“Bir hücre evine girdiğinde savaşçıların içinde kadınlar varsa önce onlara ateş etmelerini istiyorduk özel harekat timlerinden. Çünkü kadın savaşçılar erkek savaşçılara göre daha kararlı daha gözüpek oluyorlar ve beklemeden ateş ediyorlardı. Erkek savaşçılar ise genelde duraksıyor ve bir kararsızlık yaşıyorlardı”. *
Elbette İngiliz polisinin bu tavrı dalga dalga diğer ülkelerin polislerine de eğitim olarak yansımıştır. Çok iyi biliyoruzki dünyadaki devlet örgütlenmelerinde görev alan işkenceciler, direnişçilere uygulayacakları her şeyi birbirleriyle paylaşmaktadırlar.
9 Ocak 2013 tarihinde Paris’te üç Kürt kadın direnişçi TC görevlisi Ömer Güney tarafından öldürüldü. Öldürülenlerin kimliği ve Kürt Özgürlük Hareketi içinde üstlendikleri sorumluluklara baktığımızda son derece seçici, üzerinde uzun süre çalışılıp verilmek istenen bir mesajla karşı karşıyayız. Genel anlamda unutulmaması gereken kuralın bir kez daha hatırlanması gereken bir mesaj verildi. Neydi o mesaj: TC’ye, barış kelimesini bir bayrak gibi sallasa, bir slogan gibi haykırsa bile asla güvenilmeyeceği gerçeğiydi.
Günümüzde bir çok devlet aidiyet hissettiği geçmişinden bugüne kadar gelen tarihsel süreçte savaştan barışa gidebilmeyi iğrenebilmiştir. Savaştığı gücün varlığını kabul edebilmiştir. TC bu konuda tek istisna olarak kendisini hep haklı görmekte, savaştığıyla barışmayı bilememektedir. Barış görüşmesi dediği anda da aklındaki tek şeyin karşı tarafı tuzağa düşürmekten başka olmadığını defalarca ispatlamıştır.
Kıbrıs işgaline, “Barış Harekatı”, Zindan katliamına “Hayata Dönüş”, Efrîn işgaline “Zeytin Dalı Harekatı” adını vermesi ise ironiden de öte alçaklık tarihinin mümtaz sayfalarındaki yerini başka bir devlete kaptırmamak istemesindendir.
Paris katliamı üzerine çok yazıldı, çok konuşuldu. Özgürlük Hareketi’nin bu konudaki eksiklikleri, Fransa devletinin TC ile olan işbirlikçiliği ve daha bir çok şey defalarca dile getirildi. Ancak Paris’te dökülen kanımız henüz yerden kalkmadı, döküldüğü yerde kanıyor. Her sene adalet istiyoruz ama o adaleti de TC ile işbirliği yapmış Fransa’dan istiyoruz.
Bu konu tartışmaya açık bir konudur. Bir yanıyla yanlış diğer yanıyla doğrudur. Yanlışlığı: katillere yardım eden, bugüne kadar da katliamı örtme gayretinden vazgeçmeyen bir devletten istemek, doğruluğu: katilleri ve işbirlikçilerini kendi hukuklarında mahkum ettirebilmektir.
Öfkemiz dinmiyor, dinmeyecek de. Kırk yıllık mücadelede Kürt halkı ve dostları sokakları hiç terk etmediler, etmeyecekler de. TC bu katliamın belki bir kaç protestodan sonra unutulacağını düşünmüş olabilir ancak unutulmadı, unutulmayacak da. Fransa hukuku istenen adalet için ağırdan almakta, siyasal olayların gidişine göre zamanı beklemektedir.
TC karşısında elinde koz olarak tutmaktadır ama er ya da geç o adalet sağlanacaktır. Yarına kalacak ama yanlarına asla kalmayacaktır. Yine bir çözüm sürecinin dillendirildiği bugünlerde bu katliam aklımızdan hiç çıkmamalıdır. Bu katliamda adı geçenler de unutulmamalıdır.
İngiliz polisleri önce kadınların vurulmasının o örgütün savaş gücü ve iradesinin kırılmasına yol açacağını tavsiye ediyordu diğer ülke polislerine. Bu tavsiye Kürt Özgürlük Hareketi’nin kadın direnişçilerinin çelik iradeleri karşısında tuzla buz oldu. Bugün Kürt kadınları Rojava devriminde de en önde sorumluluk alıp tarihin en güzel yerinde yaşamı güzelleştirdiler.
Paris katliamının hesabı belki bugün kanayan yaramızdır ama o yara mutlaka sarılacaktır. Dünya tarihi direnişlerin son sayfalarında direnişçilerin katillerinden sorduğu hesapları da yazar, sadece direnişçilerin kanlarının döküldüğünü değil.
Paris şehitlerimiz, mücadele tarihimizin onurlu sayfalarında kalacak ve önümüzü aydınlatacaktır.
///
*E. Mac Donald/ Önce Kadınları Vurun