Ali Engin Yurtsever: Sosyalizm ne yana Düşer Usta Kurdistan Ne Yana?-5

Yazarlar

Devrimler, birikmiş sosyal ve siyasal sorunların toplumda yarattığı altüst oluşların gerçekleşmesinin diğer bir tanımıdır. Toplumsal sorunların mevcut haliyle çözülemeyeceği ancak bir devrimle çözülebileceği tahlilini yapan siyasal bir oluşum buna uygun teorik belirleme ve pratik adımların eşliğinde hareket eder.

TKP bu belirlemeyi yapmış mı, elbette yapmış. Marxist ilkeler doğrultusunda yapması da gerekir zaten, bu nedenle parti programında bu tahlili görebiliyoruz, görebildiklerimizin arasında Rusya, Almanya, Fransa, Avusturya, Macaristan gibi ülkelerin adı var da ancak Kurdîstan, Ermenistan, Pontos ülkelerini göremiyoruz çünkü emir büyük yerden, M. Kemal’i burjuva kurtuluş savaşçısı olarak gören ve desteklenmesini isteyen SSCB’den. Bu konu önceki bölümlerde işlenildiği için artık gerek duymuyorum. Sadece TKP tarihinden birkaç örnekle Marxist teorinin ne kadar hızla dışına çıkıldığını, 1917 devriminin parlak sözlerinin daha ağızdan çıkar çıkmaz ne çabuk unutulduğunu görelim.

 İlk veri, henüz örgütlenme aşamasının tamamlanmadığı, Azadî örgütünün ayaklanması olan ama genel olarak Şêyh Seîd isyanı diye bilinen isyana dair TKP’nin aldığı tutumdur. Mahkeme savcısının iddianamesinde bu isyanı “Kürt ayaklanması ve bağımsız Kurdîstan’ı kurmak” olarak değerlendirmesine rağmen TKP “perde arkasında İngiliz parmağı olan gerici bir ayaklanma” olarak değerlendirdi, sadece TKP mi, hayır elbette Komintern de yaptığı açıklamada aynı tahlilde bulundu. Pratik böyle işledi peki teori nasıldı? Açalım kutsal (!) kitabımızı bakalım ne diyor Lenin… “yığınları kapsayan ulusal hareketler başladıktan sonra umursamamak ve bunlardaki ilerici olan şeyi desteklememek sonuç olarak “kendi ulusunu”, “örnek ulus” sayarak (ya da biz ekleyelim, kendi ulusunu devlet kurma ayrıcalığı tekeline sahip ulus sayarak) milliyetçi önyargılara kapılmak olur”.

İşte katliamlar böyle sözlerin arkasına gizlenildi. Pontos Rumları 1915-1923 arası (sayıca yazması kolay 350 bin insan) katliamdan geçirildiler. TKP ve Komintern, M. Kemal ile çıkarları bozulmasın diye Kürtlerin katledilmesine “gericilik” etiketini yapıştırdılar bunu anlayabiliyoruz ancak Rumlar da mı aynı kategorideydi, neden Ekim devriminin halkların kurtuluşunu gören gözleri az ötedeki Rumların katledilmesini göremedi?

Üstelik yardım silahlarını İnebolu’ya gönderirken orada yaşayanlar Rumlar değil miydi? O süreçte M. Kemal ile Topal Osman’ın sohbetlerini başka yazıda yazarım. Bu bağlamda SSCB ve TC ilişkileri açısından bakarsak, devletlerini korumak isteyen iki anlayıştan başka bir şey olmadığını görürüz. Marx, kendi teorisinin Fransa’da farklı yorumlanması karşısında “eğer Marxizm buysa, ben Marxist değilim” demiştir. Yaşayıp Lenin’in M. Kemal ile ilişkilerini görseydi muhtemelen “ben ilkinde Fransa pratiğine bakarak Marxist değilim dedim ama Rusya pratiğine bakarak asla Marxist değilim” demekten muhtemelen kaçınmayacaktır.

Dersîm katliamını “isyan” diye niteleyen TKP genel sekreteri İ. Bilen 09-07-1937 tarihinde “Dersim’de gerici feodal aşiret reisleri, feodal unsurlar utanmazca şartlar ileri sürdü” diyecek kadar bırakın sosyalist değerleri, insani değerlerden de ne kadar yoksun olduğunu göstermiştir. 

Lenin’in ölümünden sonra Stalin’in yönetimi başlamıştır ama ne SSCB ne de TKP’nin bakış açısı değişmiştir, “somut koşulların somut tahlili” Kürtlere, Ermenilere, Rumlara uygulan(a)mamış, bu halklar hariç tutulmak üzere değişmiştir. TKP nihayet Kemalist hareketi karşı devrimci ilan edebilmiştir ama bunu da uluslar bazında siyasi bir tahlil sonucu yapmamıştır. TC ve M. Kemal’i desteklemesine rağmen, TC’de legal faaliyet yürütme izni alamayınca (devrim için egemenden izin beklemek de ayrı bir sorun) böyle bir karar almak zorunda kalmıştır ancak Kürt katliamlarına/isyanlarına karşı TC yine desteklenmiştir. Hatta Komintern Dogu Seksiyonları Sekretaryası temmuz 26 tarihinde TKP MK’ye mektup göndererek “devrimci hükümetin tanınmasını” istemiştir. 

Stalin’in iç uygulamaları, 1936 mahkemeleri konumuz dışında olduğu için-şimdilik-değinmeyeceğim, bizi ilgilendiren kesimden devam edelim.

1923 yılında Sovyet Merkez Yönetimi kararıyla Kızıl Kurdîstan Özerkliği ilan edildi. Ermenistan-Azerbaycan arasında ihtilaflı bir bölge olarak gündeme gelen bu yerleşim alanı 1929 yılında feshedildi. 1936 yılında alınan kararlarla 1937-1944 yılları arasında sürgün göçleri gerçekleştirildi ve bu yolculuklar felaketti. Vagonlar tıka basa dolu, yiyecek ve içecek sıkıntısının had safhada olduğu bir yolculuktu. Sadece Kürtler değil bu bölgede yaşayan halklar da sürgüne gönderildiler.

Tıpkı Dersîm’den vagonlara konulup sürgüne gönderilenler gibi. 1930 sonu 1940 başında Kızıl Kurdîstan’dan Ortaasya cumhuriyetlerine sürgünler başladı ve devam etti. İleri bir tarihte Stalin öldükten sonra sürgündekilere geriye dönme izni çıktı ama “Kürtler” bu izin kapsamına alınmadı. Ne yazık ki ironik bir tarz mı demek gerekir, sosyalist ilke ve değerlerin ülke çıkarlarına feda edilmesi mi demek gerekir, yoksa Kürtlerin lanetlenmiş kaderi mi demek gerekir bilemiyorum ama bu süreç SSCB’nin dağılma döneminde de devam etti, değineceğim. Stalin döneminde bu özerk yapının feshedilmesinin ardında ne olduğu ise 1991 yılında açılan dosyalardan belli oldu. Stalin döneminin ünlü istihbarat şefi Beriya ve Azerbaycan KP yetkililerinin verdiği yanlış raporlar sonucu haksızlık yapıldığı kabul edildi ancak SSCB’nin dağılması sonucu Kürtler temel anlamda birlik oluşturamadıkları için güçsüz kaldılar. 

Bugüne bakarsak Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin ille de “Ulusal Birlik” diye ısrar etmesi bize, tarihten ders almış bir bakış açısına sahip hareket olduğunu gösterir ama kimi yetersiz politikacılar bunu Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin güçsüzlüğüne vermeye çalışıyorlar.

Kısa bir ara ile inanç sahiplerine de sormak isterim, çünkü bu, hem sınıfsal hem de ulusal bir sorundur, onların da düşünce ve davranışlarını bilmemiz gerekir ve değerlidirler de. Kürtler de inanç anlamında hatırı sayılan bir yere sahiptirler, kaldı ki öyle olmasalar ne olur, Allah’ın kulu değiller mi? Bunca zulüm, bunca haksızlık neden görmezden gelindi, dünya üzerinde 40’tan fazla Islami değerlerle yönetilen veya kendini müslüman addeden ülke varken neden hiçbiri “ümmetten” sayılması gereken Kürtler için sesini yükseltmedi?

Filistin’in özgürlüğü için çıkarsız, hesapsız onlarca Kürt kendini feda etti de karşılığında Mahmud Abbas “Kurdîstan’ın kurulması vahim bir sonuçtur” derken ne ölçüde inancına sahipti, yoksa o inanç, Halepçe katliamı “Enfal Süresi, 12.” ayetine mi denk düşerdi? Efrîn’in işgalinde camilerden defalarca “kahraman ordu”larının zaferi için dua etmek, islamın neresinde yer alıyordu, en kötüsü Kürt müslümanlar bunları nasıl dinleyebildi?

Ya Qızılbaşlık inancı? Kürtlerin bir bölümünün de taşıdığı bu inanç “Kerbela Şehitleri”ni 680 yılından beri (haklı olarak) anarken neden Dersîm, Qocgiri, Halepçe gibi katliamları da aynı duygu ve düşüncelerle anıp, uygulayanları lanetlemedi? CHP seçmeni kimliğinin görünür bir şekilde öne çıkmasına karşın, onlarca Dersîmli şehidin, Sakine’nin, Dr. Şıvan‘ın kimlikleri sonucu katledilmeleri size neyi ifade ediyor? Her iki inanca da aynı soruyu sormak isterim: yaradan korkusu yoksa sizi sarsmıyor mu, ister “ruz-i mahşer” diyelim ister “dara çekilmek” diyelim o gün geldiğinde o büyük güce nasıl döneceksiniz?

Görünen gerçek “tevil”e ihtiyaç duymayacak kadar nettir, ortadadır. Gerek Qızılbaş gerekse Islam inancı olması gerektiğinden farklı olarak TC’nin yoğurduğu şekliyle karşımızda durmaktadır. Elbette “mütedeyyinler hariç”. TC sadece sol düşünceyi değil, inançları da bildiği gibi yoğurmaktan çekinmemiş bunda da bayağı mesafe kat etmiştir.

1946 yılında kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti yine SSCB’nin bu cumhuriyete desteğini kesmesi sonucu Iran tarafından yıkıldı bu biliniyor ama biraz derine inince şunu görüyoruz. 1943 yılındaki Tahran konferansının ardından 1945 yılında Azerbaycan Milli Hükümeti, 1946 yilinda da Mahabad Kürt Cumhuriyeti kuruldu hemen ardından Iran’in kuzey bölge petrol yataklarını işletme konusunda imtiyaz elde edince bu iki devletten de desteğini çekti ve sömürgeci Iran devleti desteksiz kalan bu iki devlete saldırarak yıktı. 

 1991 yılında SSCB’nin dağılmasının ardından Kürtler de diğer cumhuriyetler gibi asgari koşulda özerklik elde etmek üzere toplantılar yaptılar hem kendi aralarında hem de BDT adını alan yeni yapılanma ile ama sonuç hüsran oldu. Gerek TC’nin gerekse TC’nin baskısıyla Azerbaycan ve Ermenistan’in girisimleri sonucu tüm çalışmalar boşa çıkarılır. Dikkat çekici bir nokta ise parti isimleridir. hepsinde bir şekilde “Türk veya Türkiye” tanımlaması vardır. Hiçbir tanesinde “Kürt veya Kurdîstan” tanımlaması yoktur. S

on yıllarda Kurdîstan gerçekliğinin kendini dayatması sonucu bazı yapılar nihayet “Türk veya Türkiye” tanımlamasını kullanmamaktadır. Bir ülkenin komünisti kendi ülkesinin burjuvazisi ile hesaplaşmadan başka ülke burjuvazisi ile hesaplaşacaksa, neden başka ülkelerde savaşmayıp Kurdîstan’da savaşılıyor ve neden Kurdîstanlı komünistler de bu isim altında savaşıyor?

TKP hakkında bir iki not yazarak bu yazı dizisini bitirmek isterim.

1920 yılındaki programında Macaristan, Avusturya, Rusya, Afrika, Amerika gibi ülkelere ilişkin tahliller yapılmış , tek kelime ile Kürtlerden söz edilmemiş. Çünkü programın kabul edilme tarihi 10-16 Eylül 1920 yani 1-7 Eylül Doğu Halkları Kongresi’nin hemen ertesi. M. Kemal devrimci ulusal kurtuluş savaşçısı!, Kürtler ise feodal gerici!.

Peki onca isyan, tutuklanma, işkence, sürgünler ve 40 yıllık Özgürlük Hareketi’nin direnişi ve mücadelesi acaba TKP’de bir bilinç değişimi yaratmış mı? “somut koşulların somut tahlili” yapılmış mı, bakalım günümüz programına…

2018 de yapılan program taslak olarak duruyor. Henüz resmileştirememişler ancak halka açık yayımlamışlar.

Leninci ilkeye göre ayrılma hakkı var ama Türkiye Federatif Sosyalist Cumhuriyeti içinde Kuzey Kurdîstan Özerk Bölge olarak yerini alacakmış. Ben bu parlak sözleri anlaşılacak bir dile çevireyim. “Devlette devamlılık esastır, biz sizi eskiden de tanımıyorduk şimdi de tanımıyoruz, sömürge olarak kalacaksınız. TC bölünmez bir bütündür.”

Ve demokrasi cephesi adı altında bu parti neredeyse her aileden birinin ya kanını ya canını binbir bedel ödeyerek büyüttüğü bu mücadelenin parçası olarak temsilci gönderme hakkını elde etti. Buyrun arşivler duruyor: 10 kasımda M. Kemal için övgüler düzüldü ama 15 kasımda Seyit Rıza için tek kelime edilmedi. Programa Marx ile cevap vereyim:

– tarih 2 Kasım 1867 Engels’e mektup: “…Ben İrlanda’nın İngiltere’den ayrılmasının olanaksız olduğunu düşünürdüm, şimdi bunun kaçınılmaz olduğuna inanıyorum.”, 

-tarih 30 Kasım 1867 Engels’e mektup: “.. İngiliz işçilerine neyi öğütleyeceğiz?… (Irlanda’nin Büyük Britanya’dan ayrılmasını desteklemelidirler”…

-ve son örnek, tarih 10 Aralık 1869 Engels’e mektup: “İrlanda’nın kurtulmadığı İngiliz işçi sınıfı hiçbir zaman herhangi bir başarı gösteremeyecektir”…

Marxizm bütünlüklü bir ideolojidir, eksiklikleri elbette vardır. Günümüzün başat sorunları arasında olan kadın ve ekoloji gibi sorunları “Marx ayrıntılı yazmadı” Marxizmin yanlis oldugunu ifade etmek yerine üzerinde çözüme yönelik yoğunlaşılmalıdır. Bağrından çıkardığı yorumcuların yanlışlarının olması ona gölge düşürmez. Kabul etmemiz gereken ise 100 yıldır bize sosyalizm diye dayatılanın aslında SSCB Leninist ve ardıllarının dünya çapında kabul gören yorumudur. Bunu bilmek, sosyalizmden nefret eden birçok Kurdîstanlıya hayata daha geniş bakmasını sağlayabilir, Türkiyeli devrimcilere de “Kurdîstan ülkesinin” kurtuluş ve kuruluşunun “söz ve karar hakkının” Kurdîstanliıara ait olduğunu, ille de kendilerine bağlamamak ama ortak mücadele vermek gibi bir bakış açısı sağlayabilir.

Sonuç olarak; hangi siyasal yapılanmada olursa olsun, ister müslüman ister Qızılbaş olsun sadece vicdan taşıyan i̇nsanların hayatlarını ortaya koyarak dünden bugüne gelmemizi sağlayan emeklerinin payı büyüktür. Bütün devrimcilerin mücadelelerinin önünde saygıyla eğilmek, boynumuzun borcudur.

Komünist Manifesto’nun son sözleri şöyledir: 

“Proleterlerin, kendi zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Kazanacakları bir dünya var. 

Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin !..” 

Ben de Kurdîstanlı bir Marxist olarak “somut koşulların somut tahlilini” yapayım…

“Kürtlerin kendi sömürgecilerinden başka kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Kazanacakları bir ülkeleri var. 

Bütün dünyanın Kurdîstanlıları, birleşin !..

 

 

İlginizi Çekebilir

Muhittin Beyaz: Twitter’la Küresel Bir Yönetime Geçiş     
Ali Engin Yurtsever: Çehov’un Tüfeği Duvardan Alındı*

Öne Çıkanlar