Perseus, mitolojik bir kahraman. Öyküsüne bakarsak, devlerle savaşırken, devler onu görmesin diye sihirli başlığını gözlerine ve kulaklarına kadar indirir ve devlerle öyle savaşırmış, böylece devler kendisini göremediği için onları kolaylıkla avlarmış.
Sınıfsal veya ulusal mücadeleler de kimi zaman mitolojik öykülerle benzeşirler. Yazılan veya anlatılan mitoloji ile yaşanan gerçeklik arasında kısa veya uzun zamanlar olsa bile mitoloji de insan zihninin bir ürünü olarak yazıldığı için gerçeklikten etkilenerek yazıya geçmiştir. İcindeki abartıları bir kenara ayırırsak olaylar, kişiler ve yaşananlar çoğunlukla gerçeğe yakındır, gerçekle örtüşürler. Sadece birer öykü olarak dinlenilmek yerine ders alınması da gerekir.
Tarihin hızlandığı zamanlardan geçiyoruz. Sanki yıllar boyunca yayında sabırsızca gerili bir ok gibi bekleyen zaman, adeta sesten hızlı bir şekilde yayını bırakıp ileri doğru atılmaya başladı. Fırlayan oku görebiliyor, sesini duyabiliyoruz. Okun fırladığını göremeyenler, çıkardığı sesi duyamayanlar ise zamanın ok gibi fırlayarak, kendilerinin hedefi olan yaşamlarını tam ortasından vurunca farkına varacaklardır.
Türk devletinin sessizliğin tülüne sararak yürüttüğü savaşın yakın bir zamanda tülün yırtılarak, kulakları sağır edecek bir sesle hayatlarımızın tam ortasına düşmesi yakındır. Hepimizin payına bu savaştan birşeyler düşecektir. Tarafsız kalarak kurtulacaklarını sananlar en önce kurban edileceklerdir, hem de insanlık suçu işleyen Türk devleti ve işbirlikçileri ile destekçileri tarafından.
Ulusal kurtuluş mücadeleleri ile sınıfsal kurtuluş mücadeleleri arasında hem farklılık hem de benzerlikler vardır. Sınıfsal mücadelede “sınıf” bilincinin taşınması yeterlidir. Toplumsal bütünlük yoktur, sınıfsal bütünlük vardır. Bu bütünlüğün de “kendisi için sınıf” olma bilincini taşıması gerekir. Bu bilinç kendi içinde milliyet, inanç vb ayrımlara bakmadan emek-sermaye çelişkisinden yola çıkar.
Ulusal kurtuluş mücadelelerinde toplumsal yığınlar bir bütün olarak yer alırlar. Bu toplumsal yığınlar kendi içlerinde temel olarak ideolojik ayrışmalar yaşamalarına rağmen, amaç ulusal kurtuluş olduğu için ortak noktalarda buluşmakta zorluk çekmezler. Elbette mücadelenin her anında sınıfsal çelişkiler her zaman kendilerini belli ederler. Zenginliğe ve statü olarak ayrıcalığa kavuşmuş olanlar konformist yaşamlarından vazgeçmezler. Tehlike anında geri çekilirler, tehlike geçince de kılıçtan keskin, mermiden hızlı konuşmalar yaparlar. Ellerinde güç ve yetki tutmaya çalışırlar, “devrim hamallarını” her işe koşturmayı ustaca başarırlar, kendilerini gizlemek için başkaları hakkında dedikodu, yıpratma ve ayak oyunlarını yaşama geçirerek mücadelenin içinde yer alırlar.
Bu mücadele yürütülürken temel düşman sömürgeci güçtür. Ulusal burjuvazi henüz emekleme aşamasında olduğu için ittifak yapılabilecek bir özellik taşır. Bu nedenle çoğu zaman Kurdîstanlı sosyalistlere dönüp “ortak düşmanımız Türk burjuvazisi, siz ulusal mücadele yürüterek milliyetçi çizgiye kayıyorsunuz” diye uzatılan dile onlarca sözle yanıt verilebilir ama temel olan birkaç tanesini yazmak yeterlidir: “… Marxistler, burada eğer demokrasiye ve proletaryaya ihanet etmek istemiyorlarsa, ulusal sorunda özel bir istemi, ulusların kaderlerini serbestçe tayin etme hakkını yani siyasal bakımdan ayrılmayı savunmalıdırlar…, ulusların kaderlerini tayin hakkı, bay likidator, bu sorunun merkezi parlamentoda değil, ayrılan azınlığın parlamentosunda, meclisinde ya da referandumunda karara bağlandığı anlamını taşır”. Lenin. Bu soruya kapanış yanıtını elbette K. Marx’la vermek gerekir. Komünist Manifesto’dan alıntı: “her ulusun proletaryası önce kendi burjuvazisiyle hesaplasmak zorundadır” ve son söz olarak da : “…Eskiden, İrlanda’nın, Ingiltere’den ayrılmasının imkansız olduğunu düşünürdüm. Şimdi ise bunun elzem olduğu kanısındayım…”.
Günümüze bakacak olursak, sömürgeci Türk devleti geçen yüzyılda başaramadığını bu yüzyılda başarmak, Kürtleri tarihe gömmek istiyor. Rojava’dan Rojhilat’a kadar olan sınırı Misak-ı Milli çerçevesinde Yeni Osmanlı hilafeti içinde görmek, böylece Kemalistlerin de desteğini almak üzere savaşa bir noktada belirleyici olarak son vermek istiyor. Beraber hareket ettiği işbirlikçi Kürtler, ABD, AB ülkeleri ve bölge ülkeleri de arkasında bulunuyor. Kurdîstan’ın işgal ve sömürgeleştirilmesine karşı direniş gösteren Kurdîstan Özgürlük Hareketi ise politik-askeri olarak kendi halkından başka bir güce dayanmıyor. Sadece düşmanların değil aynı zamanda dost görünümlü düşmanların da saldırısına uğruyor. Kurdîstan Özgürlük Hareketi tarafından alınan politik-askeri taktikleri stratejik taktik olarak tanımlamaya çalışan bu düşünce sahipleri özünde sadece dost görünümlüdürler.
Görüldüğü gibi karşımızda devler bulunuyor ve bu devlere karşı Kurdîstan Özgürlük Hareketi tıpkı Perseus gibi savaşıyor, devler kendisini tanımakta zorlanıyor. Çünkü devler kendisini tanımasın diye şapkasını kulaklarına ve gözlerine kadar geçirmiş bulunuyor. Bu nedenle kimi zaman asker, kimi zaman da sivil olarak mücadele ediyor. Bu yüzden yenilmedi, yenilmeyecek de. Savaş alanının içinde elbette başkaları da var. Yurtsever görünümlüler, konformistler, düşman faaliyeti yürüten dost görünümlü işbirlikçiler ve mücadeleyi siyasi ve ekonomik kariyere dönüştürmek isteyenler de var. Bunlar da başlarındaki şapkayı kulaklarına kadar indirmişler ama savaşmak için değil, tanınmamak için. Düşmanın hedefi olmaktan, göğüs göğüse çarpıtmaktan korkuyorlar.
Perseus devleri yendikten sonra, bu sahtekarların başındaki şapkayı alıp yere çalıp, bunların da başını kesmek zorundadır, yoksa kendi başını bunların sunağına kurban olarak verecektir.