Ali Engin Yurtsever: Ortaçağ Karanlığından Günümüze

Yazarlar

Tarih ileriye doğru akar. İnsanın günlük mücadelesinin hep daha iyiye, hep daha ileriye doğru aktığı genel anlamıyla kabul edilse bile tarihsel süreç içinde bu akışın zaman zaman geriye doğru ilerlediği de görülür. Bireyler veya toplumlar bazen ileride bedelini ağır ödeyecekleri tercihlerde bulunurlar ve ileriye dair ne varsa kendi elleriyle yok ederler. Tarihin akışını yavaşlatır, o güne kadar bedel ödenerek elde edilen insanlık kazanımlarını, görmezden gelirler.

     Böyle dönemlerde kişi kültü alabildiğince gelişir. Bir halk veya toplum yaşadığı ekonomik-politik baskının altında kurtuluş yolu olarak kişiye sığınırlar. O kişinin artık her sözü ve her eylemi özel bir önem atfedilerek kutsallık olarak kabul edilir. Faşist yönetimler her zaman tarihin böyle dönemlerinde öne çıkarlar, bir kişinin etrafında oluşan büyülü çember, kitleleri kendine çeker. Kişi kültünün hayata bakışıyla şekillenen görüş, kitleleri sarar ve uçuruma giden yolun taşlarını hep birlikte döşerler. Elbette karşı cephede de kişiyle bütünleşen direniş hareketi yer alır. İki lider tipinin farklılığı yönetim anlayışı farklılığını içerir. Bu cephede yer alan lider kültü, koşullar gereği bir noktada kendi tabanı tarafından durdurulur.

    Sadece diktatörlükle açıklanmayacak bir yönetim dönemindeyiz. Otokrat tanımını da kapsayan bir dönem bu. Bu nedenle “bakın muhalefet konuşabiliyor, örgütlenebiliyor” diye sürekli dile getirdikleri politik ortamın “demokratik” koşulları bundan kaynaklanıyor. Böylelikle hem peşlerinden sürükledikleri ve sayıca çoğunluk içeren kitlelere kendilerini savunacak argümanları sunuyor, hem de kendilerine karşı muhalefet eden gücün, kitlesiyle olan bağını kesmeyi hedefliyorlar.

    Ortadoğu yönetimlerine ve Kurdîstan’ın sömürgecilerine baktığımızda yönetimin adı ne olursa olsun, otokrat, diktatörlük ve despotik bir yönetimle yoğrulduğunu görüyoruz. Elbette faşizm üniformasının da çeşitli renklerde karşımıza çıktığını unutmadan. Değişen dünya, gelişen teknoloji ve bilgiye ulaşımın geçmişe göre daha da kolaylaştığı bir zamanda, alabildiğine gelişen ve kitleleri saran cehaletin başka nasıl bir açıklaması olabilir.

   Başta ABD olmak üzere Avrupa ülkelerinin desteğiyle Brzezinski’nin politik stratejisiyle 1970’li yıllardan itibaren uygulamaya konulan ve SSCB ile Çin temel hedef alınarak uygulamaya konulan plan uyarınca “sosyalist” ülkelerin etrafı çevrilecek, burada bulunan ve din ağırlıklı bir yönetim hedefiyle mücadele eden “muhalefet grupları” her türlü yardımla desteklenecek böylelikle dünya “sosyalist” yönetimlerden kurtulacaktı. Bu plan uyarınca başlatılan mücadele gelinen 50 yılın sonunda, uygulamaya konulan bölgeleri kısmen hem ortaçağ karanlığına götürmek hem de uyuşturucu başta olmak üzere büyük ölçüde bir ahlaki çöküşün önünü açmak konusunda başarılı görünmektedir. Bugün Taliban’ın gerici yönetimi altında bulunan Afganistan’ın 50 yıl önceki toplumsal durumu basit örneklerden biridir.

    Yönetim değişiklikleri, hemen hemen aynı hedefleri bulunan ideolojik yapılarda, toplumda pek de önemli olan bir sarsılmaya yol açmaz. Ancak bir ideolojik yönetim hedefleniyorsa ve bunun için çok uzun yıllara dayanan bir altyapı çalışması varsa yönetim değişse bile toplumsal düşünce tarzı kolay kolay değişmez. Ortaçağ düşüncesinin temelini oluşturduğu yönetim şekli Ortadoğu’dan başlayıp Türk devletinin de yönetim şeklini ele geçirmiş görece “laik” olduğu sanılan yönetim ağır ağır yerini 1500 yıllık karanlığa bıraktı. Toplumsal yapı büyük bir oranda değişime uğradı. Bundan dolayı Hizbullah, Daiş, Taliban, cemaat evleri ve türevlerinin yayılıp dal budak sarması, kabul görmesi.

     Tarihin bu döneminde Kürt halkının direnişçileri özgür ve bağımsız bir toprak parçasında kendi kendilerinin efendisi olmak için ayağa kalktı ve laikliğin nüvesini oluşturduğu örgütlülüğünü ortaçağ düşüncesinin önüne koydu. Kendilerini dünyanın efendisi olarak gören Ortaçağ yönetiminin hamilerinin plan ve hedeflerinin önünde bir duvar olarak yükselen bu örgütlülük taban buldu ve günümüze kadar hangi isimle adlandırılırsa adlandırılsın, ilk adını hep korudu: PKK…

    Bugün Rojava’da yükselen laik ve yüzünü aydınlığa dönen toplumsal yapı, bu düşüncenin yansımasıdır. Bugün Kurdîstan halklarının, inançlarında özgür ve birbirine saygılı bir yaşamı kurmak konusunda adım atmaları bu düşüncenin yansımasıdır. Bugün PKK’nin bu kadar ağır saldırıya uğramasının altında sadece sömürgeciliğe direnmesinin yanında kurduğu yeni toplumsal yapının bu mihverde olmasıdır.

   Efrîn’de görünürde el değiştiren yönetim sadece isimden ibarettir. İdeolojik düşünce ve toplumsal taban aynıdır. Taliban’ın Kurdîstan’ın başkenti kabul edilen Amed’e sefer düzenlemesi ve Kurdîstan’ın birçok yerinde yükselen din tüccarlığının kendine uygun bir yönetim oluşturarak varlık göstermeye çalışması sadece Erdoğan’ın “imam-ı azam” olmak hevesinden kaynaklanmıyor. Önümüzdeki günler gösteriyor ki Kurdîstanlı direnişçilere diz çöktüremeyen Türk devleti ve işbirlikçileri şanslarını, çoktandır toplumsal tabanını oluşturdukları din tüccarı barbarlardan oluşan çetelerle deneyeceklerdir. Rojava’da işgal edilen bölgelere yapılan evler, ödenen maaşlar hep bu amaçladır.

    Eğer bir kibrit çöpü bile koskoca bir karanlığı yırtıp geçiyorsa, eğer karanlığa inat ellerinde kibrit çöpleriyle insanlar direniyorsa, korkuya yer yoktur. Gelecek: direnen ve aydınlık bir düşünceye sahip olan Kurdîstan ve bu düşünceyi sahiplenen halklarındır.

İlginizi Çekebilir

Kemal Okutan: Bir Kadın Milyonlarca Kadındır
Hakan Tahmaz: Suçların araştırılmasının dünü, bugünü

Öne Çıkanlar