Bir Newroz daha geride kaldı ve görkemle kutlanmasının ardından yapılan yorumlara baktığımızda kimilerine göre cevabı netleşmemiş soruların olduğu görünüyor. Newroz’un bir bayram olarak kutlandığı için katılımın bu kadar çok olduğu, kitlenin siyasi talepler yerine sadece bayram kutlamasına katıldığı yazıldı. Bu sorunun karşılığında en basit cevap olarak “Kürtlerin sadece bir bayramı mı var?” diye yazıp geçebiliriz ama sosyal ve siyasal konular evet/hayır ikilemine sığmayacak kadar derin olduğu için üzerinde fikir yürütülmesi gerekir.
Öte yandan Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin dışında farklı bir oluşumun da bir otelde Newroz kutlaması da eleştiriden daha çok alay konusu oldu. Otelde kutlanmayıp bir sokakta kutlansaydı; söylenecek söz, eleştirilecek nokta olmayacak mıydı?.
Politik tercihler tarihin her döneminde olabilir, olması da doğaldır. Çünkü kimsenin farklı birşey söylemediği, herkesin aynı şeyi tekrar ettiği bir yerde ortaya çıkan tekdüzelik bir süre sonra çürümeye doğru gider. Ancak temel nokta, temel ayrım şudur: bu farklılık neye hizmet etmelidir? Savunulan kitlenin sosyal ve siyasal taleplerinin gerçekleşmesi yönünde ilerici bir adım veya ileriye doğru götüren bir ivme görevini mi görmelidir, yoksa varolan durumu tümden reddedip ama yeni birşey de söylemeyip, yıllardır söylenegelen pratiğe dökmeden “laf ola beri gele” türünden gündemi meşgul mu etmelidir? Eleştiri bu yönden yapılırsa bir karşılığı olur, yoksa politik bir mücadelenin sayısallığının alay konusu olmasıyla değil. Bir siyasi görüşün maddi yığınlar tarafından desteklenmesi, görünürlüğü sağlamanın ötesinde bir anlam, bir güç ifade eder ve mücadeleyi kitleselleştirir ancak belirli dönemlerde maddi yığınlar tam anlamıyla harekete geçemeyebilirler. Bu nedenle bakış açısının anlaşılması gerekirki doğru eleştiri yapılabilsin.
Otel kutlamasının mimarlari Kurdîstan Özgürlük Hareketi’ni başından beri olumlamayarak, ama temelden yoksun popüler söylemleri ifade ederek varlıklarını sürdürmektedirler. Örneğin “Kurdîstan kurulmalıdır” diye cümleye başlayıp sonra da günlük yaşamlarına devam etmek bir çelişkidir. İşgal edilmiş bir ülke varsa, bu işgal söylemle sonlandırıl(a)mıyor, hayatın bir gerçekliği olarak silahlı mücadeleyle gerçekleşebiliyor. Peki bu grup bu konuda ne yapıyor, koskoca bir hiç. Hem sömürgeciliğe karşı olup hem de sömürgeciliğe karşı şiddete başvurmadan basın toplantıları ve açıklamalarıyla günü kurtarıyorlar.
Unutmadık, hafızamızda duruyor: İ. Güçlü‘nün Türk tvlerine çıkıp Kurdîstan Özgürlük Hareketi ve önderi hakkında söylediklerini. Bir siyasi üslup, bir siyasi ahlak ve yurtseverlik gereği olarak sömürgeci tvlere çıkılıp mücadele edenlere hakaret edilmemelidir. Hem Kurdîstan Özgürlük Hareketi’ni eleştirip hem de sömürgeci devletin tv’sine çıkmak kendi içinde bile tutarsızlıktır. Madem özgür bir vatan parçası isteniyor, öyleyse kuşanın silahları ve halkın peşinizden gelmesi için savaşa başlayın. Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin hangi insani sömürgecinin tv’sinde görünüyor? Sur, Cizre, Nusaybin katliamlarında neredeydiniz? Söylenecek söz çok ama gereği yok. Eylem her zaman için öncülük eder.
Bu oluşumların bizlere söyleyecek yeni bir sözleri yoktur, güneşin altında söylenecek her sözü söylemiş ve şimdi de içten içe mücadelenin gelinen noktasının hazımsızlığıyla yaşamaktadırlar. Eleştiri adı altında yaptıkları da maalesef sömürgecilikle paralel fikirlerin ifadesinden başka birşey değildir.
Mücadeleyi başlatanların kavgaya davetini olumlayarak katılan halkın bayram gününü siyasal mücadeleye çevirmesi, siyasal taleplerin sahiplenilerek alanları doldurması dört bir yandan saldıran sömürgecilere ve işbirlikçilerine net bir cevap olmuştur. Kürt halkı bir halkın göreceği zulmün biri hariç hepsini gördü diyebiliriz. Geriye kalan zulüm ise sömürgeciler tarafından kullanılmak üzere en sona saklanmıştır. Bastırılamayan isyanın dağlardan şehirlere inerek daha da kitleselleşmesi karşısında en son olarak Kurdîstan coğrafyasını boydan boya kana bulayarak ve taş üstünde taş bırakmayarak çekilip gidecekleri noktada yürürlüğe girecektir, bundan kuşku duyanlar dönüp geçmişe baksınlar. Sur, Cizre, Nusaybin, kimyasal silahların kullanıldığı medya savunma alanları birer örnektir. Benzer süreçlerin yaşandığı ülkelerde uzun süreli devam eden çözümsüzlük durumu bir noktada değişmek zorundadır.
Çünkü çürümenin getirdiği değişimi belirleyen,; savaşan tarafların kararlılığı, ısrarı ve maddi gücüdür. Sömürgeci TC bunun farkında olduğu için Erdoğan sonrasının hazırlıklarına çoktan başladı ancak iç çelişkileri göstermektedirki, gerek soykırım üzerine kurdukları ve askeri-bürokratik, oligarşik bir yapıyla bugüne gelen ve Kürt isyanı karşısında temelleri çöken ve Erdoğan’ın da kendisinden sonraya kalacak toplum ve devlet yapısını bozarak işlemez hale getirmesiyle söyleyecek sözü olmayan bir devletle karşı karşıyayız. Bu nedenle barış denilen kavramın uzağındayız. Zindanda katlettiklerine cenaze arabasını vermeyerek bir tutum sergiliyorlar amaçları sadece acı çektirmek değil. Bin kez yazdık, söyledik: sorun AKP-MHP faşizmi değil, sömürgeciliğin karakteristik yapısıdır. Mevcut iktidar yıkıldığında yerine gelenlerin demokrat olacağını sanmak yanılsamadan başka birşey değildir.
Öte yandan alanlara akan milyonların getirdiği enerjinin mücadeleye aktarılması gerekir. Yoksa bir noktada bu kalabalık Newroz kalabalığından başka birşey ifade etmez. Bütün baskılara rağmen direniş varsa, itiraz ve sahiplenme varsa doğru temelde gelişecek netleşmiş politik tutum, kitlelere bir yön çizecektir. Aksi halde kendiliğinden oluşmuş, politik bir talebi olmayan ve süreçte dağılacak olan kalabalıktan başka birşey olmayacaktır.
Sonuç olarak, kavgaya çağıran sesin kavgaya önderlik ettiği, bütün baskılara rağmen Kürtlerin susturulamadığı bir Newroz yaşandı.