle Hamas’ın kollarından biri kesilmeye başlandı. Arap devletlerinin desteğini istediği ölçüde alamayan Hamas bu savaşı kaybetmeye başladı. Çünkü bir Filistin-İsrail savaşı yerini Hamas’ın saldırısı, İsrail’in savaşı yerine bıraktı. Her savaş gibi bu savaş da sonuçlanmadığında geride hayatları paramparça olmuş insanlar, yeraltı ve yerüstü yaşam kullanımı içeren her şeyin yıkılması ve yeniden kurulması zaman alacak bir toplumsal yaşam kalacak. Sömürgeleştirilen Filistin elbette yeniden ayağa kalkacak ama bunun sol değerler üzerinden olacağını bilince çıkarması ve buna göre örgütlenmesi uzun bir sürecin ürünü olacak. Gazze’den sürgüne gönderilecek i̇nsanların dağıtılıp sürgüne gönderilmesi de gündemde bulunuyor. Büyük bir çoğunluğunun da Rojava’ya, Türk devleti tarafından İşgal edilmiş Kurdistan’a yerleştirileceği, bunun karşılığında da Türk devletinin ekonomik olarak desteklenmesi, hem kendi ülkesinin içinde insan hakları suçları işlemesi, hem de Kürtlere karşı uyguladığı soykırımın görmezden gelinmesi mümkündür.
Lübnan ve Suriye başta olmak üzere bölge ülkeleri bu yangına hazırlandıkları ölçüde kendilerini koruyabilirler ama onu da tam anlamıyla değil. Çünkü kapitalizmin sınır tanımaz kazanma hırsı, sadece ülke pazarlarını değil, insan hayatını da mahvederek ilerliyor. Her yeri, her şeyi bir pazar olarak gören ideoloji elbetteki ne insani, ne de ahlaki bir değer taşıyacaktır. Sınırları ve ülke yönetimi değişecekler arasında bulunan Kurdistan’ı sömürgeleştirmiş devletler de bulunuyor. Ancak politika (diğer her şey gibi) her an değişken bir diyalektiği içerir. Medyaya yansıyan ve İsrail, ABD ve AB ülkeleriyle arasında uzlaşmaz sorunlar varmış gibi görünenler, bir anda çözülebilir. Önemli olan devletlerin insan haklarına saygılı olup, demokrasiye değer vermeleri değil, sömürü çarkına ne ölçüde katkı sunduklarıdır. Kapitalizme “biat” eden bir Türk devletinin Kurdistan’ı değil sadece işgal etmesi, baştan başa yakıp yıkıp soykırımdan geçirmesinin hiçbir önemi yoktur.
İdeolojik netliğe sahip olmak, yaşanabilir toplumsal bir i̇deolojik bütünlük sunmak ve halklarla beraber yönetmek iki kampa ayrılmış dünyanın ezilenlerine bir seçenek sunabilir ama-henüz-gücü ellerinde bulunduran, i̇deolojik aygıtları olabildiğince kullanan ve kitleleri etkileyen devletler için bir seçenek değil bir “düşman”dır. Rojava devrimini selamlayıp, kahraman Kürtlerin dünyayı DAİŞ barbarlığından kurtardığını söylemek kulağa hoş geliyor ama bunları hiç söylememiş gibi yapıp, Kürtleri kurban etmekten çekinmezler. Hiç unutulmaması gereken sözdür: politikada duygulara yer yoktur, güce ihtiyaç vardır. Tipki hukuk gibi.
Bu süreçten sömürgecilerden kurtularak çıkmanın en önemli ve ilk sıradaki yöntemi ulusal birliğin sağlanarak bütünlüklü bir mücadele yürütülmesinin gerekliliğidir ancak bu şimdilik mümkün görünmüyor. Bir ulusal birlik, plan, program ve kitle desteğine sahip olan tek güç Kurdistan özgürlük hareketidir. Bunun dışında diğer örgütlülüklerin geniş bir perspektife sahip olduklarını söyleyemeyiz. “Benim olsun, küçük olsun” anlayışı hüküm sürmektedir. Politik değerlendirmeler ve adımlar ne kadar dar bir anlayışa mahkum edilirse, kurtuluş da o kadar uzak bir ufkun arkasına dogru sürüklenecektir. Bu parçalılıkla sürdüreceğimiz mücadelenin başarıya ulaşması zor görünüyor. Hatta elde edilen kazanımların kaybı da söz konusu olabilir.
Bir kavşaktayız artık. Attığımız her adım son derece dikkat içermek zorundadır. Gerçeklikler bizi sadece kendimiz için vereceğimiz bir mücadelenin kahramanı olmaya doğru sürüklüyor, başkalarının kahramanlığına değil.