Her sorun belirli koşullar oluşunca çözüme yönelik gelişme gösterir. Koşulların oluşmadığı bir sorun, çözüme ulaşmaz ve ağırlaşarak devam eder. Bu temel denklem çoğunlukla gözardı edilir çünkü bireyler sorunlarının çözümü konusunda aceleci davranmak eğilimini gösterirler. Bu anlayışla karşılanır çünkü bir sorunla yaşamak bireylerin ve örgütlü yapıların önünde bir engel oluşturur. Ancak çelişkinin karşıtlık üzerindeki gelişimi, yaşanan sorunun çözümünü gerektiren adımların ileriye doğru atılmasını da sağlar. Böylelikle bir sorunun engelleyici ve geliştirici yönünün olması diyalektiğin yasasıdır diyebiliriz.
Türk devletinin 14 mayıs seçimleri Kürt ve Kurdistan sorununun çözümü konusunda atılacak adımları ileri bir tarihe ertelendiği için bir “bekleyelim, görelim” tavrı öne çıktı. Bu tavır: elbette Kurdistan Özgürlük Hareketi’nin kısmen dışında bir tavırdır. Çünkü seçimlere kadar ilan edilen tek taraflı eylemsizlik kararı Türk devletinin bütün saldırılarına rağmen sürdürülmektedir. Ancak yine de belirtmek gerekir ki, Kurdistan Özgürlük Hareketi kitlelere sunulan bu “ilkbahar rüzgarının” hayaline kapılmayıp hem uyarı yapmayı, hem de kendi programını uygulamayı aksatmamaktadır.
Türk devletinin birikmiş sorunları gün geçtikçe, çözümü ertelendikçe bedelinin daha da ağırlaşacağı bir şekilde büyüyor. Bu bedel sadece ekonomik değil elbette. Toplumsal hayatın yerleşmiş geleneklerinin de bozularak çığrından çıkmasını sağlayarak, bir toplumu bir arada tutan bağların dağılmasını ortaya çıkarır. Elbette elimizdeki verilere bakarak Türk toplumsal yapısının çoktandır dağılmış olduğunu söyleyebiliriz. Laik-anti laik, Türk, müslüman, sunni ve bu kavramın dışında kalanlar olarak dağıldı zaten. Sömürgeciliğin gereği zorunlu olarak Türk toplumsal yapısının içinde yer alan Kürtler çoktandır ayrılarak kendi toplumsal yapılarına dönmeye başladılar. Genellikle dile getirilen “Kürt-Türk kaynaşmıştır, nüfus yoğunluğu açısından büyük şehirlerde yaşayan Kürtlerin varlığını inkar edemeyiz” türünden sosyolojik belirlemeler! Kürt ve Kurdistan gerçekliğini öteleyen açıklamalardır. Öyle denildiği gibi can-ı gönülden ve artık gerçekleşmiş bir kaynaşma yoktur. Zaman zaman yapılan anketler Türklerin, Kürt komşu, ortak veya başka bir şekilde bağ oluşturacak bir ilişki istemediğini göstermektedir. Bunun dışında Kürtçe konuştu, stran dinledi diye en hafifinden dövülen Kürtlerin varlığı, çalıştığı işinden atılanlar… En temel ayrımı herkes kabul edecektir: Bir gerillanın veya Türk asker-polisinin hayatını kaybetmesi her iki toplumda farklı duygu ve düşünce uyandırıyor. tek başına bu gerçeklik bile bu ayrımın bir daha birleşmeyeceğini göstermektedir.
Çünkü ulusal bilincin gelişmesi bireylerde bir daha geri dönülmez bir bilinç oluşturur. Daha önce sömürgeciliğin toplumsal yapısı içinde kimliğinden kaynaklı görünür bir sorun yaşamayan birey, ulusal bilinci geliştikçe, kendi “benliğinin” farkına varır ve ayrışır. Bu ayrışma sadece bilince varan sömürgede değil, sömürgecide de netleşir. “Efendi” egemenliğinin çökmesinin yarattığı öfke, giderek nefrete dönüşür ve her iki tarafta da derin bir ucurum oluşur. Türk toplumsal yapısının çökmesi, elbette uzun bir dönem ve tam olmasa bile şimdi de bir şekilde ilişki içinde bulunan Kürt toplumsal yapısını da değiştirmeye başlamıştır. Kürt toplumsal yapısının da kendi içinde ayrışması görünür olmaya başladı. Bir yanda sömürgecisinden (hızlı ya da ağır bir kopuşla) beliren ayrışma temel olarak “yurtsever-işbirlikçi” ayrımına gidecektir. Çünkü farklılığını “yurtseverlik” olarak tanımlayan bireylerle, sömürgecisiyle kopmak istemeyen bireyler arasında bir çatışma boy verir. Bu, kendi içinde yaşanacak olana ayrışma ileri zamanlara ertenmiştir, çünkü bir şekilde aynı ulusal birliktelik varlığını korur, bir bağ oluşturur.
Bir toplumun dağılması, gece yatılıp sabah uyanınca görülen birşey değildir. Göz önünde bir saksıda büyüyen bir çiçeğin büyüdüğünün farkına nasıl varılmıyorsa, bir toplumun dağılmasının da farkına kolay kolay varılmaz. Bozulan ekonomik yapının kitlelerin ruhuna nasıl işlediği ve onları nasıl ağır bir şekilde değiştirdiği de kolay kolay görülmez.
Seçimlerde AKP-MHP faşizminin kaybedecek olmasının yarattığı umut, bu ikili tarafından ezilenlere yeni bir hayatın kapısının açılması olarak algılanıyor. Oysa henüz seçimin kazanılacağı net değil, kazanılırsa bile iktidarın devredilip devredilmeyeceği belli değil. Bozulan devlet yapısının, ağırlıklı olarak son yirmi yılda dibe vuran ahlaki değerlerin, talan edilen ekonominin düzene girmesi zaman alacaktır.
Belirleyici sorun Kürt ve Kurdistan sorununa yeni devlet yoneticilerinin nasıl yaklaşacağıdır. Şimdilik görünürlüğünün azalması büyük bir olasılıkla Türk devleti tarafından geçmişte de görüldüğü gibi “sorunun çözüldüğü” şekilde anlaşılmak istenecektir. Bir süre sonra Kürtlerin beklentilerinin karşılanmadığı görülürse yeniden gündeme ağır bir şekilde gelecek olan bu durumun bir üst aşamaya evrileceğini görmek gerekir. Bu yeni aşamada Türk devletiyle olan bağların biraz daha zayıflayacağını görmemek için geçmişten ders almayı bilmemek gerekiyor. Her zayıflık, başka bir yapıyı güçlendirir.
Kürt ve Kurdistan sorununa yaklaşım, bir ulusa nasıl yaklaşıldığını da gösterecektir. Erteleyecekleri çözüm, bir süre sonra daha sert bir şekilde gündeme girecektir çünkü çözümün kendisini dayatması başka türlü mümkün olmayacaktır.