D. Bahçeli’nin öne çıkarak şekillendirmeye çalıştığı “Türk Tipi Çözüm” çalışması şimdiye kadar bir vantrolog tarzında yürüyor. Sömürgeci kimliğin verdigi özgüven ve üstencilikle Kürt halk önderi için “gelsin konuşsun, sonrasına bakarız” diye yapılan basın açıklamalarının onursuzluğu kendilerine aittir.
Yaratılan siyasi atmosfere baktığımızda sisin arkasında belirenlerin netlik kazanmadığı, bu durumdan da devletin yararlandığı ve süreci istedigi şekilde yönetmeye (şimdilik) yaradığı görülüyor. Sorunun tanımladıkları şekilde tanımlanması ve buna uygun adım atılmasını istiyorlar. “Çöktürme Süreci”nde istediklerini alamadılar. Süreçten kaynaklanan politik ortamın kısmen değişmesiyle Kürtlerin büyük bir örgütlülüğe gittiği, dilini, kültürünü ve tarihini araştırıp geliştirdiği görüldü. Bu durum devletin paniğe kapılmasına ve rota değişikliğine gitmesine yol açtı. Elbette geri planda olan ise görmek isteyenlere daha netti. Devlet 2014 yılında bir “Çöktürme Planı” hazırlamış ve buna uygun olarak da adım atmıştı ancak ‘evdeki hesapları çarşıya uymadığı için’ tarihsel amaçlarına geri döndü. S
avaşı daha büyük ve kanlı bir aşamaya geçirdi. Gerilla alanlarına daha ağır saldırıların düzenlenip, şehirlerde ise tank ve toplarla özel hareket güçlerinin katliamına tanık olduk. Bir bodruma sığınmaya zorladıkları insanları “çıkmalarına izin vereceğiz” diyerek ve bu sözlerini anında yalanlayarak yaktılar, yakarak öldürdüler. Bunun dışında binlerce insanlık suçu işlediler. Bu suçların hesabının sorulmadığı bir görüşme mümkün değildir. Başka türlü nasıl olabilir? Binlerce katliamın, dağıtılan hayatların, paramparca edilerek hayata tutunmaya çalışan i̇nsanların çektiklerinin hesabı sorulmadan bir anlaşma gerçekleşebilir mi? Roboski’de insanları bombalayan uçaklar, henüz yere inmediler. Hesabı sorulmadığı sürece de yere inmeyecekler. Bir bakıma hesap verilmesi zor gibi görünüyor, nedense bizleri “barış olsun da, her şeyi unuturuz” sözlerinin hapsine koyan yine bizleriz.
Gündemde tutmak istedikleri klişeler; “ biz kardeşiz, ortak vatan, yeni yüzyılı büyüyerek karşılayalım, silahla bir yere varılmaz” gibi miadini doldurmuş sözlerden öte değil. Sıradan başlayalım. Kardeşlik politik literatürde pek geçerli değildir. Eşitliği, kazanımları hiçe sayan bir yaklaşımdır. Eşit olmayı istemeyip kardeşliği istemek ya bilinçli bir şekilde düşmana hizmettir, ya da bilinçsizce, düşünmeden ve kendi gücünü görmeden dile getirilen acizlik ifadeleridir. Net olarak biz kardeş değiliz demek gerekiyor. Ortak vatan ise devletin gündeminden hiç düşmüyor. Yıllardır “temcit pilavı” gibi ısıtıp ısıtıp önümüze sunuluyor. Nereden geldiği, kim olduğu belli olmayan ve kendilerine Orta Asya’da başlayan ve mitolojik figürlerle süslenmiş bir kimlik yaratıp , bin yıldır sömürgeci olarak zulmettikleri vatanımızı sahiplenip “ortak vatan” diye karşımıza çıkıyorlar. Gerçi Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar yer onların ya… Yeni yüzyılı büyüyerek karşılamak ise bizim cenahta içeriği düşünülmeden kullanılan bir söz. Büyümekten kasıt nedir; ekonomik mi, sınırları genişletmek mi, nedir? Ekonomiyse eğer Kurdistan’ın zenginliklerini talan etmekten, halkın cebindeki paralara el koyup kendi ceplerine aktarmaktan başka bir büyümeleri yok. Tehlike içeren boyutu ise şudur: Kürtlerle birlik olup Ortadoğu’da işgallerini genişletmek ve topraklarını büyütmek dışında ne olabilir?
Bunun Kürtler tarafından dile getirilmesi bir talihsizliktir. Hele “saldırı olursa sizden önce mevziye yatarız” sözü de “büyüme” hevesi kadar sorunlu bir sözdür. Bir mevziye yatılacaksa işgale karşı direnenlerin mevzisine yatmak gerekmez mi? Günümüz dünyası “sözün gücüne” değil, “gücün sözüne” bakarak yaşayan bir dünyadır. Düşünceler veya sözler çok değerli olabilir ama onları pratiğe döken bir geniş yığınlar yoksa hiçbir anlamları yoktur. Bugün Kurdistan Özgürlük Hareketi olmasaydı, hiç şüphe yok ki bütün Kürtleri bir kaşık suda boğarlardı. Bu direniş karşı tarafı bir noktada durduran bir içeriğe sahiptir. Silahı bırakmanın güzellemesini önce devlete yapsınlar. Çünkü bu hareket “eleştirinin silahını” değil, “silahin eleştirisini” öne çıkardı. Bir güç olduğu için bugün sözü dinlenen ve yok edilemeyecek bir hareket olarak gündemdeki yerini kaybetmedi.
“Çözüm umudu” heyecanıyla yaşanan süreçte Kurdistan özgürlük hareketini kandıracaklarını sanarak ikilem yaratmaya çalışıyorlar. Hayal kurmanın sınırı yok. “Gelsinler silahlarıyla teslim olsunlar.” Kendilerinin bile inanmadığı bu sözlere Kürtlerin inanmasını bekliyorlar. Akıllarınca “bakın biz çağrı yaptık ama onlar terörü seçti” diye devam ettikleri savaşı daha da büyütecekler. Elli yıldır nasıl ki her fırtınadan çıktıysa, bu fırtınadan da çıkmasını bilecek bir hareket bu. Değişen Ortadoğu dengelerini okuyabilen, nelerin olacağını görebilen ve ona göre adım atabilen bir hareket bu. Çıkısındaki gerekçeler devam ediyor, Kurdistan özgürleşmeden de ortadan kalkmayacak.
Kayyım politikası yaygınlaşacak. Muhtemeldir ki diğer partileri de kapsayacak. “Biz demiştik” demenin anlamı yok, kendi devletleri, kendi sorunları onlar düşünsün. Bizim durduğumuz yer önemli. Bir direniş mutlaka olmalı, bu ayrı. Ancak şunu düşünmek gerekir: Yasaları kabul edilen sömürgeci bir devletin herhangi bir Kayyımı tekrar geriye çekmesi sadece bir kazanım olmanın ötesinde neyi ifade eder? Iktidar paylaşılmaz… Bir iktidara tabii olununca onun yasaları geçerli olur. Protesto gösterileri kitleyi bir noktadan sonra hem yılgınlığa, hem de yeni bir yol aramaya iter. Bu devletle sorunsuz yaşayabilecek “Kürt kimliğini bilen” biri olabilir mi? Her adımda saldıracaklardır, amaç “devletin Kürdünü yaratmak” değil mi? Kimsenin içeriğini bilmediği bir sürecin ciddiyeti yoktur.
Yaklaşan fırtınadan bu devletin ne Kürtleri kendine yedekleyerek, ne de güç dengelerine oynayarak kurtulması mümkün. Temsil ettiği çağdışı soykırımcı anlayış artık toprağa gömülmenin sırasını bekliyor. Çürümüş devlet yapısı ve toplumsal ahlaki düzeniyle yıkılmakta geç bile kaldı. “Ne mutlu Türküm diyene” değil, “ne mutlu bize” ki o günleri göreceğiz. Özgür, bağımsız ve demokratik bir ülkemiz olacak.