Yorgun bir devletin yorgun ve hantallaşmış Kemalist bürokratik yapısı uzun süre elinde tuttuğu iktidarı Kemalistlerle anlaşma yoluna giden islamcılara teslim etmek zorunda kaldı. Bu zorunluluk kuruluşundan itibaren zincirleme devam eden haksızlıklar ve yok sayılmaların bir ürünüydü. Devletin el altından büyüttüğü bir kesimdi. Yönetim anlayışlarının ve sınırların değiştiği bir dünyada her alanda tekçi bir anlayışa dayanan Türk devleti bir noktada değişimin zorunlu olduğunu görüyor ama bu değişimin kendi varlığına son vereceğini de bildiği için islamcıları iktidara davet ederek kendince değişimi gerçekleştirdiğini düşündü. Islamcıların aslında devlet dışı olduğunu düşünmek pek doğru bir çıkarım değildi.
Hiç kuşkusuz “mütedeyyinler” hariç geri kalanların çoğunluğu din uğruna değil de çıkar uğruna yaşadıkları için devlette yer almayı isteyerek kabul ettiler. Bu noktadan hareketle aynı çizgide oldukları ve iktidarı hedefleyen F. Gülen çizgisini de tasfiye etmeyi üstlendiler. Kemalizm bu noktada da bilinçli bir politika izleyerek kendini dışarda tutmayı başardı. Yüz yıllık rövanş veya nihayet islam iktidarının altyapısı denilerek inanan kesimlerin de desteğini alan Erdoğan ve kadroları sadece beraber yürüdükleri F. Gülencilere değil, Kürtlere de devletin bütün baskı olanaklarını kullanarak yöneldiler.
Kemalizmin bir şekilde yürüyen yürütme, yasama ve yargı üçgenini yerle bir ederek herşeyi tek elde toplayıp, hukuksuzluktan başlayarak hiçbir kural tanımadan keyfi bir yönetimi ilan ederek muhalif olan veya muhalif potansiyeli taşıyan herkese yöneldiler. “Bağımsız mahkemeler” denilen kurumlarla onlarca yıl cezalar verildi. Kayyum denilen kuklalar, zindanlar birer cehenneme dönüştü. Talan edilen ekonomi, servet transferinin yapıldığı ve bir anlamda yeni bir oligarşinin oluşturulmaya çalışıldığı bir görev üstlendi. Hızla yoksullaşan kitleler geleneksel olarak sorgulama ve hesap sorma yetisine sahip olmadığı için bu durumun Kürtlerden ve mülteci/sığınmacı/göçmenlerden kaynaklandığına inanarak, zaten genetik yapılarında bulunan ırkçılık ve faşizmin bayrağı altına girdi. İşgal edilen Kurdistan için “bizim ne işimiz var başka topraklarda?” diye sormayıp avuçları patlarcasına alkışlayıp-ki bu alkışlar tepeden tırnağa hepsinin ellerinden geldi- şanlı! ordularına ve devletine selam durdular. Irkçı ve faşist iktidarların alternatifi yüz yıldır yine aynı düşünceyi taşıyan partiler oldu.
Bir anlamda haklarını teslim etmek gerekir. Iktidar uğruna girmeyecekleri bir şekil yok. Herkesle, her an yol yürüyebilir, kendi hedefleri başarılı bir şekilde kitlelerden gizleyebilirler. Örneğin “Çözüm Süreci” diye bala batırıp gözümüze soktukları dönemde, süreç devam ederken Ekim’14 tarihinde MGK’de “Çökertme Planı” kararı alıp pratiğe döktüklerinde Kurdistan Özgürlük Hareketi dışında bu durumu deşifre eden olmadı. Sahte solundan, sahte sosyal demokratına kadar hepsi bu illüzyona kapılmaya başlamıştı. Kemalist anlayışın kuruluşundan itibaren omurgasız bir şekilde Lenin’den başlayarak günümüze kadar çıkarı olan her şeye yaslandığını hiç unutmamak gerekiyor. Ne ilke, ne duruş, ne de bir insani çizgiye sahip değiller. Yeterki kurulu düzenleri devam etsin.
Geldiğimiz noktada bu sistemin tıkandığı kendileri tarafından da kabul ediliyor artık. Başından beri yanlıştı ama dönemsel koşullar bir şekilde Türk devletine yaradı. Fakat şimdiki durum kendilerini de aşıyor artık. Bu nedenle siyasal İslamın ipliğinin pazara çıkmasını bekledikten sonra cilalanmış bir şekilde sahneye çıkmaya hazırlanan Kemalizm, hiçbir şekilde değişmeyeceğini bir kez daha gösterdi. Tek kazançları siyasal İslamın kitlelere nasıl bir hayat vaad ettiğinin ortaya dökülmesi oldu. Ne insan hakları, ne demokrasi, ne Kürtlere açtıkları savaş, ne de bütün olarak çöküşe gitmeleri önemli değil. Yeterki “Kürt anasını görmesin”.
CHP’nin seçimlerden dolayı kazandığı zaferin büyük bir bölümü iktidardan kesilen umut ile ilgili. Bu durum sadece CHP değil, diğer partileri de kapsıyor. Yani 22 yılın sonunda halen mevcut iktidara karşı kitlelerde umut yaratacak bir örgütlülük henüz netleşmiş değil. Yoksulluğa, savaşa, kayırmacılığa karşı kitlelere öncülük edecek bir parti öne çıkmış değil. Bir parti programı ne kadar ilerici olursa olsun, kitlelerin yaşamına etki edemiyorsa güçsüz demektir. DEM Parti görünür olsa bile elbette devletin nefes aldırmamacasına tüm kurumlarıyla üzerine yüklenmesini, mahkemeler yoluyla susturmaya çalışmasını unutmamak gerekir. Ancak verili durum kitlelerin öncüsüzlüğünü gösteriyor.
CHP neden başta Kürtler olmak üzere ezilenler, ötekileştirilenler ve kimlikler üzerinde bir umut yaratamıyor? Çünkü böyle bir iddiası yok. Kendisine tevdi edilen iktidarı alacak ama başka yapacağı bir şey yok. Bugüne kadar ne Kürtlerle barış, ne halkı soyanlardan hesap sorma, ne de hukuksuzca hayatları çalınanlar için bir manifesto hazırlamış değil. Erdoğan’ı erken seçime bile zorlamıyor. Vekillerin emeklilik haklarını kazanması için daha 1,5 sene beklemeyi, halkın yoksullaşmasını ve sorunların kronikleşmesini tercih ediyor.
Devlet Ortadoğu’da gelişen savaş ortamını kendi lehine çevirmek için her türlü koşulu değerlendiriyor. “Katil Esed” bir anda “Sayın Esed” oldu, yakında yeniden kardeş de olur. Suriye’nin görüşmeler için ilk şart koştuğu “Türk devletinin işgal ettiği alanlardan çekilmesi” çok zor. Göstermelik bir iki yerden çekilip Kürtlerin topraklarında işgal ettiği yerlerden çekilmesi tabiatına ters. Buralarda ya özerk yönetimlere saldırarak ortak yönetimi önerecektir, ya da tıpkı Kıbrıs’ı işgal ettikleri gibi zamana yayılan çözümsüzlüğü sürdürecektir. CHP bu konuda da devletiyle uyumlu. Esad ile görüşeceklerini açıkladılar. Bu demektir ki sürdürülen politikayla uyumlu bir görüşme olacaktır. Gelecek dönem tasfiye edilmiş siyasal islamcıların yerine revize edilerek iktidara gelecek olan CHP’nin varlığını gösteriyor.
CHP’ye umut bağlayan, devletin değişeceğini sanarak mücadele hattını zayıflatan her beklenti, CHP tarafından tasfiye edilecektir. Çünkü ne şimdi, ne de gelecekte CHP şöyle bir açıklama yapmayacaktır:” Devletimizin kuruluşunda Kürtlerin, Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin ve diğer halkların kanını döktük, bunu bugüne kadar da sürdürdük. Şimdi işgal ettiğimiz her yerden koşulsuz çekiliyoruz. Her halk istediği gibi yönetilmenin kararını verecektir. Bütün siyasi tutsakların özgürlüğünü hemen sağlıyoruz”…
Yeni dönem, demokrasicilik oyunu oynayan devlete karşı daha zor geçecektir. Çünkü şimdiden estirilen “yumuşama” rüzgarı kitlelerde sahte umut yaratacaktır.