Ali Engin Yurtsever: Politik Gündem Belirlemek

Yazarlar

Sınıfsal veya ulusal hedefler içeren partiler, bu doğrultuda bir program oluştururlar ve kitleleri bu temelde harekete geçirerek teorik tahliller içeren programlarını pratiğe dökmeye çalışırlar. Teorinin doğruluğu pratikle sınanatak hayata gecer. Pratik bir anlamda teorinin karşıtlığıdır, onun hatalarını düzeltir, ona bir anlam, bir nesnellik kazandırır. Felsefi tanımla, olumsuzlamayı olumsuzlar, yadsır.

        Parti programları temel hedef olarak üzerinde yükseldikleri kitlelerin çıkarlarını esas alırlar. Bu, ulusal nitelikteki taleplerin öne çıkması olsa bile, son tahlilde sınıfsal özelliğinin de belirginleşmesi kaçınılmazdır, ancak henüz ülkesini işgalden kurtaramamış bir halkın sınıfsal taleplerini öne çıkarması baş çelişki ve tali çelişki arasında net bir tanım yapamaması demektir. Çünkü her birey veya toplum önüne ancak çözebileceği sorunları koyar, geleceğin netlik kazanmamış sorunlarını koymaz. Koysa bile zaman yitirmekten başka bir işe yaramaz.

        Baska bir gözden kaçırılmaması gereken gerçek de şudur: parti programını hayata geçirmek üzere kadrolar, sempatizan ve taraftarlarından oluşan geniş kitleyi harekete geçiren partinin gündemi belirleme gücünü mücadele ettiği karşı tarafa vermemesidir. Aksi takdirde program ne kadar nesnel, ne kadar gerçekçi olursa olsun, gündemdeki ağırlığını kaybettiği zaman kitlelerin de desteğini kaybeder. Çünkü en devrimci programlar bile kitle desteği olmadan hayata geçirilemezler, fikirlerin hayata geçirilmesi için maddi yığınların desteğine, katılımına ihtiyaç vardır. Bu nedenle günümüzde TC´nin belirgin güç olduğu ama zaman içinde değişen partilerinin programları halkların yaşamlarını iyileştirmekten uzak olmaları bu gerçeği değiştirmemektedir, çünkü arkalarına kitle desteğini aldıkları için en zalim uygulamaları bile yerine getirmemekten çekinmemektedirler, kitleler uyuşturulmuş bir halde yaşamakta, sorunlarının çözümünü görmekten uzak kalmaktadırlar, onurları kırılarak kafalarına çay atılsa bile.

      Bizlerin yani başta Kürtler olmak üzere tüm ötekileştirilenlerin temel sorunu örgütlenerek kendi gündemlerine yoğunlaşmak, öne çıkarmak ve çözümü dayatmak gerçekliğidir. Başka türlü ne taleplerimiz ciddiye alınacaktır, ne de kitlelerin kalabalıklığı sonsuza kadar sürecektir. Parçalanmış bir şekilde yaşayan ezilenler kendilerine umut yaratmak zorundadırlar ancak yaratılmak istenen umut nesnel gerçeklikle uyum içinde olmalıdır. Kitlelerin günlük ve gelecek hayatlarına dair teorik ve pratik adımları içermelidir.

     Dünyada bütün halklar kendi sorunlarının çözüm yollarına yoğunlaşırlar ve enerjilerini buna harcarlar. Doğal olan da budur. Kendi sorununu çözemeyen birey veya halk başkasının sorununa nasıl yoğunlaşıp çözüm önerebilir ki? Ancak gerek TC ve gerekse TC’nin ideolojik aygıtları görevi görenler, Kürtler söz konusu olunca, Kürtler kendi haklarından söz etmeye başlayınca hemen etiketi yapıştırıyorlar “milliyetçilik yapmayın”… Ardından biz Kürtler de cümleye şöyle başlıyoruz “ başta Kürt halkı olmak üzere (tıpkı yukarıda yazıldığı gibi)…..” Başka halklar kendinden söz ettiğinde kimse dönüp onları milliyetçilikle eleştirmiyor ama biz daha söze başlarken konuyu enternasyonal boyuttan ele almak zorunluluğunu hissediyoruz. Sömürgeciliğin zamana yayılmış politikalarından biri de bu duygu ve düşünce halini taşımak oluyor.

Örneğin TC’ye karşı mücadele eden onlarca devrimci yapı var ve bizler onlara dönüp söze başlamadan, onlar hemen başlıyorlar “ortak kurtuluş için mücadele ediyoruz, ayrılığa gerek yok” Bu ortak kurtuluş nedense “vatan”larının diğer sınırlarında olan Yunanistan, Irak, İran gibi ülkeleri kapsamıyor. Hiçbir devrimci partinin programında “Iran, Irak, Yunanistan” gibi halklarla beraber mücadele etmenin net tanımı yer almıyor genel enternasyonal bağlar dışında ama konu Kürtler ve Kurdîstan olunca hemen “ortak vatan” oluyoruz. Kurdîstan’ın işgal edildiği akıllara gelmiyor, gelse bile dile gelmiyor. Genel bir kabul görmüşlük sözkonusu. Böylelikle bizler farkında olmadan daha fazla Türkçe konuşuyor, Türkçe düşünüyor, Türkçe yaşıyor ve TC’nin sorunlarına daha fazla eğiliyoruz.

    Ülkemiz, adım adım ve derinden gelişen bir işgalle karşı karşıya, sadece direnen Kürtleri değil, “Çöktürme Planı” doğrultusunda bütün Kürtleri “Türk Tipi Sri Lanka” modeliyle soykırıma uğratmayı hedefliyorlar, ardından kendi ülkelerindeki “Türklük Sozleşmesi”nin dışında kalan herkesi imha ederek 2023 yılına girmeyi ana görev kabul etmişler. Ve biz savruluyoruz: Afganistan, çay fırlatmak törenleri, muhalefet adıyla poz veren TC partilerinin sorumlularının sözleri, orman yangınları, baraj altında kalan yerleşim yerleri… Her derdi gündem belirliyoruz kendimize, bu bizim insani yönümüzü gösteriyor ama kendi ulusal sorunumuza uzak kalıyoruz, bu da bizim kendimize yabancılaşmış emeğimizi gösteriyor. Dindarlara da sormak gerekir: neden suskunsunuz, neden sömürgecilerden korktuğunuz kadar Allah’tan korkmuyorsunuz? Ahirette verilecek hesabınız olmayacak mı? Ali Boçnak 76 yaşındaydı, Kürtçe mevlit okuduğu için tutuklandı ve zindanda hayatını kaybetti. Nasıl bir tepki verdiniz, neden duyulmadı?

    Ortaçağ karanlığını temsil eden bir örgütlenmenin bir ülkede iktidarı ele geçirmesini izleyip, kendi ülkemizde 40 yıldır tarihin en büyük, en görkemli direniş mücadelesini yürüten, on binlerce şehidi, gazisi, tutsağı, sürgünü olan Kurdîstan Özgürlük Hareketi’ ne ise uzaktan bakıyoruz, çünkü TC ile bağlarımız var, çünkü evlerine, arabalarına, işyerlerine yatırım yapıyoruz, vergisini ödüyoruz, askerliğini yapıyoruz, okullarına gidiyoruz ve sonra da dönüp “ama gerilla şöyle yapmalı, ama şimdi zamanı mı, teknolojisi üstün …” bu vecizeleri edenler Taliban’ın dünyanın en gelişmiş teknolojisini kullanan SSCB, ABD, NATO gibi güçlere karşı ülkeyi ele geçirmesine ise siyasal ve sosyal yorum getirmeyip, lunapark eğlencelerine bakıp kendi modernliklerine! seviniyorlar.

     Kabul edelim, akıl verdiğimiz Kurdîstan Özgürlük Hareketi bir ağaca çıkıp ormandan çıkış yolunu görüyor, bizler ise ormanın içinde ağaçlara tutunarak el yordamıyla yürümeye çalışıyoruz.

     Bireyler veya toplumlar yaşamlarını daha iyiye götürmek için mücadele ederler. Tarih oturduğu yerden konuşanları değil, düşseler bile ayağa kalkıp mücadele edenleri yazar. Her birey, her halk kendi tarihi yazar.

    Kurdîstan’ın özgürlüğü mutlaka elde edilecek ve bu özgürlüğü, dağbaşlarının taşını toprağını kendilerine döşek, yağmurunu, rüzgarını yorgan yapan, kanlarıyla Kurdîstan’ın her zerresini sulayan savaşçıların ve bu savaşın içinde bir şekilde yer alan halk desteğinin ödediği bedelle kazanacağız.

      Çeşitli nedenlerden dolayı bir bedel ödememeyi de tercih edebilir insanlar, zaferden sonra ortaya çıkmayı da. Ancak bu süreç içinde en azından kendi gündemlerine odaklanmayı da başarabilirlerse, düşmanın ağzından konuşmayı da bırakabilirler hiç olmazsa…

İlginizi Çekebilir

Sibel Özbudun: Gerçekten de ‘Bizi Kurtaracak Olan, Kendi Kollarımızdır!’
Zülküf Kurt: Afganistan’da yaşananlar Rojava’yı tehdit ediyor

Öne Çıkanlar