Ali Engin Yurtsever: Reya Haq’dan Aleviliğe Bir Uzun Yolculuk

Yazarlar

         Bir sorun üzerine kullandığımız tanım, bizim o soruna nasıl ve nerden baktığımızı gösterir. Bu, farkında olalım veya olmayalım ait olduğumuz sınıf, etnik yapı ve inancımız hakkında bizim kim olduğumuzu tanımlar. En son nokta ise taşıdığımız ideoloji hakkında fikir verir. Elbette bunlar bir bilinç taşındığı zaman önem kazanır, yoksa sonu gelmeyen, sonuç alınmayan tartışmalardan öteye anlam ifade etmez.

       İnsanlığın bin yıllara yayılmış yolculuğunda en kadim yoldaşı “inanç”ıir, diyebiliriz. Bilimsel bilgi bu uzun yolculuğun henüz kısa bir bölümünde “yoldaş”lık etmeye başlamasına rağmen geleceğe baktığımızda inancın yerini alacak olmanın, başka bir ifadeyle nesnel gerçekliğin i̇nsanın hayatına yön vereceğini yazmak iddia yerine tespit olacaktır diyebilirim.

      Reya Haq… Coğrafyamızın en eski ve yaşayan inancıdır. Her ne kadar baskın inançların kılıçlarından damlayan kanların bir kısmı bu inanca ait olsa da tamamıyla yok edilememiş ama doğallığında kimi zaman kendini gizlemek adına, inançlarının bir kısmını baskın inançlara benzer hale getirse bile halen yaşamaktadır. Ancak cevaplanması gereken büyük bir soru orta yerde durmaktadır ve cevabını bulmadan da bu inanç gerçek anlamda yolunu bulmakta zorlanacaktır. Bin yılların baskısının ardından bu inancın çıkışı ile geldiği nokta arasında farklılık var mıdır? İşte bu soru netleşmeye zorunludur.

      Reya Haq nedir? Alevilik mi, qizilbaslik mi, ehlibeyt mi, nedir? İnancı taşıyanlar kendilerini ne olarak tanımlıyorlar? Islam dininin içinde mi, dışında mı yer alıyorlar? Bir din midir yoksa, yaşama bakışın felsefesi midir?

Bir siyasal düşüncenin veya inancın savunurları kendilerini net olarak tanımlayamazlarsa doğal olarak karşılarında duran baskın düşünce veya inanç sahipleri onları tanımlar. Bu nedenle günümüzde “Alevilik Ali’yi sevmekse hamdolsun Aleviyiz” diye başlayan bir saçmalık masalını dinlemek zorunda kalıyoruz.

     Nesnel olarak bakanlar kendilerini islam başta olmak üzere herhangi bir dine ait olarak görmüyorlar. Çünkü bir kitap, bir peygamber ve bir ibadet yeri gereksinimi duymuyorlar. Bin yıllara yayılan inancın baskılar sonucu değişiminden etkilenenler ve doğal olduğunu savunanlar ise genel anlamda iki gruba ayrılıyorlar. Birinci grubu oluşturanlar İslamın, hristiyanlığın ve diğer dinlerin baskınlığı sonucu bu dinlerle kültürel bir geçişin oluştuğu ve kendi yolundan ayrılsa bile özünü koruduğunu, ikinci grubu oluşturanlar ise islamın içinden geldiklerini, ehlibeyt denilen tanımın içinde olduklarını söylüyorlar. Bu bakış açısı Osmanlı’dan başlayarak TC’nin de destekleyip önünü açtığı bir düşüncedir.

Bu nedenle cemevleri, Arapça dualar, Hak, Muhammed, Ali söylemi kitlelere benimsetiliyor. Akla ilk gelen soruyu sormak isterim: peygamberin damadı Ali namaz kılıyor muydu, oruç tutuyor muydu, hacca gidiyor muydu, zekat veriyor muydu? Bu sorulara “hayır” diyecek bir “Alevi” veya “Müslüman” yoktur, olamaz da. Öyleyse günümüz Alevileri neden bu rituellerin hiçbirini yapmıyor? Madem “Aleviler”, yapmaları gerekmez mi? Yaratılan mite uygun olarak 12 imam söylencesinin oruç tutma eylemi bir tür “ne ondan ne bundan, hem ondan hem bundan” somutlaşması degil midir? Ayrıca her canlıya değer verdiği her fırsatta dile getirilen “Alevilik”; kimi yerlerde ‘Imam” olarak kabul edilen Ali’nin ünlü Hayber Kalesi Cengi’nde kapıyı tek başına söküp küffarı Zülfikar ile öldürmesi ve o kalede yasayan yahudilerin yaklaşık olarak 1500’ünün Ali tarafından kılıçtan geçirilmesi karşısında neden suskundur?

     Günümüzde devlet tarafından destek beklemek neyi ifade eder? Kendi inancını yaşatmak için sürekli devletin sadece camileri değil, cemevlerini de desteklemesini isteyenlere “Imam Ali”den olduğu rivayet edilen sözle cevap verelim: “Gavurun ekmeğini yiyen, gavurun kılıcını sallar”.

    Her inanç veya siyasal düşünce oluşturulduğunda kahramanlık veya yenilgi öykülerine gereksinim duyar. Kitlelerin duygusallaşıp eyleme yönelmelerinde bu belirleyicilik içeren bir şeydir. Hiçbir sosyal veya siyasi düşünce somut gerçekliğe bakarak adeta matematiksel bir hesapla ayağa kalkmaz. Bu nedenle gerek mağarada örümceğin ördüğü ağ, gerek tek kolla sökülen kalenin kapısı, gerekse kuşatılan ve öldürülenlerin öyküleri tamamlayıcı bir öykü olarak devreye girerler. Ancak günümüzde inançlar gelişen bilimin sorduğu sorular karşısında doyurucu ve gerçekçi cevaplar veremeyince kitle kaybına uğramaya başlamışlardır. Hristiyan dünyasında artık bir tatil niteliğine dönüşen 24 aralık yola çıktığı öyküden farklı bir noktaya gelmiştir. Bir sopa ile denizi yaran peygamberin bu kudretini dönüp kendisini takip eden firavunu neden yok etmeye gösteremediği, Ali’nin kendisini öldürecek olan Mülcem’i bildiği halde öldürmemesi diye başlayan sorular, cevapsız kalacaktır. Elbette “hikmetinden sual olunmaz” denildiğinde konu kapanır.

     Yüzyılların ardından baktığımızda sadece TC dönemini bile incelesek gözleri açılmayan mazlumların tarihsel acılarını dinliyoruz. Ali’nin ve Kerbela’da öldürülenlerin yaşadıkları en başta geliyor ve acılı tarihin büyük bölümünü oluşturuyor.

     Seyid Riza, kimdi? Kabul ettiğiniz gibi Alevi ise, TC tarafından öldürülmedi mi, neden hesabını sormuyorsunuz? Ya Elîşer, size göre Alevi değil miydi yoksa? Aslında çok açık bir gerçeklik var: Ali camide (kimi anlatımlarda da camiye girerken) sabah namazı sırasında, biadi tanımayanlar da Kerbela’da öldürüldüler ve yası halen tutuluyor ancak gözlerinizin önünde binlerce “Alevi”nin TC tarafından gerek Qoçgirî, gerek Dersîm gerekse Maraş, Sivas, Çorum gibi yerlerde öldürülmesine gelince susuyorsunuz, bunların hesabını sormayı bırakalım, yasını bile tutamıyorsunuz. Çünkü yas tutmak sizi hesaplaşmaya götürecektir, helalleşmeye değil. Yakın tarihe bir yolculuk yaparsak bizzat bu satırların yazarı Madımak katliamı sonrasında Ankara’da yapılan protesto yürüyüşü ve mitinginde Erdal İnönü katıldığında nasıl protesto edildiğini ve binlerce i̇nsanın “gerilla Sivas’a, Apo Sivas’a” diye slogan attığına şahittir.

     Düşündünüz mü hiç, binlerce haksızlık, binlerce zulüm yaşanıyor, neresindesiniz, hangi yanındasınız mücadele edenlerin? Bakın daha net yazayım: dedelerin, pirlerin bir çoğu hayatını normal sürecinde, yaşlılığında tamamlayarak “devr-i daim” oluyorlar. Hiç duydunuz mu, bir tanesinin inanç mücadelesi uğruna genç yaşında hayatını verdiğini, duyamazsınız. Ancak diğer dinlerin önderleri gibi “nasihat” ederek yaşarlar. Oysa mezralarda, köylerde, şehirlerde binlerce genç yatıyor. Kiminin mezarı bile yok. Ve bu insanlar daha hayatlarının baharlarında ve üstelik tek bir inanç veya düşünce için değil insanlık için yaşamlarını severek verdiler. Binlerce /Reya Haq/Qızılbaş/Alevi genci en önde savaşarak can verdiler, anlatılmaz bedeller ödediler. Ne zaman göreceğiz bir dedenin en önde haksızlığa karşı savaşacağını, ne zaman?

    Reya Haq inancının yolunu Aleviliğe çevirmeye çalışmanız daha kendini tanımlayamayan bir inanirlar kitlesi oluşturmaya başladı. Ne dostunu ne de düşmanını seçebilecek düşünceyi bulamıyorlar.

     Ne kadar da çabalarsanız çabalayın, başaramayacaksınız. Reya Haq, tarihsel yolculuğunda Aleviliğe sapmayacaktır, sizler bu yolculukta birer cümle olmak isteyebilirsiniz  ama unutmayın: “Yol, cümleden uludur”.

İlginizi Çekebilir

Kemal Okutan: Kılıçdaroğlu kim?
Müslüm Yücel: Koleksiyonculuk

Öne Çıkanlar