Sisin arkasında kalan bir görüntünün yorumlanması gibi. Herkesin bakıp, kendi açısından yorumladığı bir görüntü bu. Sisin dağılmasını ve arkasındaki gerçeklikle kendi gerçekliğimizin uyuşmasını bekler gibiyiz.
Lozan anlaşması Türkler açısından Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe gömülüşü ve Türk ulus devletinin kuruluşu olarak kabul edilmekle beraber resmî tarihe göre bir başarı ve kuruluş belgesinin “yedi düvel” tarafından onaylanmasıdır. Kürdler, Ermeniler, Rumlar ve Süryaniler açısından ise soykırıma uğratılmaları, işgal edilen toprakları, tarihleri ve kültürleri üzerinde bir devletin kuruluşudur. Uğradıkları zulmün onaylanması ve devamına destek olunmasıdır.
Lozan anlaşması birinci dünya savaşından sonra yeniden şekillenen ve bölge sınırlarının belirlendiği bir anlaşmadır. Bir anlamda, Çarlık Rusya’sının yıkılışının ardından kurulan SSCB’nin, ezilen uluslar ve sınıflara örnek olmaması, devrimin ihraç edilmemesi için arada tampon görevini görecek bir devletin varlığına ihtiyaç duyulması ve bu devletin de her iki i̇deolojik görüş açısından güvenlik sorunu yaratmaması kayda bağlanmıştır.
Lozan konferansına katılan Türk heyetinin belirlenmesi Türk devleti içinde sancılı bir sürecin ardından gerçekleşmiştir. M. Kemal Osmanlı diplomatlarını, devlet görevlilerini ve hatta savaş süresince komutanlık ettiği bilinen kişileri devre dışı bırakarak, yeni devleti simgeleyecek ve kendisine bağlılıkta sorun yaratmayacak bir heyet hazırladı ve gönderdi. Konferansı düzenleyen ülkeler Osmanlı ve Ankara yönetimi olarak ikili bir yönetim sergileyen taraflar arasındaki bu durumdan yararlanmak için her iki tarafa da davet gönderdiler ama M. Kemal siyasi bir hamleyle Osmanlı saltanatının mecliste kaldırılmasının önünü açtı ve temsiliyeti Ankara yönetimine bağladı. 1 Kasım 1922’de mecliste tartışmaların uzaması üzerine bir sıranın üstüne çıkarak …”bu mutlaka olacaktır… fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir” diye ünlü konuşmasını yaptı ve itiraz edenleri susturdu. Hatta birinci mecliste yüksek sesle çıkan itirazları susturmak için erken seçim kararı alındı ve oluşan ikinci meclis artık kendisine bağlı, dediklerini uygulayan “vekillerden” oluşmaktaydı.
Lozan M. Kemal ve kadroları açısından bir başarıydı. “Kurtuluş Savaşı veya Milli Mücadele” adını verdikleri süreçten kazançlı çıkmış ve yıkılan Osmanlı İmparatorluğu yerine yeni ve kendi egemenlikleri altında bir devlet kurmuşlardır. İttihat ve Terakki Fırkası’nın güçlü kanadı Enver, Talat ve Cemal tasfiye edilmiş, yetki M. Kemal’e kalmıştı. Çok geçmeden yönetim şekli olarak cumhuriyeti ilan edeceklerdi. Dikkat çekici bir nokta ise Lozan’a giden heyette diplomat yoktu.
Lozan birçok anlaşmanın imzalandığı bir belgeler dizisiydi. Bazı maddeleri önemi açısından yazmak günümüze ışık tutması anlamında gereklidir. Bunlar:
– Ermeni devletinin kurulmaması için garanti alınması,
– 01-08-1914 ile 20-11-1922 arasında işlenen suçların af kapsamına girmesi (böylelikle Kürd, Ermeni ve Rum soykırımları sorumlularının bu suçlardan kurtulması),
– Süleymaniye, Kerkük ve Musul’un istenmesi, Fırat yolu, Dera Zor egemenliği talebi gibi maddeler konferansı düzenleyen ülkeler açısından kısmen dikkate alınmadı. Dikkate alınan maddeler ise günümüz Irak ve Suriye sınırları içerisinde yer alan taleplerin kabul edilmemesiydi. Ancak o günden günümüze baktığımızda Türk devletinin bu maddeler hakkında ısrarı ve niyeti halen sürmektedir. Bugün Rojava’da işgal edilen bölgeler, Güney Kurdistan’da kurulan üs adı altındaki işgal bölgeleri ve Güney yönetiminin Türk devletinin güdümünde olması anlaşmanın kalıcılığı ve değişmezliğini değil, yeniden revize edileceğini göstermektedir.
Lozan anlaşması yüzüncü yılına girerken, Kürdler açısından bu anlaşmanın niteliğinin ne olduğunu ve Kürdlere neye mal olduğunu anlatmak adına tam anlamıyla başarılı diplomatik bir çalışmanın yürütüldüğünü söyleyemeyiz. Kısa bir zaman dilimine sığdırılan bir konferans, panel, yürüyüş ve miting serisi, gerçekte bir iki sene önceden başlayarak, öncelikle Lozan konferansına katılan ülkeler başta olmak üzere sayıca daha cok ülkelerde gerçekleştirilmeli, Lozan anlaşmasının gerçekte bölgedeki halklar açısından bir zulümden başka birşey olmadığı anlatılmalıydı.
Elbette her anlaşma gibi Lozan anlaşması da karşılıklı görüşmeler, halkları ve devletleri ikna ederek değişecek bir anlaşma değildir. Güce dayalı olarak, ‘zor’un kullanılıp, zalime diz çöktürüldüğünde ortadan kalkacak bir anlaşmadır. Tarihten biliyoruz ki her yönetim, güce başvurup zafer kazandığı ölçüde dikkate alınır ve kendi egemenliğini kurar. Bugün Rojava’da halkların bir toplum sözleşmesi üzerinde anlaşıp, zor kullanarak yaşadıkları topraklar üzerinde egemenliklerini kurmaları da böyle olmuştur. Birçok devletin sınırları böyle değişmiştir.
Üçüncü dünya savaşının yaşandığı Ortadoğu’daki politik gelişmelere baktığımızda bu savaşın bir süre sonra daha da görünür olacağı, yanan ateşin kıvılcımlarının Türk ve İran devletlerini de saracağı herkesin bildigi bir sürecin yaşananlarıdır. Tarihsel haksızlıkların savaşlar olmadan, karşılıklı anlaşma yoluyla düzeltilmesi bir niyettir, ama sadece iyi bir niyettir. Kurdistan’i işgal eden devletlerin silahlanmaya ayırdıkları bütçeler, egemenliklerinin değişmezliğine ilişkin çıkardıkları ve güçlendirdikleri yasalar, ırkçılık temelinde dayatılan ve benimsenen i̇deolojik süreçlere bakarsak, savaşın kitlelere inmesi fazla uzun sürmeyecektir. Bu nedenle bu devletlere yapılan barış çağrıları, kurşun seslerinin içinde usulca şarkıları söylemek gibi duyulmayacaktır.
Lozan anlaşmasının yüzüncü yıldönümünde Kürdler ayakta. Ulusal bilinç ve talepleri tam anlamıyla asimile edilemedi. Dünden daha güçlü bir örgütlülükle mücadeleye devam ediyorlar.
Varsın sömürgeciliğin kabul edildiği anlaşmayı kutsasınlar. Varsın “ilelebet payidar” kalacaklarına inansınlar O anlaşmayı biz zihnimizde çoktan çöp sepetine attık. Fazla uzun sürmeyecek çöp sepetinden alınıp yakılarak yok edilmesi. Çünkü o ateşi bağrımızda büyütüyoruz…