Ali Engin Yurtsever:  Petrus ve Quo Vadis !..

Yazarlar

            Bireyler veya halklar arasındaki sorunlar çok uzun yıllara yayılıp kökleşmişse ve taraflar çözüm yolunda bu yıllar süresince adım atmamışsa o sorunlar derine iner. Bir süre sonra sorunun niteliği yerine sadece sorun konuşulur ve çözüme gidecek yolda atılacak en basit adımlar bile tarafların gözlerine ufuk çizgisinde kaybolan bulutlar gibi uzak görünür. Henüz tarafların tanımsal olarak bile üzerinde anlaşamadığı ama her gün dile getirildiği sorun bir anlamda kökleşmiş ve sadece sorunun konuşulduğu bir noktada bulunuyor.

Elbette soruna bir tanım koyan, çözüm yolunda adım atan ve aynı zamanda son derece esnek davranan Kürt Özgürlük hareketi bu tavrıyla Türk tarafından çok ayrı bir noktada bulunuyor. Türk tarafı kuruluşundan beri ulusal ve sınıfsal her sorunu bir “çivi” olarak gördü çünkü kendisini “çekiç” olarak nitelendiriyordu. Tarih okuması yapıldığında bu tutumun aslında bilinçli olduğunu görürüz. Her konuda çözümsüzlüğü çözüm olarak algılayıp, bunu bir devlet politikası haline dönüştürdüğü için sürekli kendine göre tanımladığı bir sorun ve değişen siyasi iktidarlara devredilen sorunun konuşulması dışında bir gelişme yok. 

          Çokça dillendirilen Amasya, Erzurum Kongreleri, M. Kemal’in çeşitli tarihlerdeki açıklamaları ve 1921 Anayasası sorunu zamana yaymanın bir politik adımından başka bir şey değildir. Tarih boyunca defalarca görülmüştür ki, devlet zor durumda kaldığını tahlil ettiği ve olgular da bunu destekler boyutta olduğu zaman hemen “demokratik” adımlar öne çıkar, baskıcı politikalar bir süre geri plana çekilir ve mevziler güçlendirilir. Toplumsal yapıları etkileyen bu politikanın en çarpıcı özelliklerinden biri tatlı dil içeren söylemlerin gerek iktidar, gerek muhalefet, gerekse hiçim umulmadık çevreler tarafından gelmesidir. Ezilmiş, kuşatılmış, acının örsünde dirençleri dövülmüş, karşılığında da devletin her türlü zulmü reva gördüğü bir hayatın sahibi olan sınıf veya ulusal yapı yaşadığı yorgunluktan kaynaklı hemen adım atmaya doğru yönelir. Öyle ki geçmişin acılarının hesabını bile sormayı bir kenara bırakır. Oysa muhatap alınmalarının nedeni o acılara göğüs gerenlerin verdiği mücadeledir ve o mücadelenin gerçek sahipleridir. 

       Bir sorunu farklı tanımlayan ama çözüm için bir araya gelen temsilcilerin geri adım atmaması gereken nokta; amaçları, kendi tabanlarinin talepleri ve geleceğe ilişkin netlikleri olmalıdır. 

       En net anlatımla sömürgeci olduğu için haksız konumda bulunduğu Kurdistan üzerinde, kendisine karşı yürütülen Kürt Özgürlük mücadelesini geçmiş örneklerde olduğu gibi bu sefer yenemediği için, Orta Doğu’nun değişen ve değişecek olan sosyal ve siyasal çerçevesinde ayakta kalarak kendisine bir gelecek kurabilmek için ve ikinci yüzyılı yenilenen kurumlarıyla karşılayabilmek için bir adım atar gibi göründüğü çözüm yolunda aslında henüz hiçbir adım atmadı. Fırtınanın kopacağını biliyor, korunacak gücü yok ve bu gücü Kürtlerin üzerinden elde etmek istiyor. Ancak bu sefer güçlü bir Kürt muhalefeti var. Ustaca bir şekilde aylardır (hakaret etmeyi de elden bırakmadan) “Terörsüz Türkiye, cumhuriyet herkesindir, yeni anayasa” gibi bir kaç ezber üzerinden hareket ediyor. Sayın Öcalan’ın çağrısıyla PKK kendini fesh etti ama bununla yetinmiyor necip! Türk devleti. “Savaşçılar silahlarıyla beraber gelsin, bütün örgütlenmeler dağıtılsın.) PKK ile bağı olmayan ama bir şekilde Kürtlerin olduğu örgütlenmeleri bile kabule yanaşmıyorlar. Böyle bir bakış açısı doğaldır ki, bir süre sonra vantrolog olmaktan öteye gidemez. 

    Kürtlerin cephesinde ise bir keskinlik, bir siyah-beyaz durumu hakim gibi görünüyor. Ya süreç sahiplenilecek, ya da karşı safta yer alınacak türünden bir algı hakim. Oysa olabilecek tehlikelere dikkat çekilmesinin, örgütsel yapıyı ve kazanımları korumaya çalışılmasının neresi karşı safta yer almak olabilir? Bir örnekle değinmek daha iyi olabilir. Bir arkadaşınızla yolculuk ediyorsunuz ve arabadan ses geliyor, bir sorun olabileceğini söylüyorsunuz ama aldığınız cevap “yolculuk yapmak istemiyor musun, yoksa araba sürülmesine karşı mısın?” oluyor. Daha önceki süreçte de umut hakimdi ve sonradan gördük ki devlet o süreyi 2014 MGK kararları için kullanmış. Genel olarak halkın temkinli olmasının nedeni de budur ama nedense bir cepheleşme var. Oysa baktığımızda Türk tarafında hiç te böyle bir şey yok. Sürece açıkça karşı oldugunu ilan eden ulusalcı kanat ve sürece karşı olmadığını söyleyen ama hiçbir adım atmayan iktidar ve muhalefet kanadı var.

Bu kanatların birleşiminden oluşan devlet baba! ise tepemizde dönüp duran akbaba örneğinden başka bir şey değil. Kürt halkı bütün yaşadıklarına rağmen tek cephede birleşti ve önderliği ile hareketini destekledi. Ama karşısında ne Türk halkı, ne de Türk devletinden henüz bir gelişme yok. Ekim 2024 tarihinden itibaren konuşuldu ama ne adım atıldı? Koskoca bir hiç. Sürekli parmak sallamalar, diz çöküllmesini istemeler ve Türkiye Cumhuriyeti’ne biat isteği dışında bir söz, bir adım veya bir talep yok. Bir ihtimal torba yasada hasta tutsaklar için “bal çalmak” babından adım atılabilir, hepsi o. Fesih kararı yeterli olmadı. Şimdi silah ve savaşçı teslimini dayatıyorlar. Öyleyse önden buyursunlar: Bir grup asker-polis gerillaya teslim olsun da niyetlerini görelim. Süreci bozma gerekçeleri de hazır: “Botsvana’da bir Kürdün yaşadığını ve cebinde tırnak makası” taşıdığını öğrendik.” 

      Günlük propangadanin etkisinde kalmadan genel tabloya bakmak gerekir. Taraflar ne yaptı, ne yapıyor? 

     Yuhanna 16:5 yazıldığına göre: Roma’yı terk eden Aziz Petrus Appian Yolu’nda ölümden sonra dirilmiş İsa’yı görür ve ona sorar; “ Quo Vadis: ‘Nereye gidiyorsun’?), İsa cevap verir: “Roma’ya yeniden çarmıha gerilmeye gidiyorum”…  

       Türk devletinin bilmediği, bilmek istemediği gerçeklik şudur: Kürtler tecrübelerini göz ardı edecek noktayı geçtiler. Şimdi neyin ne olduğunu çok iyi bilecek bir noktadalar. Bizi bekleyen aydınlık bir yoldan ulaşacağımız geleceğimizdir. Asla Appian Yolu’nda bize “nereye gidiyorsun” diye soracak ne Alişêr, ne Şêx Seîd, ne de Seyid Rıza’mız olacak. 

 

İlginizi Çekebilir

Dêrsim’de ‘kuyu tipi’ cezaevlerine karşı açlık grevi
Kenan Azizoğlu: Kırıldığında yankı bırakan duygu; Güven

Öne Çıkanlar