9 Ocak 2013 tarihinde Paris’te üç Kürt kadının katledilmesi her yurtsever kürdün yanı sıra insanlığın hafıza tarihinde de unutulmayacak bir yere sahiptir ve öylece de kalacaktır.
Sınıfsal veya sosyal mücadeleler sadece göğüs göğüse sürdürülen ve tarihsel imgelerden yoksun mücadeleler değillerdir. Her iki taraf, bazen bir tarih, bazen seçilen hedefin içeriği, bazen de bir konu üzerinden de eylem planlayıp gerçekleştirirler. Bunun amacı karşı tarafa verilen “mesaj” doğrultusunda gerek bilinci yaralamak, gerek mücadele azmini kırmak, gerekse de gücünü göstermektir. Örneğin 15 Ağustos Atılımı TC açısından unutamayacağı bir tarih ve eylem olarak hafızasında yer almıştır, almaya da devam edecektir. Çünkü sömürgeciliğe karşı kararlı ve sonuç almaya yönelik bir başkaldırıdır. Aynı şekilde bizler açısından da sömürgecilerin gerçekleştirdiği eylem tarihleri unutulmazdır. Bir 29 Haziran hem Şêx Seîd hem Önder Öcalan bağı veya 15 Kasım Seyit Rıza ve yoldaşlarının idam tarihi hafızalarımızda durmaktadır.
9 ocak Paris katliamı böyle bir tarihsel zincirin halkalarından biridir. Her iki taraf açısından derin anlam taşıyan bir katliamdır.
TC açısından, daha çözüm süreci başlamadan önce bizzat örgütlediği, hazırlığını yürüttüğü ve çözüm süreci başladığında da tetikçisi aracılığıyla gerçekleştirdiği bir katliamdır. Verdiği mesaj nettir: “siz Kürtlerle ne barış yapacağız ne de sizleri tanıyacağız, hepinizi böyle bir sona mahkum edeceğiz”… Tarih olarak da süreç görüşmesinin sürdüğü günde yerine getirmesi de bu anlamı içermektedir.
Kürtler ve soykırımdan geçmiş halklar ile Türkiyeli devrimcilerin bu mesajdan çıkardığı sonuç ise, “bütün kurum ve kuruluşlarıyla yıkılmadan, savaşın sürdüğü dönemlerde ister kendisi isterse dolaylı olarak aracı kullanarak gelse bile TC’nin gerçek niyetinin barış değil sadece yok etmek olduğunu unutmamalıyız”, olmalıdır. Bırakalım Osmanlı dönemini, kuruluşundan bugüne bakarsak (TC kurulmadan ama yönetiminin fiilen Mustafa Kemal’in eline geçtiği dönemde) Mustafa Suphiler, Şêx Seîd, Seyit Rıza, T. Aydemir ve daha başka örneklerde görüleceği üzere TC önce silahla ezmeye çalışmış, başaramadığı noktada da “barış” adı altında ezmeye çalışmıştır ve çoğunda da en azından dönemsel olarak başarılı olmuştur.
Tek başarılı olamadığı, halen süren son Kürt isyanıdır. Kurdîstan halklarının her bireyinin bir şekilde isyanın içinde yer aldığı ve bir şekilde desteklediği bu isyan sürmektedir. Bastırılması bir yana, TC’nin temel yapısını sarsmış, yıkılmaya doğru gitmesinin öncüsü olmuştur.
Paris katliamı gibi eylemlilikler karanlık dehlizlerde planlandığı için tam anlamıyla ortaya çıkarılması da zaman, emek ve ısrara dayalı olacaktır. Devletlerin işbirliği içinde gerçekleştirdikleri bu tür katliam veya cinayetlerin devletlerin resmi belgelerine ulaşılmadıkça veya içinden kamuya bir bilgi akışı sağlanmadıkça açıklığa kavuşması güçtür. Ancak kendi içimizdeki şu soruyu açıklığa kavuşturmak gerekir: “Ömer Güney , kim ya da kimler aracılığıyla kurumlara sızmış ve kısmen de olsa güç sahibi olabilmiştir?”… Hiç unutmamamız gereken nokta, her an bir şekilde benzer cinayetleri işlemek üzere fırsat kollamakta olduğudur. En küçük bir hatayı bile değerlendireceğini akıldan çıkarmamalıyız.
Fransa devletinin diplomatik bir şekilde sürekli olarak soruşturmanın gerek hafızalarda, gerekse resmi kayıtlarda kaybolmasına yönelik çalışmalarını hepimiz görüyoruz. Hiç kuşkusuz bu katliam hakkında TC’nin hesap vermesine ve mahkum olmasına yetecek bilgiye sahip olmasına rağmen siyasi bir koz olarak kullanacağı için gündeme getirmeyecektir.
Bir “başkaldırı barış masasında çözüme ulaşabilir” düşüncesi elimizin tersiyle itilecek, politik taktiklerden ayrı tutulacak birşey değildir, ancak bu düşünceyi taşırken aklımızda Kolombiya, İrlanda, Güney Afrika süreçlerini de çıkarmamalıyız. Şêh Seîd, Seyid Rıza ve çözüm sürecini asla unutmamalıyız.
Netlik kazanması gereken düşünce: “ne istiyoruz?” olmalıdır. Sömürgecilikten kurtulup özgürlük istiyorsak, daha da ağır bedelleri ödemeye hazır olmalıyız, barış istiyorsak neyi ne kadar verebileceğimizi hesaplayıp mücadele edebiliriz. Bir düzenin yıkılması, tarihsel an yakalandığında saatlere sığdırılan bir eylemdir ama yerine yenisinin kurulması çok uzun zamana yayılır. Çünkü kurumların oluşması, kadroların yönetimi ve en önemlisi kitlelerin yeni bir bilinçle toplumsallığa katkı sunması…… Kitlelerin yeni bilinci taşıması ve yaşamlarına yerleştirmesi okunan bir sayfa roman süresinden veya bir film karesinden çok daha uzun sürelere yayılır. TC’nin yıkılmaya yüz tuttuğu bu dönemde, “devlet aklı”nın canhıraş bir şekilde kendisini yeniden yapılandırmaya, siyasal islam yönetiminin enkazını kaldırmaya yönelik adımları gözden kaçırılmamalıdır. Hiç kuşkumuz olmasın bir kaç aylık zaman diliminde çantalarından çıkardıkları “mavi boncuk”ları bizlere saçacaklardır ve o boncukları almak isteyenlerimiz de olacaktır.
Kim bilir hangi kirli ekonomik-politik çıkarlara kurban edilmiş üç insanımızın kanı henüz yerinden kaldırılmamıştır. Paris Katliamının kördüğüm olmuş ipinin bir ucu Fransa’da diğer ucu da Ankara’dadır. Tutup çektiğimizde yerdeki kanın ipe bulanıp kalktığını göreceğiz ve bir daha hiçbir devlet kanımızı dökmeye cesaret edemeyecektir.