İçinde bulunduğumuz süreci adlandırmak başlı başına bir zorluk içeriyor. Ancak “kaos” demek, tam olarak olmasa da bir anlamda tanım olarak karşılıyor denilebilir.
Ortadoğu pimi çekilmiş bir el bombası gibi patlamaya gün sayıyor. Savaşın merkezi olarak varlığını korumakla birlikte, öte yandan bölgede bulunan ülkeleri de kendi merkezine doğru çekiyor. Zaman zaman sakinleşen siyasi ve askeri çelişkiler aslında sürdürülen hazırlıkların henüz bitmemesinden kaynaklanıyor. Bu sakinliğin aldatıcı görüntüsüne bakıp da var olan sosyal ve siyasal yapıların bu şekilde gideceğine inananların ödeyeceği ağır bir bedel yakın bir gelecekte onları bekliyor.
Yüz yıldır yaşanan bu sakinlik yerini büyük bir değişime bırakacak. Geçen yüzyılda egemen devletler tarafından düzenlenerek paylaşılan Ortadoğu, yeniden ve farklı olarak hem egemen devletler tarafından, hem de geçen yüzyılda güçsüz olarak var olan ve kendilerine çizilen kaderi kabul eden ama şimdi sınıfsal ve ulusal olarak bir kimlik kazanan halklar tarafından yeniden paylaşılacak. Bu kez halklar hem egemen kapitalist güçlere, hem de var olan devletlere karşı haklarını almak mücadelesiyle savaşacak. Yapay olarak oluşturulan devletlerin hükmü kalmadı. Geçen yüzyılda Ekim Devrimi’ne karşı bir tampon devlet olarak oluşturulan devletlerden ne Irak, ne Suriye, ne İran ve de ne Türk devleti bu yüzyılda, mevcut halleriyle kalmayacak. Yüz yıldır egemenliklerini ele geçirdiklerini ve her türlü insanlık suçunu işledikleri halkları, artık eskisi gibi yönetemeyecekler.
Bu, dünyanın gelişmiş bir insan hakları ve demokrasi seviyesine geldi sanıldığı için, barbarlıklara ve insanlık suçlarına izin verilmeyeceği gibi bir iyi niyet düşüncesinden kaynaklanmıyor. Soykırım başta olmak üzere kendilerine reva görülen zulümlere karşı halkların seslerini ve eylemlerini yükseltmesinden kaynaklanıyor. Kendi öz güçlerinin savunmalarını kuran halklar bir şekilde direniyor ve haklarını almak yolunda mücadele ediyorlar. Örneğin bin yıldır parçalı sömürge halinden kurtulamayan, her parçasında ezilen ama isyan eden, fakat bu isyanları kanlı bir şekilde bastırılan Kürtler, bu sefer örgütlü, ısrarlı ve süreklilik sağlayan bir isyanın mimari oldular. Bu isyan, parçaların birleşmesi ve ulusal bilincin gelişmesini sağladı. Bir Rojhilatlı Bakur’da, bir Rojavalı Başur’da ülkesi için sömürgecilere karşı mücadele ediyor. Gectigimiz yüz yıllar süresince bunu sınırlı olarak gördük.
Politik koşulların nasıl şekilleneceği henüz belli değil. Askeri sürecin politik sürece hakim olmasının arifesindeyiz. Ülkeler arası diplomatik ilişkiler yoğunluğunu aksatmıyor. Türk devletinin “herkese mavi boncuk” dağıtması kendisine bir yarar değil, tam tersi “güvenilmez bir ülke” olduğu imajına katkı sunarak zarar sağlayacaktır. Türk devleti Erdoğan’ın dilinden açıkça beyan ettiği üzere bu kaosun içinden hem üniter yapısını koruyarak, hem de Kurdistan’ın bir çok bölgesini de işgal ederek çıkmak istiyor. Kemalistlerin ve islamcıların üzerinde anlaştığı temel nokta bu. Zafere ulaşırlarsa daha sonra birbirlerini iktidardan düşürmenin savaşına devam edecekler, bu onların sorunu.
İran’a karşı açılan savaşın bir kara saldırısıyla gerçekleşmesi çok zor. İran-Irak savaşı bu yöntemle sekiz yıl sürmüş ve belirgin bir sonuç elde edilememişti. İran’ın ekonomik yönden iyice denetim altına alınmasının ardından, bir iç karışıklığın çıkartılarak dengelerin bozulması hedeflenebilir. Ancak İran’ın böyle bir durumda yardımına (el altından da olsa) koşması beklenen Türk ve Irak devletleri böyle bir durumda erkenden hedef noktası olacaklardır. Sessiz kalmaları halinde ise yıkılacak olan İran’dan sonra sıranın kendilerinde olduğunu kabul etmeleri demektir. Irak üzerinde büyük bir etkisi olan İran’ın bu etkisini de kıracaklardır.
Bu noktadan geri dönemeyiz. Bu bizim irademizin dışında tarihsel koşullardan kaynaklanmaktadır. Ne Türk devleti, ne de diğer sömürgeci devletler Kürtlere ait gasp ettikleri ne varsa geri verecekleri bir noktada duruyorlar. Demokratik ve insan haklarına yaraşır bir yaşam anlayışları yok. Sayın Öcalan’a uygulanan tecride bu noktadan da bakmanın yararı vardır. Çünkü bir barış sürecini düşünmüyorlar, böyle bir adım atsalar bile en kısa sürede kadük kalacaktır. Ajandalarında yazılı olan tek şey: kalıcı bir şekilde çözmek, yani soykırıma imza atmak. Ermeni, Rum, Suryani, Yahudi, Çingene soykırımlarının hesabı soruldu mu ki, Kürtlere uygulanacak olanın hesabı sorulsun. Talep edilen doğru olabilir ama gerçekliğini yitirmişse ne yapmamız gerekir? Ancak taşlar yerine oturduktan sonra Türk devleti adım atacaktır. Yani çıkacak savaşta bedel ödedikten sonra gerçekliği kabul etmek zorunda kalacaktır.
Kürtlerin parçalı duruşları, yaklaşan süreci güçlü bir şekilde karşılamalarını zorlaştırıyor. Yazmaktan bile utanç duyacağımız bir şekilde Güney yönetimi binlerce Kürdün kanını ellerinde bulunduran Erdoğan’ı diplomatik nezaket kurallarını aşarak karşılıyor, ağırlıyor. Kurdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülecek saldirı planında üzerine düşeni yapmaya devam ediyor. Çok değil, daha bir kaç yıl önce “yiyecek ekmek bile bulamazlar” diyen birine saygıda kusur etmiyorlar.
Irak devletinin yaptığı açıklamayı kısmen olumlu olarak değerlendirmek bir yana asıl olarak şuna bakmamız belki daha doğru olur: Türk devleti bu açıklamayla da olsa bir kazanç elde etti, onları bir adım daha atmak zorunda bıraktı. Küçük küçük adımlarla ilerliyor zaten. Bir açıklama, bir tutuklama, bir karar… Bir araya gelince aslında ne kadar tehlikeli olduğu görülen bir bütünün parçaları bunlar. İleride bunlara dayanarak gereğini yerine getirmelerini isteyecektir. İşgal ettiği alanlarda askerileri kurmaya da böyle başlamıştı.
Zor bir sürece girdik. Ancak Ortadoğu’da en örgütlü, en mücadeleci ve en kararlı bir halkız. Kopacak kasırgadan sonra bin yıllık devletlerin dağıldığını ama Kürtlerin küllerinden yeniden doğacaklarını göreceğiz. Çünkü biz sürekli bir kaosun içinde yaşadık ama onlar ilk defa yaşayacaklar ve göğüslemeleri mümkün değil.