Elbette tarihte birçok yönetim tarafından soykırım gerçekleştirilmiştir. Amerika’dan başlayarak, Avustralya’ya kadar birçok halk sömürgecilerin uyguladığı soykırıma maruz kalmış, onbinlerce üyesini kaybetmiştir. Uygulanan bu soykırım politikasının dünya çapında bir insanlık suçu olarak tanımlanması, işleyenlerin yargılanması ve cezaya çarptırılması için aralık 1948 yılına kadar beklenmiştir. Çünkü bu tarihte BM bunu suç olarak belirleyen bir sözleşmeyi kabul etmiş ve 1951 tarihinde yürürlüğe koymuştur.
“Soykırım” diğer adıyla “genocide” tanımı ilk olarak Raphael Lemkin tarafından kavramsallaştırılmış, bu konuda çalışması yapılmış ve Lemkin’in hukukçu olmasından kaynaklı yürüttüğü mücadeleyle sonuçta, bir sözleşmeyle kabul edilmiştir.
Lemkin’in, aile üyelerinin Naziler tarafından soykırıma uğratılmasının sonucu olarak bu kavram üzerinde yoğunlaşıp, hukuki bir zemin hazırlaması, Nazilerin uyguladığı soykırımdan önce kendisine bu eylem üzerinde düşünmesini sağlayan Türkler olmuştur. Görüldüğü gibi tarihteki barbarlıklarının sonuçları insan haklarının gelişimine katkı sunuyor.
Ermeni soykırımını planlayıp uygulayan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üç liderinden olan Talat Paşa, hakkındaki yargılamalardan kurtulmak amacıyla Berlin’e kaçmış ve orada ailesini soykırımda kaybeden, kendisini de bir Kürt ailesinin kurtardığı ve Derazor’a uzun sürede yürüyerek giden oradan da Avrupa’ya çıkan S. Tehliryan tarafından cezalandırılmıştı. Tehliryan savunmasında “bir insan öldürdüm ama katil değilim” diyerek beraat etmişti. Yani Alman yargısı bir anlamda hem kendini temize çekmiş, hem de bu soykırımı cezalandıran taraf olarak görünmeyi seçmişti. Lemkin bu tarihlerde öğrenciyken bu dava ilgisini çekmiş ve bir anekdota göre: O, bu davada suikastçinin değil, suikasta uğrayanın yargılanması gerektiğini düşünüyordu. Fikrini danıştığı profesörü, devletin egemenliğine vurgu yaparak, “tavukları olan bir çiftçinin durumunu düşünelim. İsterse öldürür, bu bizi ilgilendirmez. Eğer müdahale edersen bu, onun hakkına tecavüz olur. Bir ülkenin içişlerine müdahale ettiğinde, o ülkenin hükümranlığını ihlal edersin. Ermeniler Osmanlı tebaası oldukları için devletin onları öldürmek dahil, herşeyi yapma hakkı vardır. Lemkin şaşkınlığa uğrar ve Tehliryan’ın bir adam öldürmesi suç ama bir zalimin bir milyondan fazla insanı öldürmesi suç değil, bu çok saçma. Egemenlik milyonlarca masum insanı öldürme hakkı olarak düşünülemez, insanlar civciv değildir” demiş ve soykırım kavramı üzerine araştırmalara başlamıştır. İlerleyen yıllarda Nazilerin soykırım programlarının da gündeme gelmesiyle Lemkin düşüncelerini kısa olarak şu bağlamda ifade etmiştir:
“Devletler tarafından işlenen bazı suçların “insanlık suçu” olarak nitelendirilmesi ve bir yaptırım uygulanması gerekir. Bu suç; kavramsal olarak “genocide” altında tanımlanmalıdır. Yunanca “geno=soy, Latince “cide” öldürmek kelimelerinin oluşturduğu “genocide” olarak ele alınmalıdır. Suç kapsamına alınması için:
Ulusal, etnik, siyasi görüş, ırksal ya da dinsel bir grubun tümünü veya bir bölümünü yok etmek niyetiyle:
1- Grup üyelerinin öldürülmesi,
2- Grup üyelerinin ciddi fiziksel ve manevi yaralanmaya uğraması,
3- Grup üyelerinin fiziki varlığını tümüyle ya da kısmen sona erdirecek yaşam koşullarıyla yüz yüze bırakılması,
4- Grup içinde doğumların engellenmesi,
5- Grup üyesi çocukların zorla başka bir gruba verilmesi.
Eylemlerinden birinin gerçekleştirilmesinin soykırım suçuna girmesi karar altına alınmıştır. Cezalandırılacak eylemler ise; soykırım, soykırım yapmak için gizli anlaşmalar yapmak, soykırımda bulunulmasını doğrudan ya da dolaylı olarak kışkırtmak, soykırıma teşebbüs ve soykırım eylemine ortak olmak olarak kabul edilmiştir.
Bu maddelere baktığımızda Türk devletinin Kürtlere karşı uyguladığı politikalar tartışmasız soykırım suçu kapsamına girmekte ve cezai bir yaptırım gerekmektedir. Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve Kürtlere karşı işlenen soykırım suçunun karşılığı mutlaka olacaktır. Ancak günümüz devletleri çıkarları gereği soykırımı kabul etmekte ama “bu soykırımı işleyen kim?” sorusuna gelince kulaklarının üstüne yatmaktadırlar. Öyle ya, cüzdanların biraz daha şişkinleşmesi karşısında vicdanların zayıflamasının önemi ne olabilir ki? Bizler “civciv” degil miyiz, sahibimiz ne isterse yapar!..
Ancak tarih bir avuç asalağın istediği gibi gitmiyor. Ezilenlerin mücadelesi bu asalakların oluşturdukları kurumların politikalarının değişimine yol açıyor. Günün birinde Engels’in dediği gibi: “ne mutlu yoksullara ki öbür dünya onlarındır, bu dünya da er gec onların olacaktır”.
Türk devleti başta olmak üzere başka devletlerin de suç ortaklığı yaptığı Ezidi soykırımı şimdilik en son İngiltere tarafından da tanındı. İngiltere’nin dünya politikasındaki ağırlığı dikkate alındığında yakında diğer devletlerin de tanıması ve bütün bu soykırım tanımalarının bir noktaya doğru ilerlemesi kaçınılmazdır. Elbetteki bu tanımaya giden süreç, öncelikle Şengal soykırımının engellenmesinde görev alan PKK gerillalarının direnişiyle başlayıp, Şengal halkının kendi kaderine hükmetme kararıyla devam etti.
Soykırımların tanınması karşısında Kürt halkının ilgili devletler ve kurumlar nezdinde diplomatik süreçleri daha da ilerletmesi gerekir. Sokak eylemleriyle desteklenen politik adımların kesintiye uğramaması elzemdir. A. Telli, “Sıyrılıp Gelen” isimli şiirinde “…sıyrılıp gelmektedir seher, belliki yakındır doğayı ve hayatı sarsacak saat…” diye yazar.
Sabıka dosyası kabaran Türk devletinin yargılanacağı günler yakındır. Ve bilinmelidirki, mahkeme heyetinde Kürtlerin, Ermenilerin, Süryanilerin ve Rumların söz ve karar sahibi olmadığı bir mahkeme yok hükmündedir.
Cellatlarımızı bizim yargılamadığımız mahkemelerin bir anlamı yoktur.