Bir kehanet değil, falcılık hiç değil. İstenildiği kadar ertelenmeye çalışılsın bütün veriler AKP-MHP iktidarının seçimlere hazırlandığı ve kendilerince en uygun zamanda da erken/baskın seçime gideceğini gösteriyor.
İçerde dibe vuran ekonomik politikaların çözümsüzlüğünden kaynaklanan çöküş, dengede götürülmeye çalışılan ama ne müttefiklerine güven veren, ne saklanmaya gereksinim duyulmayan emperyal adımların istenildiği gibi gerçekleştirilememesi, ne de başta Kurdîstan ve Kürt gerçekliğinden kaynaklı sürdürülen savaşın Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin yenilgisiyle sonuçlanmamasının yarattığı despotik siyasal ortam ve yenilginin yarattığı ruhsal çöküntü, iktidarın yeni bir soluk almak için erken/baskın seçime gideceğini gösteriyor.
Karşı cephe olarak kabul ettirilmeye çalışılan oysa gerçekte Türk devletinin farklı maske takmış partilerinden oluşan “Millet İttifakı” bileşenlerinin hazırlıklarının sürdürülmesinin yanında “Emek ve Özgürlük ittifakı” da kamuoyuna açıkladığı deklarasyonuyla seçimlere hazır olduğunu ilan etti.
Her üç ittifakın seçimlere ilişkin açıklamaları, ekonomik-politik sorunlara ilişkin çözümleri henüz tam anlamıyla ilan edilmemiş bir anlamda netleşmemiş olsa bile görünür olanları incelemek gerekir.
AKP-MHP faşist iktidarının toplumsal yapılara vereceği ne ekonomik ne de politik bir umut, bir vaat veya uygulanabilir herhangi bir şeyin gerçekliğinin olmadığı ortada. 2002 yılından beri tekrar edilegelen basın açıklamaları, “biraz kemer sıkıp, şükür etme” ritüelleri ve sorunların kaynağı olarak sürekli vurgu yapılan ama kim ya da kimler olduğu bir türlü (neredeyse TC’nin kuruluşundan beri) açıklanmayan “dış güçler” masalı dışında gündemlerinde elle tutulur hiçbir şey bulunmamaktadır. Son çare olarak sarıldıkları, askeri olarak daha çok Güney Kurdîstan’da sürdürülen ama askeri-politik olarak Kurdîstan’ın bütün coğrafyasına yayılan hatta diasporayı bile kapsayan savaştan zaferle çıkmak hevesleri de kursaklarında kaldığı için Emevi camisine kılıçla girmeyi hedeflerken şimdi Esad’ın önünde el pençe durup tatlı dille girmeye çalışmalarının ardından Rojava bölgesine saldırı için ortak aramak politikaları da (şimdilik) çökmüş bulunuyor. Bu nedenle gündem oluşturamayıp, kendiliğinden oluşan gündemin arkasından sürüklenmemeye çalışarak seçime kadar ayakta kalabilmek temel hedefleri olacaktır.
Kendilerini muhalefet olarak lanse eden “Millet ittifakı” ise ekonomik-politik sorunlara karşı nasıl bir program, nasıl bir çözüm önerisine sahip, henüz netleşmiş değil. Örneğin Türk devletinin temel politikasını oluşturan Kurdîstan sömürgeciliği üzerine uyguladığı pratiğin, yüzyıllık iktidar ve muhalefet partilerinin sözlerinden farklılığı bulunmuyor. Geleneksel bakış açısı olan ve kuruluşundan beri her partinin üzerinde “amenna” dediği, “Terörü bitireceğiz” söyleminden başka bir sözleri yok. İşgal edilen topraklar, sürdürülen soykırım politikaları, Kürtlere karşı ilan edilen savaş onlar açısından “terör” tanımına girmiyor ama basit silahlarla direnen Kürtlerin direnişi “terör” oluyor. Kürt direnişinin ve mücadelesinin yarattığı kazanımlar inkar edilemediği için, Kürtlerin ağzına bir parmak bal çalmak adına dönem dönem “Kürtler vardır ama ülkemizin vatandaşlarıdır veya et ve tırnak gibiyiz” söylemlerini dile getirip bırakıyorlar.
Ne parti programlarında ne de seçime yönelik vaatlerinde yeni birşey yok. Sadece “biz çözeriz” söylemi var. Çözümden de kastedilen elbette uygulanan politikaların devamı ama uygulayanların ve araçların değişerek uygulanan politikalar devamı olacak. Olası seçimlerin ikinci tura kalması sonucunda Kürtlerle işbirliği yapmak için maske değiştireceklerdir. Kürt
siyasi politikasının bu durumda “ilkede tutarlılık, politikada esneklik” söyleminden yola çıkarak bir destek sağlamaları durumunda, birkaç ay sürecek bir “lale devri” ve sonradan geri alınacak birkaç göstermelik yasal değişikliklerin ardından yaşayacaklarını tahmin etmeye gerek yok: bugün ne yaşıyorsak, gelecekte de onu yaşayacağız.
“Emek ve Özgürlük İttifakı” ise temel olarak tabanını Kürtlerin oluşturduğu ama politikalarını belirlerken de Kürtlerin taleplerine o kadar da dikkat edilmediği bir bileşimdir. HDP bu konuda farklı bir konumda ve noktada bulunduğu için, ayrı olarak değerlendirilmeyi gerektirdiğini belirtmeliyiz. Ancak bileşenler Kürtlerin talepleri konusunda net tavır sergilemekte kararsız kalıyorlar. “Hayır, öyle değil” diyenlere soralım: Güney Kurdîstan’ın ve Rojava’nın işgaline hayır, hasta ve diğer siyasi tutsakların özgürlüğü hemen sağlanmalıdır, Kürtçe anadilde egitim hakkı tartışılmaz ve daha da belirgin olarak “Türk devleti Kurdîstan’da işgalcıdır, bir an önce tüm kurum ve kuruluşlarıyla çıkmalıdır” diyebiliyorlar mı, hayır. Gerekçe hazır: “yasalar bu durum karşısında cezai yaptırım uyguluyor”. Öyle mi, Kürt direnişinden beslenmek, Kürt oylarıyla seçilip, soykırımcı M. Kemal ve kadrosunu selamlamak, ceylan derili koltuklarda oturmak o kadar kolay ve rahat mı? Peki görünen nedir? “Saray’ın saltanatını yıkacağız, demokrasi gelecek”. O gözünüzü korkutan yasalar, insanca bir hayat yaşansın, sömürgecilik yok edilsin, emeğin gücü hakim olsun diye onbinlerce Kürt, Ermeni, Rum ve Türk devrimcisi tarafından ölüm göze alınarak çiğnendi. Mezarlar, mezarsızlar, sürgünler, zindanlar, yoksullukla boğuşanlar bu ideal için hayatlarını ortaya koydu. Hiçbiri ama hiç biri kalkıp da :”yasalar başkaldırmaya uygun değil” demedi.
Bir özgürlük mücadelesinde elbette bütün olanaklar değerlendirilmelidir. Ancak “amaçları, araçlara” kurban edilmemelidir. Parlamento, belediye veya diğer kurumlar nezdinde sorumluluk almak, mücadeleye katkı sunmak olmalıdır, ama mücadelenin temel umudu olarak bunlar öne çıkarıldığı zaman kitleler seçimlerin sonucunda bekledikleri tabloyla karşılaşmayınca yılgınlığa düşeceklerdir.
Emma Goldman’la bitirelim: ”Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi, yasaklanırdı”…