Ali Engin Yurtsever: Kimin Gündemi, Kimin Demokrasi Mücadelesi?

Yazarlar

     Erdoğan iktidarının yargısı tarafından Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza temel olarak üç grupta değerlendirildi. Birinci grup Erdoğan tayfası: “yargı kararları bağımsızdır”, ikinci grup kendilerini Millet İttifakı olarak adlandıran grup: “hukuk herkese lazım olacak, bunun hesabını soracağız”, üçüncü grup ise genelde sol cepheden değerlendirenler: “HDP’ye kayyımlar atandığında, HDPliler tutuklandığında itiraz edecektiniz, şimdi sıra size geldi” diyenler.

     Siyasal mücadelelerde her siyasal ve sosyal yapı kendi gündemini belirler ve geniş kitleleri bu gündemin içinde tutmaya çalışır. Çünkü gündemi belirleyen, kendi gündeminin amacına ulaşmasına da öncülük eder. Bu, bir anlamda iktidarı elinde tutmak demektir. Çünkü gündemi belirleyemeyen iktidarsa eğer, iktidarı kaybetmiştir, bir ikili iktidar süreci yaşanmaktadır.

     Erdoğan çoktandır iktidar olarak gündemi belirleme gücünü kaybetmişti. Ne doğalgaz bulma açıklamaları, ne Yunanistan veya Rojava’ya hamaset edebiyatı yaparak girmek niyeti, ne de ekonomik şahlanmalar… Ağır ekonomik koşullar altında geçim sıkıntısıyla ezilen kitleler, Erdoğan’ın açıklamalarını dinleyip geçiyorlardı. Ayrıca tökezleyen dış ve iç politika seyri de Erdoğan açısından bir kayıp noktasıydı.

    Ancak İmamoğlu’na verilen ceza Erdoğan’a istediği olanağı (şimdilik) sağladı. Birincisi yasama, yürütme ve yargı gücünü halen elinde tuttuğunu gösterdi, ikincisi “muhalefet ediyoruz” diye kitleleri arkasına almaya çalışan ama gerçekte muhalefet yapamayan sadece iktidarı  devlet yönetiminde yarattığı hasarı onarmaya çalışarak devleti ayakta tutmaya çalışan Millet İttifakı’nın da ne derece güçsüz olduğunu gösterdi.

    Biz kendi cephemize bakalım. Nedense üzerinde anlaşılmış gibi çok büyük bir çoğunluk tarafından “demiştik, başınıza geldi işte” türünden açıklamalar yapıldı. Bu bakış açısının taşıdığı iki büyük hata, genel politikayı da belirliyor. Birinci hata: hem Erdoğan, hem de Millet İttifakı aldıkları tutumu ve durdukları yeri bilerek seçiyorlar. Bu noktadan yürüttükleri mücadeleye göre de gündem oluşturmaya çalışıyorlar. Sanki Millet İttifakı, Erdoğan’ın böyle birşey yapmayacağını düşünüyordu da birden boşluğa düştü gibi bir izlenimi neye dayanarak taşıyoruz, belli değil. Şimdi yürüttükleri mağdur edebiyatı sayesinde başta Kurtlerin oluşturduğu sol cepheyi de arkalarına takmak istiyorlar. Çünkü bunu bir demokrasi mücadelesi ve kendilerini de bu mücadelenin önderi olarak görüyorlar. Net olarak yazmak gerekirki Erdoğan iktidarının iktidarı kaybetmemek adına herşeyi yapacağını biliyorlar, itiraz edecekleri tek nokta: “Kürtlerle bizleri bir tutma” noktasıdır.

    İkincisi hata ise daha çok bizlerin politik tavrımızın net olmamasından kaynaklanıyor. “Başımıza geldi, başınıza gelecek demiştik” tavrı, bir anlamda bizlerin de bu iktidara karşı bu düzende yer alan partilerin ortak muhalefetini dile getirmek, güçlerini birleştirmek tavrıdır. Daha da ötesi, bu devletin kurduğu düzenin sınırları içinde yaşamak talebidir. Ancak bizler başka bir iddianın sahibi değil miydik, yeni ve yaşanabilir bir hayat kurmak istemiyor muyduk, bunca kahır, bunca keder niye çekildi, demir yumruğuna kadife eldiven giymiş devlet ve halkıyla tokalaşmak için mi? Ayrıca bizler Türk devletinin partilerinin bu anlamda hem sol hem de Kürt düşmanı olduğunu her fırsatta savunmuyor muyuz, bunun dışında kendimizi “üçüncü yol” olarak adlandırmıyor muyuz? Talebimiz bu düzenin içinde yaşamaksa, o zaman sorun yok ama bu düzeni reddedip yeni bir hayata başlangıç yapmak istiyorsak bu gündem bizim gundemimiz değil. Erdoğan gitse, yerine kim gelirse gelsin bizlere aynı şeyi yapacaktır. Tarihte de böyle değil miydi, hangi iktidar olursa olsun bize sadece cehennemin kapılarını açmadılar mı?

     Devlet hiç ara vermeden politikasına devam ediyor. Erdoğan daha üç gün once Rusya, Suriye ve Türkiye arasında üçlü görüşme yapılması için çağrıda bulundu. Zindanlarda binlerce esir var üstelik ağır hastalar da bulunuyor. Yaşamı savrulan, tutunmaya çalışanları hatırlatmaya gerek yok. Ama biz birdenbire karşımızdakilere demokrasi mücadelesi vermeye kalkışıyoruz. Gerek yok, onlar ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Qoçgiri’den başlayarak biliyorlar. Neymiş: Davutoğlu, Babacan iki kelime Kürtçe kelam eylemişler, lütuf buyurmuşlar. Eğer bunca bedelin ardından bunlarla mutlu oluyorsak hiçbir sey öğrenmemişiz demektir.

     Bir mücadele netlik üzerinden kitleselleşir. Netlik üzerinden hareket eder. Birşeye karşıysak, o şeyin karşısına başka birşey koyduğumuz için karşıyız demektir. Şirin gözükerek mücadele ettiğimiz anlayışın gözüne giremeyiz, sadece onuurmuzu çiğnemiş, çiğnetmiş oluruz.

    Türk devletinin sosyal ve siyasal çalkantıları gündemimizde yer alabilir ama gündemimiz değildir. Bunca kahır, bunca gam, bunca bedel sömürgeci faşistlerle kucaklaşmak için verildi diye düşünenler varsa, buyursun kucaklaşsınlar. Bizler kendi kimliğimizle, kendi toprağımızda özgürce yaşamanın hayaline ve mücadelesine devam edeceğiz.

İlginizi Çekebilir

Cavidan Rawer: Tanrının Yorduğu Kadınlar -6
Uğur Güney Subaşı: Utanmak

Öne Çıkanlar