Politika duyguyla değil, akılla yapılır. Ancak bu gerçeklik toplumsal kitleler tarafından hiçbir zaman tam anlamıyla netleşmiş ve kabul edilmiş değildir. Her politik tercih veya adım kendi içinde mutlaka duygusallığı da barındırır. Bu nedenle politik temsilciler, toplumsal duygu aklına da hitap etmek, kimi zaman da bu duygu aklının yol göstericiliğinde yürümek zorunda kalırlar. Bu zorunluluk, toplumsal kitlelerin daha iyi bir yaşam hedefine ulaşmak için sarsılmaz bir kararlılıkla yürümelerine engel olur, mücadele uzun zamana yayılır.
Türk devleti Rojava nezdinde bütün Kürtlere savaş açtı. Bu kadar basit, bu kadar net bir gerçeklik inkar edilemeyecek bir şekilde gündemimizde duruyor. Savaşın basın yayın organlarında (biz savaş başlattık) diye ilan edileceğini düşünenler, o ilanı bekleyip dursunlar, o savaş çoktan başlamıştı sadece görünürlüğü gecikmişti. Taksim’de patlatılan bombanın ardından Türk devleti uçaklar, toplar ve diğer yöntemlerle bu savaşı görünür kıldı.
Bir savaşın görünür olmasının sorunun gerçekliğine büyük katkısı vardır. Çünkü savaş, bir sorunu en yalın haliyle gündeme koyar. O güne kadar görmezden gelinen, başka tanımlarla farklı bir boyuta taşınmak istenen savaş, nihayet kendi adıyla ve sorunun çözümüyle gündeme girer. Artık savaşan tarafın kitlelerinin bu savaşta tarafsız kalma, çözümden uzak ve zamanının çoktan geçtiği “barış” davetleri -şimdilik- anlamsızdır. Sadece kitleler üzerinde bir tür afyon etkisi yaratır. Bir yanda insanlar öldürülüp, toplumsal hayat ortadan kaldırılırken, diğer yanda bunlar kulaklara empoze edilen hayal ninnileriyle görmezden gelinir.
Bu nedenle açıkça ifade etmek gerekirki: bu, Türk devletinin Kürtlere açtığı bir savaştır, Kurdîstan Özgürlük Hareketi’ne değil sadece. Hedefi de Kürt direniş iradesini kırmak, Kürt gerçekliğini betona gömmektir. Başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın sınırlarının bir fay hattının kırılması gibi değişerek bir deprem etkisi yaratacağı bir döneme girdik. Bölgemizde bulunan birçok devlet bir süre sonra sınırları yeniden çizilecek bir yapiya kavuşacaklar, en başta da Türk ve Iran sömürgeci devletleri. Kurdîstan’ın diğer sömürgeci devletleri olan Irak ve Suriye, bir ayağı kırık sandalye gibiler. Ne üzerinde oturulabilinir, ne de denge de tutulabilinir.
Türk devletinin daha önceki saldırıları bir tekrara dayalı olarak gelişiyor ve kesiliyordu. Ama şimdiki saldırılar artık savaşın gerçek kimliğini taşıyarak gelişiyor. Rojava’nın sivil altyapısı, ekonomik sahaları, hastaneler, yollar, barajlar ve buna benzer bir toplumun günlük yaşamını sürdürdüğü ne varsa yok ediliyor. Hiç kuşkusuz bunların ardından hava destekli kara saldırısı başlayacaktır. İran’ın da bir süre sonra bir şekilde bu savaşa dahil olması beklenen değil, zorunluluk olarak gerçekleşecek bir olgudur.
Eskiden, savaşların iki askeri gücün karşı karşıya gelmesiyle yapıldığı gerçeği artık değişti. Şimdi her savaşın toplumsal katılımı da olmak zorunda. Kitlelerin, uzun süreli çalışma sonucu motive edilerek savaşa katılımını sağlayan devletler işleyecekleri cinayetlere toplumlarını da katıyorlar. Elbette Türk toplumu bu konuda da herhangi bir motivasyona ihtiyaç duymuyor. Kendiliğinden gelişen tarihsel Kürt düşmanlığından kaynaklı, hepsi birer gönüllü “redif” olmayı baştan kabullenmişler. Bu nedenle bu savaşın sadece Türk devleti ve Kurdîstan Özgürlük Hareketi arasında geçmeyeceğini son noktasında her iki halkı da kapsayacağını bilmek gerekir.
Bir devlet savaştığı halkın direnişçileri hariç savaşa katılmayanları, tarafsız kalanları da unutmaz, direnişçilerin gücü kırıldığı ölçüde bu grupları da mutlaka direnişçi olarak görecektir. Yani nerede yaşarsa yaşasın her Kürt, Türk devleti açısından mutlaka “düşman” sınıfında yer alacaktır. Hiç kimse unutmasınki, Ermeni aydını (yazar, siyasetçi,…) Kirkor Zohrap, ITC katilleri tarafından başı taşla ezilerek öldürülene kadar halen Osmanlı İmparatorluğu’nun bekası ve halkların kardeşliği için çırpınıyordu.
Gerek ABD, AB, Rusya, gerekse bölge devletlerinden destek bekleyenler, Türk devletinin işlediği bu işgal ve insanlık suçlarının durdurulmasını isteyenler elbette niyetlerinden bağımsız olarak şunu kabul etmelidirler: bu savaş böyle bitirilmez. Topyekün direnişin sonucu düşman püskürtülür. Uluslararası güçler tek adam tarafından yönetilen devletleri kolay kolay gözden çıkarmazlar, çünkü talepleri tek elden karşılanır. Türk devleti var olan konumu itibarıyla kullanışlı bir pozisyonda bulunuyor. Hem güçten düşürülüp hem de ayakta tutulmaya çalışılması bu devletlerin ve Türk devletinin çıkarları ile örtüşüyor. Ancak Kürt halkının topyekün mücadelesi başarıya ulaştığı ölçüde, bu devletler Türk devletinin ipinin çekilmesinde başrolü oynamaya soyunacaklardır.
Fakat temel sorun daha başkadır. Neden Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin direnişi görmezden gelinip, başka yerlerin müdahale etmesi beklenir? Bir halkın kendi direnişi kitlesellik kazanmazsa bir başka güç neden ve ne amaçla, o halk adına mücadele yürütsün?
Türk devleti savaşın sadece Kurdîstan’da sürmesini istiyor, bu kırılmalıdır. Mademki Kurdîstan insanı, doğası ve toplumsal hayatıyla Türk devleti tarafından ateşe verildi, öyleyse bu ateş, -niyetlerden bağımsız olarak- doğası gereği mutlaka kendisine de sıçrayacaktır. Başkasının hayatını ateşe verenler, o ateşi yüreklerinde hissetmedikleri sürece o ateş başka yüreklerde yanmaya devam edecektir.