Bilinen bir gerçekliktir: Bireyler, örgütler ve devletler tarihte yaşananlara, tarihte durdukları yere ve tarihte aldıkları tutumlara göre simgesel bazı öğelere önem verir ve bunları açık veya gizli olarak yaşatırlar. Bu simgeler kimi zaman bir tarihe, kimi zaman tarihsel bir olaya, kimi zaman da simgesel bireylere atıfta bulunur ve birer değer içerirler. Geçmişten bugüne bir bağ kuranlar, bu simgeleri yaşatırlar. Bu simgelere uygun gelen maddi gerçekliklere uygun adımlar atarlar. Bu nedenle birey, örgüt veya devletler bu tür günlerde bir takım eylemliliklerde bulunurlar.
Örneğin Türk devleti Kürt isyanının lideri Şêh Seîd Efendi’yi 29 haziran 1925 tarihinde idam etmesinin üzerinden 74 yıl geçtikten sonra 29 haziran 1999 tarihinde başka bir Kürt isyanının lideri olan sayın Öcalan’a idam cezası vermiştir. Böylelikle “biz geçmişimizde aldığımız kararların ve iradenin hem sahibi, hem de devam eden bir anlayışın simgesel anlamda da uygulayıcısıyız” denilmiştir.
Geçtiğimiz hafta Lozan anlaşmasının 100. yıl dönümüydü. Bu tarihi anımsayan iki ayrı anlayış, durdukları yere göre tutum takındılar. Türk devleti kendilerine bir devlet veren bu anlaşmanın tarihini coşkusuz, halkın katılımının olmadığı gelenekselleşmiş bir şekilde devlet ricalinin açıklamalarıyla geçiştirip, bu anlaşmanın sonsuzluğa uzanacak olmasını vurgulayan açıklamalarda bulundu. Kürt tarafı ise, beklenildiğinin aksine ulusal bütünlükten eksik, katılımın fazla olmadığı ama kararlılığını ve anlaşmayı 100. yıl dönümünde bile unutmadığını, ilk fırsatta da çöpe atacağını gösteren bir eylemsellik sürecini başlattı.
Öncelikle kendimize bir soru sorarak konuya devam etmenin ön açıcı olacağını düşünüyorum. Ülkesinin bölünüp parçalanmasına karşı bir eylemsellik süreci başlatmak için neden yüzyıl beklendi? Başka benzer olaylarda neden yıl dönümü esas alınıyor da Lozan anlaşması için neden beklendi? Muhtemelen simgeselliğinin unutulmadığını göstermek için. Öyleyse devam edelim: yüzüncü yıl dönümüne uygun bir eylemlilik mi gerçekleştirildi, hayır. Iki günlük bir konferans süreci, yürüyüş ve mitingle sonlandırıldı. Elbette önümüzdeki günlerde yapılacak yeni etkinlikler olacaktır olmalıdır da. Ancak gününe uygun zayıf bir anma gerçekleşti.
Örneğin, bir kaç ay önceden planlanmış ve birçok ülkede gerçekleştirilecek fotoğraf sergileri, paneller, yürüyüşler, mitingler yapılabilirdi. Devletler düzeyinde hükümetler ve halklar aracılığıyla kamuoyu yaratılabilirdi, fakat bu olmadı. Sonuç bildirgesinin ise Lozan anlaşmasının maddelerinin ötesinde Kürtlerin iç ilişkilerine de değinmesi amaca uygun arac kavramının aşılmasını gösterdi diye düşünüyorum. Çünkü amaç Lozan anlaşması ve yarattığı sonuçların mahkum edilmesiyse, bunun yanına Kürtlerin iç sorunlarının dahil edilmesinin gereği pek yoktu. Bütün bunların dışında Kürtlerin Lozan’ın 100. yıl dönümünde halen örgütlü, haklarının talepkarı ve mücadelecisi olduğu gerçekliği, eksikliklerin ileride tamamlanacağını gösterir bize. Ulusal bir tavrın olmamasının gerekçeleri çoğaltılabilir ancak konferans düzenleyicileri bütün Kurdistanî partilere davetiye gönderdiklerini KDP’nin katılım sağlamadığını açıkladılar. KDP veya başka davet edilen Kurdistanî bir partinin Kurdistan Özgürlük Hareketi ile i̇deolojik, program veya sömürgecilere bakış açısı bağlamında farklılık olabilir ama sonuçta Lozan anlaşması Kurdistan’ı bölen bir anlaşmadır. Bırakalım Kurdistanî partileri, her Kürt bireyinin bile karşı çıkması gereken bir anlaşmadır. Bu konuda tavırsız kalmak, anlaşmayı onaylamaktır.
Lozan anlaşması Kurdistan’ın bölünüp parçalanarak dört sömürgeci devlete verilmesinin, bunun da silahların zoruyla gerçekleştirilen ve dönemin emperyalist güçlerinin desteğiyle yapılmış olduğu bir gerçeklik midir, evet, öyledir. Öte yandan Lozan en başta Türk devleti tarafından çiğnenmiş midir? Örneğin 39/4-5 maddelerinin ana dil kullanım hakkının engellenmesinden başlayarak, günümüzde Suriye toprağı olarak kabul edilen Rojava’da toprak işgali gerçekleşmiş midir? Evet. Peki bu duruma imzacı olarak bulunan (Birleşik Krallık) İngiltere, Fransa, İtalya Krallığı, Japonya, Romanya, Yunanistan Krallığı, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı ile gözlemci sıfatı ile bulunan ABD bir tutum alıyorlar mı, hayır. Türk devletine o gün de destek sunuyorlardı, bugün de sunuyorlar. Çünkü çıkarları bunu gerektiriyor.
Lozan anlaşmasının işlevsiz hale getirilmesi imzacı devletlerin müdahalesiyle olmaz. Heleki Türk devletinin Lozan’da belirlenmiş sınırları ve insani hakları bile dikkate almaması, aslında bu anlaşmanın doğduğu andan itibaren bitkisel hayata mahkum olduğunu gosterir. Bugün soykırıma karşı direnen Özgürlük Hareketi, Lozan anlaşmasının Kürtler açısından yok hükmünde olduğunu ilan etmiştir. Lozan anlaşması ancak, imzalandığı koşullarda değişir. Ne ortak bir yaşam anlayışı, ne de Türk devletiyle diğer devletleri ikna temeline davet ederek değişmez. Tarihte de onlarca örneği görülmüştür. Devletler ancak zor kullanarak kurulmuştur ve bu kuruluş mutlaka başka halkın toprağını işgal ederek gerçekleşmiştir. Bu nedenle Lozan anlaşması da ancak zora dayalı bir mücadele yöntemiyle ortadan kalkacaktır. Böyle bir durumda o gün Kurdistan’ın boğazlanmasına destek verip seyredenler, bugün de Türk devletinin boğazlanmasını gerçekleştireceklerdir.
Lozan anlaşmasının ortadan kaldırılması demek, sömürgeci devletler ile, sömürgeleştirilen Kurdistan’ın sınırlarının yeniden çizilmesi demektir. Öncelikle bunun gerçekleşmesi gerekir. Ondan sonra Kürtler nasıl yaşayacağına karar verecektir.
Yüzyıl sonra tarihin yeniden yazılacağı bir döneme girdik. Değişen emperyalist devletler ve tutumları, örgütlü ve mücadele eden Kürtler ile iktidar kavgalarından yorgun düşmüş, kurumsal olarak çöken ve bu haliyle emperyal hedeflerinin peşinde koşan Türk devleti bu sürecin baş aktörleridir. Ancak Türk devleti aktörlükten figüranlığa düştüğünü henüz görememektedir.
Lozan anlaşması Kürtlerin lehine değişecektir. Buna engel olup, revize edilmesini savunan her politik tutum kimden gelirse gelsin, karşı safta duruyor demektir. Bedel ödeyenler, o bedelin gerektirdiği hakkı da almak isteyeceklerdir. Çünkü Kürt halkı çok şey verdi, çok şey isteyecektir. Şehitlerine, gazilerine, tutsaklarına ve hayatı paramparça edilerek dağıtılanlara ödenmesi gereken bir borçtur bu.