Kavram: diyalektik ve tarihsel materyalist düşüncenin ışığında tanımlanmıştır. O günden bugüne de nesnel gerçekliğini hiç yitirmeden önümüzde duruyor. “Devrimci teori olmaksızın, devrimci bir hareket olmaz”.
Teoriye gerek duymayan, pratiğin yeterli olduğunu savunan, bir anlamda (teoriye ihtiyaç duymayıp, amiyane tabiriyle “kervan yolda düzülür” denilebilecek) gerekçeci bir anlayışın hakim olduğu siyasal yapılar geçici zaferler elde etse bile yenilginin nesnelliğiyle yollarını kesiştirmekten kurtulamazlar. Küçümsenen teori, büyük bir bedel ödemeyi gerektiren pratik demektir. Nesnel bir gerçekliğin canlı algılamasının soyut düşünceye, oradan da pratiğe dökülmesi, bu kavramın tanımasallaşmasıdır. Elbetteki her teori pratikle sınanır ve her teorinin mükemmelliğinin ve geçerliliğinin sınırı, pratiğin karşısına çıkana kadardır.
Tanımın başında vurgulanan “devrimci” kelimesi rastgele kullanılmış bir kelime değildir. İdeolojik bir tanım ve tutumdur. Eğer maddenin hareketini ve hareketin asla durağanlaşmayacağını gerçekçi bir duruşla düşünüyor ve savunuyorsak, bu tanım bizi idealist düşünceden uzak tutup sadece ve sadece nesnel gerçekliğin safına sokacaktır. Bilinen başka bir tanımla da nesnel gerçekliği olanca çıplaklığıyla kabul etmek devrimci bir tutumdur. Böylelikle gerçek bir pratiğe dökülmek için gerçek bir teoriye gereksinimin zorunluluğu kendini dayatır. Elverirki teori yanlış kurulmuş olsun; sonuçta pratigin devrimciliğiyle karşılaşacaktır.
Kavramın daha da basit anlatımla ifade edilmesine bir örnek vermek gerekirse: bir ülkeniz olduğunu ve düşman saldırısı altında olduğunu düşünün, ne yaparsınız? Devrimci teori: düşmana karşı silahla savaşmak gerekir, devrimci pratik: silahlanır ve savaşırsınız. Bu kadar basit bir tanım. Devrimci olmayan teori: önce halkı örgütlemek, silah elde etmek, uygun zamanı beklemek, soğuk veya sıcak havada savaşmamak, konfordan vazgeçmemek …… devrimci olmayan pratik: düşman saldırısına karşı direnenlerle değil de düşmanla beraber hareket etmek… Bu da basit bir tanım.
Elbette teori, bir yazılım programı veya düşlerden oluşmuş kusursuz bir imge değildir. Kurulurken binlerce hatayı da içinde barındırabilir ancak temel nokta; somut durumu olabildiğince çıplaklığıyla kabul etmek ve buna uygun adım atmaktır. Bir düşüncenin nesnel gerçekliği doğru soyutlayıp soyutlamadığı, sadece pratikte sınanabilir. Mantığın pratiği değil de, pratiğin mantığını esas almak seçilmesi gereken tercih olmalıdır.
Bir sorunun büyümesini sağlayan faktörler genelde, sorunu yaratanlar tarafından bulunur ve uygulanırlar. Böylelikle hem sorunu denetlemeye çalışmış olurlar, hem sorunun çözümünü ertelerler, hem de karşı tarafın mücadelesini zamana yayarak veya gerçek çözümden uzaklaştırarak boğmaya çalışırlar.
Yüzyıla damgasını vuran Kurdîstan’ın işgali ve sömürgeciliği ile buna karşı sürdürülen direnişler devrimci bir teoriden yoksun oldukları için bastırılmışlardır. Çünkü direnenler sadece direnmeyle sömürgeciliğin zincirlerini kıracaklarını düşünmüşlerdir. Oysa pratik için kılavuzluk edecek bir teoriye ihtiyaç vardır. Bu gerçekliğin farkına varan Kurdîstan Özgürlük Hareketi, uzun yıllara dayalı çalışmalar sonucu nesnel gerçekliğe dayanan teorik bir temel üzerinde yükselen ve bugüne kadar da sürdürülen direniş geleneğini yaratmış ve sömürgecilere anladıkları dilden yanıt vermiştir.
Maddenin hareketinin temel alınması, toplumsal ilişkilerin de kaçınılmaz olarak hareket halinde olduğunu kabul eder. Bundan kaynaklı donmuş, dogmatik bir teori ve değişmezlik başka bir ideolojinin savunusu olabilir ancak, devrimci ideolojinin değil. Yüzyıl önceki teorik belirlemeleri değişmez kabul etmenin yanlışlığı sosyalist hareketler ve peşinden sürüklediği halklar tarafından ağır bir şekilde ödenmiştir. Çünkü ideolojik bakış ile üretici güçler ve üretim ilişkilerinin çelişkisi derinliğine incelenmeden, şabloncu bir mantıkla her topluma uygulanmaya çalışılmıştır.
Kurdîstan Özgürlük Hareketi, şimdi olmasa bile çok zamanlar sonra kabul edilecek bir gerçeklikle değişen toplumsal ilişkileri kendi bünyesinde de değiştirerek ama ideolojik netliğini koruyarak mücadelenin gerekli olan politik adımlarını atmasını bilmiştir. Bu nedenle “boğdurulamamış”, kendini yenileyerek devam etmiştir. Son derece basit bir soru ve yanıtıyla devam etmek, aydınlatıcı olacaktır. Sömürgeciler, bütünsellik olarak NATO’nun desteğini de alarak kime saldırmaktadırlar, Kurdîstan Özgürlük Hareketi herşeyden vazgeçtiyse neden saldırıların odağında yer almaktadır? Neden en basit bir ilişki kurduğu bireyler/kurumlar baskıların hedefi olmaktadır? Çok daha ileri talepleri taşıyanlar en azından şimdilik neden ağır baskılarla karşılaşmamaktadırlar (direniş bastırılırsa, onları da imha edeceklerini unutmayalım), sorun teorik kurulum ve pratik adımda yatmaktadır.
Ancak temel sorun, temel çelişki değişmemesine rağmen değişken toplumsal ilişkilerden kaynaklı yanıtlanması ve bu yanıtın da pratikte verilmesi gereken bir soru olarak önümüzde duruyor. Sömürgecilik, faşizm ve mücadele tanımı değişmediyse ve buna karşı mücadele ediliyorsa öyleyse çözüm adına sistem içi bir çözüm önerilebilir mi? Sömürgecilik yapısal özelliğinden vazgeçmediyse, çözüm sistemin içinden mi, yoksa sistemi yıkarak mı gelişecektir?
Hiçbir şeyin bilimsel anlamda kesin olarak evet ya da hayır cevabı yoktur, tıpkı renklerin siyah/beyaz olarak değil de arasında sonsuz derecede gri tonları barındırdığı gibi. Süreç sistem içi adımı gerektirebilir ama sorunun temel karekteri değişmediği için, çözümü de değişmeyecektir. Sistemin ürettiği sorunsala, sistem içi çözüm olmayacaktır. Bu nedenle sömürgecilik Kurdîstan Özgürlük Hareketi’ne saldırmaktadır. Çünkü direnişin zaferi, sömürgeciliğin mezar taşına şunu yazacaktır: “Muhayyel sömürgecilik burada meftundur”.