Ali Engin Yurtsever:  Oknos’un İpleri ve Devleti Kurtarmak

Yazarlar

           Semavi dinlerden önce de dinler vardı. İnsanların düşünce ve bilinç sürecinin gelişmesi, bütün üretim ilişkilerinin maddi üretim sürecinde kaçınılmaz olarak bir “yaratıcıya” gereksinim duydu. Çünkü felsefi düşüncenin ortaya çıkması ve hayatın neden-sonuç ilişkisi bağlamında yorumlanması için böyle bir gereksinim zorunluluktu.

           Ve yaratılan “yaratıcılar”, insan beyninin birer ürünü oldukları için insanlara benziyorlardı. Kızıyor, öfkeleniyor, gülüyor, ceza veriyor ya da affediyorlardı. Semavi dinlerdeki yaratıcıdan tek farkları biçim olarak vardılar ve genel anlamıyla “insansı” özellikleri varsayılarak tasvir edilmişlerdi. Elbette doğaüstü güçleri unutulmadan. Semavi dinler ise yaratıcıları teke indirgediler, öyle biçimlendirdiler ve görünmez kıldılar.

          Oknos… Mitolojide ağır cezalara çarptırılanlardan biri. Son derece kararsız olup sürekli karar değiştirdiği için Zeus’u kızdırır ve Zeus tarafından kendisine bir hasır ipi örme cezası verilir. Oknos bu cezanın kolay olduğunu düşünerek ipi örmeye başlar ve kısa sürede bitireceğini düşünür. Ancak farkına varırki, eşeği diğer taraftan Oknos’un ördüğü ipi yemeye başlamıştır. Ve Oknos sonsuza kadar sürecek cezanın ağırlığını anlar. Hasır ipi ne kadar hızlı veya yavaş örerse örsün, asla bitiremeyecektir, çünkü hasır ip diğer ucundan eşeği tarafından sürekli yenilmektedir.

          Karanlık birdenbire değil, ağır ağır sarar her yeri. Önce, aydınlık, dalından kopan bir yaprağın, salınarak yere düşmesi gibi usul usul gider, ardından yitirir parlaklığını dünya ve daha sonra zifiri bir karanlık sarar her yeri. Ama aydınlık öyle değildir, bir kibrit çöpünün yanışı bile koskoca bir karanlığı deler geçer.

           Faşizm de tıpkı karanlık gibi ağır ağır gelir. Önce kötü bir mizah olarak algılanan ve inanılması aklın sınırlarını zorlayan söylemler dile gelir, ardından da lokal olarak kabul edilen yasaklar varlığını gösterir. Her biri, birbirlerini takip ederek büyüyen kar taneleri gibi, halkalar halinde birleşen zincirler gibi, alışılarak hayatımıza girer. İlk itirazlar yerini kabullenilmişliğe, beddualara ve hesabının sorulması için birilerinin gelmesine devreder. Yasal kurumsallaşmasını sürekli büyüterek ve geliştirerek tamamlamaya devam eden faşizm, toplumsal kurumsallaşmayı da yerleştirmeye yönelir. Düşünülmeden kabul edilen buyruklar çoğu zaman bir “gözetimci’ye gereksinim duymadan kişiselleştirilerek topluma yayılan “gönüllü gözetimciler” ordusunu oluştururlar. Öyleki artık “büyük birader” olmadan da kişiler çoğu zaman faşist yasakları üreterek yürürlüğe koyarlar.

          Sömürgeci TC kuruluşundan itibaren tartışmasız faşizmle yönetilmiştir. Günümüzde varlığını artan yoksullukla birleştirerek toplumun bütün katmanlarına yayması, onu biraz daha görünür kılmıştır. Yoksa, sopası ve postalı her zaman sırtımızdan eksik olmadı. Askeri darbelerin hüküm sürmediği dönemlerde, kuruluş felsefesinin hayat bulmuş hali “Türklük Sözleşmesi’nin dışında kalanlara her zaman uygulandı. Elbette sömürgeciliğin ve faşizmin  bir bedeli olacaktı, oldu da. Ellerine çekici aldıktan sonra herşeyi çivi gibi görmeye başladıkları için temel politikaları “bölünmez bir vatan” üzerine kuruldu.

      Ancak, devletler de insanlar gibi ölümlüdürler. Bir varoluşları olduğu gibi bir yok oluşları da vardır, bakmayın öyle “ilelebet payidar kalacaktır” masallarına. TC, günümüze ağır aksak da olsa geldi ancak 1984 yılında başlayan Kürt isyanının getirdiği ekonomik-politik yük ve çözümsüzlük ile son 20 yıla damgasını vuran Erdoğan yönetimi TC’nin yıkılma sürecini hızlandırdı. Çünkü temel hedef olarak ülke kaynaklarını soyup, kişisel servet edinmek ve yapabilirlerse ılımlı islam cumhuriyetini kurmayı belirlediler.

      HDP kongresi tıkanan TC siyasetinin ortasına deyim yerindeyse bomba gibi düştü. Onca tutuklamaya, baskıya rağmen halk, talepleri adına partiye sahip çıktı. Çünkü HDP sıradan bir muhalefet partisinin çok ötesinde geleneği, tarihsel talepleri ve ödenmiş bedelleri olan bir partidir. Yönetim kadrosunda yer alanların isimleri değil, mücadele tarihinin amaçları ve bedellerinin sahibi olduğu bir partidir.

     Iktidar ve kendisini muhalefet olarak adlandıran (HDP ve gerçek sol partiler dışındaki) partilerin somut hedefi TC’nin iktidar değişse bile devlet olarak ayakta kalma politikası olduğu için şimdi elbirliğiyle yıkımdan kurtulmanın yollarını arıyorlar, arasınlar: bulabilirlerse.

    İşte HDP bu nedenle TC politik sahnesinde önemli bir yere sahip oldu. Dahil olacağı veya destekleyeceği bir ittifak seçimlerde başarı sağlayacaktır. Ancak HDP bunu bir koz olarak kullanmak yerine ilkeler bazında hareket edeceği için siyasi durum biraz daha derinleşen bir krize sahip olacaktır. HDP kitlesi, diğer partilerin kitlelerinden daha yakıcı taleplere sahiptir. Sadece siyasal ifade özgürlüğü ve ekonomik düzelme talebinden daha derin ve çelişki olan talepleri vardır. Kimliğinin tanınması, insani haklarının iade edilmesi, toprak işgalinin sonlandırılması gibi, daha onlarca ve karşılanması konusunda ısrarcı olduğu talepleri vardır.

    Erken seçimlerin haziran 2022 tarihinde olacağı, farkli bir gelişme olmasa kehanet değildir. AKP-MHP fasizminin yıkılması mı, TC’nin yıkılması mı tartışması ayrı bir yazı konusudur. Gidenlerin yerine gelecek olanların ittifakı bizlere neyi vaad ediyor, cumhuriyeti yeniden ayağa kaldırmayı ve bu süreçte de ağzımıza bir parmak bal çalar gibi gönüllerinden geçen özgürlük alanını mı, yoksa özyönetimimizin olacağı bir sistemi mi? Somut olan gerçeklik şudur: hiçbir TC partisi devletlerinin üniter yapısının parçalanmasını istemez.

    HDP İstanbul kongresindeki devasa desteği nasıl okuyor bilemeyiz ama bunu şimdiki politikalarının doğruluğu, cumhuriyetin resterasyonu ve sadece nefes aldığımız bir siyasal ortamın sağlanması konusunda destek olarak okuyorsa, yanlış okuyordur düşüncesindeyim.

    Bütün olanlardan geriye kalan: bizler, baldırı çıplaklarız, bizler hayatı paramparça edilenleriz. Bu iki kelimenin içi binlerce acıyla doldurulacak niteliktedir. Ekonomik zenginlikler veya konformist kelimelerle süslenen hayatların peşinde değiliz. Hesabı sorulması gereken acılarımız var.

    Nasılki Oknos, hasır ipi örünce bitireceğini düşünüp, önüne bakmadan örmeye devam ettiyse, içimizden birileri de “AKP-MHP faşizmi gidince kurtulacağız, herşey istediğimiz gibi olacak” diye düşünüp, son hızla ittifaklara katılmaya ve bu devletin, var olduğu sürece asla olmayacak demokrasiyi kurmaya çalışabilirler. Ama unuttukları gerçek şudur: Oknos’un ipi yiyen eşeği vardı ve ipi örmeyi hiç bitiremeyecekti.  Burada da hayatımızı yiyen TC var ve tarihten silinmediği sürece bizlerin hayatını yemeye devam edecektir.

   Oknos’un umudunu taşıyanlar olabilir ama biz biliyoruzki Oknos mitolojik bir öyküydü ve biz mitolojiye değil, yaşadığımız gerçekliklere bakıyoruz. Çünkü hayat bizi yalanlamıyor…

İlginizi Çekebilir

Temel Demirer: Edebiyat Sarsarak, Yıkarak Yenile(ni)r
Müslüm Yücel: İktidar basını Sırrı Süreyya’dan ne istiyor?

Öne Çıkanlar