Yeni bir dünyanın müjdesini veren kişi veya partilerin teorik ifadeleri ne kadar parlak olursa olsun bizi o teoriler hakkinda yol gösterecek olan pratikleridir. Kişi veya parti kitlelere özgür, eşit ve adil bir toplumsallığın umudunu verebilir, partinin önderi tarihsel bir konumda olabilir ama bunların hepsi pratikle yüzleştikten sonra anlam kazanacaktır.
Gerçeklik bize sihirli bir küreye dokunup sonsuz mutluluğa erişmeyi vaad etmez, her türlü duygudan sıyrılmış somut bir durumun net hali olarak ortaya çıkar. Bu nedenle teorilerin ve sözlerin parlaklığının başarısızlığı: gerçekliğe uygun olmayışının, gerçeklik tarafından kabul görmeyişinin ifadesidir.
SSCB deneyimi konumuzla ilgili olarak incelenmeye değerdir. Elbette geniş çaplı bir inceleme için arşivlere erişebilmek gerekir ancak hem bu olanaktan yoksun olmak hem de konunun dar olmasından kaynaklı belli başlı örnekler vermek durumundayım, inanıyorum ki bu örnekler yararlı olacaktır. Lenin tarihe damgasını vurmuş ender insanlardan biridir. Marxizme yorum getirecek kadar teori ve felsefi alanlarında katkı sunmuştur.
Önderi olduğu partinin silahlı bir ayaklanma başlatarak iktidari ele geçirmesini örgütlemiştir ve sonuç olarak vahşi kapitalizmin egemen olduğu dünyada Marxizmin ışığında yeni bir soluk alınmasının, yeni bir dünya kurulmasının ilk toplumsallik kazanmış pratik yolunu göstermiştir. Uğrunda mücadele ettiği ilkelerin toplumsal ve örgütsel bir anlayış kazanmasını istemiştir. Elbette teori herkesin kurabileceği bir soyut düşünceler birikimidir ancak teorinin sınırı, gerçekliğin başladığı yerden sınanır.
Yıl 1920 aylardan nisan ve 26. günü. BMM başkanı M. Kemal kurulmasina önayak olduğu henüz devletleşip TC adını almamış siyasi yapının ekonomik sıkıntılarla kıvranan ve “Türklük” potasında erimek istemeyen bu nedenle daha ayaklanmalara dönüşmemiş ama derinden derine toplumsal bir tabana yayılan halkların ve bu halklardan da Kürt halkının doğacak isyanını görmekte önceden hazırlanmak istemektedir, bu nedenle de 1917’de Çar yönetimini yıkarak RKP önderliğinde bir devrim gerçekleştirmiş olan Lenin’e mektup yazar:
“… mazlum i̇nsanların kurtuluş gayesini hedefleyen Bolşevik Ruslarla mesai ve hareket birliğini hedefliyoruz. Talebimiz … şimdilik ilk taksit olarak beş milyon altının ve kararlaştırılacak miktarda cephane ve diğer fenni harp vasıtaları ve sıhhi malzemenin ve yalnız Doğu’da hareket icra edecek olan kuvvetler için erzakın, Rus Sovyetler Cumhuriyeti’nce temini rica olunur.” Bir yanda “devrime önderlik eden, halklar ve uluslar cumhuriyetleri” kuran Lenin, öte yanda devşirme güruhtan öteye bir anlam ifade etmeyen kalabalıktan bir milliyet çıkarma sevdasına düşmüş ve kendi mühendisliğinde bir cumhuriyet kurmak için çırpınan ve çok değil beş yıl önce Ermeni halkının soykırımdan geçirildiği, Rumlar ve Kürtlerin de soykırıma uğratılması için zamanını bekleyen bir devletin kuruluşunun tohum halleri ve “kurtuluş savaşı vererek mazlum milletlere örnek olduğu” masalının günümüze kadar anlatılmasına önayak olan bir subay.
Değil Marxizme yakın olmak, dönemin faşist diktatörlerinin imrendiği bir lider ve yapı olarak da faşist olarak değerlendirilmesi gereken biri. Doğal olarak Lenin’in “sosyalist değerler” adına bu talebi geri çevirmesi gerekir ama geri çevirmiyor. Hatta mektupta yazan “… yalnız Doğu’da hareket icra edecek olan kuvvetler için…”cümlesini bile sınır komşusu olduğu halde sormuyor, çünkü M. Kemal’in neye hazırlandığını öngörecek kadar yetenekli bir önder. O hazırlığın “ne olduğunu” diyalektiğin yasaları gereğince bilmemesi mümkün değil.
Yazışmalar devam eder. 4 Ocak 1922 tarihinde ikinci mektup yazılır, “… Erzurum ve Sivas kongrelerinde delegeler halkların kendi kaderlerini tayin hakkını kabul etmiştir… Milli topraklarımızı işgal altında bulunduran emperyalist kuvvetleri kovmak ve emperyalizm aleyhine vuku bulacak ortak mücadelelerimiz için… Sizi temin ederim ki Sovyet Rusya’ya karşı doğrudan veya dolaylı olarak asla hiçbir anlaşmaya ve ittifaka dahil olmayacağız…”
Böylelikle yakınlaşma perçinleşmiş olur. Peki M. Kemal’in kullandığı onca tumturaklı sözlere bakarak “devrime” giden yolda olduğunu söyleyebilir miyiz? Cevabı Lenin versin. 28 ocak 1922 günü Ankara’ya inen ilk büyükelçi S. I. Aralov’a Lenin yolculuğundan önce şöyle der: “M. Kemal Paşa tabii ki sosyalist değildir, ama görülüyorki iyi bir teşkilatçı . Kabiliyetli bir lider, milli burjuva ihtilalini idare ediyor… O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor, emperyalistlerin gururunu kıracağına inanıyorum… Ona, yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor. İşte sizin işiniz budur. Türk hükümetine, Türk halkın saygı gösterin… Onların işlerine karışmayınız ” Bir sosyalist lider, sosyalist olmayan bir lidere yardım ediyor ve yapılan yardımların bir kaç tanesine bakacak olursak:
– Ankara’da iki barut fabrikasının kurulması,
– 200 kilo külçe altın,
– 100 bin altın ruble,
– 54 top, 327 makineli tüfek, ve 147 bin top mermisi..
Şimdi tarihi biraz ileri saralım : Qocgiri, Nasturi, Beytüşşebap, Şêh Seîd, Sason, Ağrı, Hazro Mutki isyanlarında Kürtlerin katledilmesinin silahların ve askeri masrafların nereden karşılandığını artık görebiliyoruz. Yoksa “yedi düvelle savaştık” diye uyduruk bir masaldan ibaret olan “Kurtuluş Savaşı”nda her evden bir çorap almak için bile kanun çıkaran vermeyeni ağır cezalara çarptıran bir devletin parasının olmadığını görmemek için ne olmak gerekir? Biraz daha ileri gidersek I. S. Çağlayangil’in anılarında “Ordu, Dersim Kürtlerini kesti, fareler gibi zehirledi, mağaralara sığınmış Kürtleri …” diye anlatır. Ve Kürtleri, ve Rumları ve muhalifleri mitralyözlerle taradılar, bombalarla topluca öldürdüler, gaz bombalarıyla zehirlediler. Bunları SSCB’den aldıkları para ve silahlarla yapmadılar diyen olabilir, belgeler ışığında sunarsa bilgilenmiş oluruz.
Net olan gerçeklik şudur ki, o yardımlar olmasaydı, o paraları bulma ve o coğrafyada yaşayan yerleşik halkları kırımdan geçirmek imkanı son derece kısıtlıydı, o yardımlarla TC’nin ekonomik durumu nefes alacak hale geldi ve katliamların silahları sağlandı. Ben, Kurdîstanlı bir Marxist olarak bu tutumun devrimci tarzda yerinin olmadığına inanıyorum, gerekçesi ne olursa olsun cünkü amaçlara uygun yürünmeyen yol, mutlaka çıkmaza sürüklenecektir, sürüklendi de. Yeri gelmişken günümüzde Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin asıl olarak basit silahlarla ve çok az imkanlarla hava saldırılarına karşı durması ve bunun bile “Leninist”ler tarafindan eleştirilmesini de not edelim. Hatırlatma olarak yazmak isterimki, burada sadece SSCB’nin TC ile iliskisi incelenmektedir, o dönem her iki devletin politikalarını belirleyen liderlerinin ilişkileri bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu yazıdan “Lenin”e saldırı çıkarılması, konuyu ekseninden koparmak olur.
SSCB yeni kurulmuş bir devlet, ayakta durmaya çalışıyor. Bu nedenle anlaşmalar yapıyor, bu siyasi olarak anlaşılabilir ama bu devlet “Sosyalist” bir devlet, her koşulda ezilen uluslara ve halklara destek sunması gerekirken kendini dünya devrimin merkezi yerine koyup, her ülkedeki tüm sol partilerin kendilerine zorluk çıkarmayan ülke hükümetlerine destek olmasını istiyor ve buna uygun Komintern kararları aldırıyor. Lenin bu konuda Hintli delege Roy ile tartışmaya girer ve kongre Lenin’i destekler. Roy ise yaptığı konuşmada “Lenin’in haksız olduğunu ama isminden kaynaklı kongrenin onu desteklediğini, kendisini ise tarihin destekleyeceğini” söyler.
Tarih yanılmadı. Elbette Marx, Lenin, Stalin ve diğer bütün önderleri ve savunduğumuz ideolojiyi bir dogma yerine koyup, sabah akşam tarikata girmiş gibi kitap okuyup, tekrar edebiliriz ama tarihsel diyalektik materyalizm bir bilim olarak kabul edip, araştırmak ve sorgulamak gerekiyorsa, o zaman hiçbirimiz muaf değiliz, olmayacağız da.
Gelecek hafta Stalin, Kızıl Kurdîstan, sürgünlere gönderilen Kürtler, diğer sosyalist! devletlerin tutumu ve kerameti kendinden menkul TKP, Hani şu HDP listesinden çıkan TKP’nin ilk yıllarına, hani şu her yil 10 kasim tarihlerinde M. Kemal için övgüler düzen ama konu Kürtler olunca suskunlaşan hatta 10 kasımdan 5 gun sonra katledilişinin yıldönümü olan 15 kasımda Seyid Rizo için tek kelime etmeyen TKP ve bu partinin ışığında şekillenen sol partilere ilişkin yazacağım.
/Devam edecek…/