Ali Engin Yurtsever: Tanrılar mı Yoksa Sisifos mu Özeleştiri Vermeli? -2

Yazarlar

        (HDP eş genel başkanları yaptıkları basın açıklamasında kongre kararı aldıklarını ve yeniden aday olmayacaklarını belirttikleri için tartışmayı süreç üzerinden yazmak gerekir. Daha fazla aynı şekilde gündemde tutmak, eleştirmek yerine, bir bütün olarak partiyi yıpratmayı getirecektir. Bu nedenle böyle bir tarz ahlaki olmadığından bu konuda eleştiri hakkı saklı kalarak yeni sürece yoğunlaşmak gerekir.)

      Bu süreci firsat bilen ve Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne olan zehirlerini kusmak için sıra bekleyenlere cevap verilmesi bile züldür.

      Bugüne neden ve nasıl geldik? Kuruluşundan beri sürekli genişleyen bir halk kitlesine sahip olan ve HEP’ten başlayıp Yeşil Sol Parti’ye kadar gelen süreç ne oldu da bir kırılma yaşadı? Bu soruyu yanıtlayabilirsek, yeniden yolumuza devam edebiliriz, yoksa gücü ve etkisi az olan bir parti olarak kalacağız, kopan kitle de kendine yeni bir parti arayacaktır. Çünkü doğa ve toplum hele siyaset asla boşluk kabul etmez.

         HDP Türkiyelileşme paradigmasını esas alarak kurulan Kurdistanlı ve Türkiyeli sosyalistlerin öncülük edecegi varsayilan “demokratikleştirilmiş Türkiye” birincilliğini öne alan bir parti olma hedefini esas aldı. Çünkü paradigma: demokratikleşen bir Türkiye’nin kendi sorunlarını daha kolay ve gerçekçi bir şekilde çözerken, aynı zamanda da Kurdistan bağlamında kendi tarihiyle yüzleşerek, askeri ve yasakçı bir anlayıştan sıyrılıp temel hakların anayasal güvenceye kavuşturulması yönünde bir adım atacağını öngörüyordu. Teorik olarak yola çıkan bu kavram pratikte iki nedenden dolayı karşılığını bulmakta zorlandı. Birincisi, Türk devletinin Kürtleri inkar ve soykırım politikasından (çözüm sürecinde bile) vazgeçmeyip günümüzde de sürdürüyor olması yani sömürgeci kimliğini elden bırakmaması, ikincisi, bu nedene bağlı olarak Kürtlerin tarihsel hafızalarını diri tutarak, Türk devletinin sömürgeci kimliğini unutmadan ve ancak eşitlik temelinde (ortak, federe veya bağımsız) bir statünün olması koşuluyla siyasal ve ekonomik sorunların çözülebileceğini bilmeleriydi. Ayrıca günümüz koşullarında “ortak vatan, Çanakkale ruhu” gibi kavramlar gündeme her getirildiğinde yoğun bir tepkiyle karşılaşmakta, bu kavramın asimilasyona hizmet ettiği geniş bir kitle tarafından düşünülmektedir.

         Üçüncü yol kavramı sanki gündemden düşürülmüş, hiç yokmuş gibi bir durumla karşı karşıyayız. Pusula kaybedilirse, yol anlamını yitirir.

     Bir diğer sorun ise ortak mücadele ruhunun pratikte hayata geçmesi amacıyla kurulan ittifak anlayışı sorunsallığıdır. Kürt siyasal cephesi hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ittifaklara katılmış, yükünü sırtlamış ve tabanından yükselen itirazlara rağmen sürdürmüştür. Türkiyeli sosyalistler olarak ittifaka katılan oluşumların üye sayıları: TİP: 11.112, EMEP: 5.058, EHP: 228, TOP: 143, SMF:? (web sayfalarında bulamadım).

   Bir ittifak için gerekli olan koşul “nitelik” olarak ele alınırsa, bu bileşenlerin Kürt ve Kurdistan sorununa hangi pencereden baktıkları, ne önerdikleri ve mücadelenin hangi pratiğinde beraber olduklarını görmek hakkımızdır. Vekillik mazbatasını alır almaz Yeşil Sol Parti listesinden hemen ayrılan EMEP’li “yoldaşlarımız” hangi niteliğe sığmaktadır? Geçen dönem TİP üyelerinin yaptıkları ayyuka çıktı. ittifak koşulunu “nicelik” olarak ele alırsak, bu bileşenlerin üye sayıları göstermektedir ki, yeterlilik bir yana, (asla küçümsemek için yazmıyorum) bir ilçenin muhtarlık veya belediye başkanlığı için gerekli olan bir sayıya ancak ulaşabilmişlerdir. Niteliğini bir an için görmezden gelelim ve soralım: Kürtlerin uğradığı baskılar ve direnişleri sürecinde nerede yer aldınız? Kabaca bu nedenlerden dolayı ittifak, gerçek bir ittifak niteliğinden uzakta, içini Kürtlerin doldurduğu ve yaşaması için mücadele ettiği bir kavram haline gelmiştir. Kürtlerin çekilmesi durumunda esamesi bile okunmayacaktır. Fiilen de Kürtlerden başka bir güç de zaten ittifakın içinde kalmadı.

       “Türkiyelileşme” kavramı gündeme girdiğinden beri netliğini kazanamamış bir kavram olarak halen de varlığını koruyor. Herkesin kendi anlayışına göre bir “Türkiyelileşme” tanımının olduğu görüyoruz. Öyleyse kavramın neler içerdiğinin halklara anlatılma çalışmasının yetersiz olduğunu söyleyebiliriz. Bu yetersizlikten kaynaklı doğallığında gündeme sorular gelecektir. Ilk akla gelen soru: “Neden Kurdistanlılaşma değil de, Türkiyelileşme? Iraklılaşma, Iranlılaşma veya Suriyelileşme adımları da atılacak mı?” Veya bizler bu temelde yaklaşırken neden yalnızlaştırılıyoruz, Türk devletinin tutumu ne zaman ve nerede değişecek, değişmezse tavrımız ne olacak? Bütün enerjimizi, tek başımıza bu hedefe mi harcayacağız?

      Kabaca her iki halkın özgür, eşit ve kimliklerini tanıyarak yaşama iradesi olarak tanımlanan kavramın anlatılmasının eksikliği politikacılara aittir. Kürt halkı kavramı bir bütün olarak içselleştirmese bile uygulanması yönünde ortaya atıldığından beri ekseriyetle sahiplenmiştir. Bu sahiplenmenin gerisinde yatan en önemli etken kavramın sahibi olan önder Öcalan’ın olmasıdır. Fakat kavramın içeriği boşaltılarak adeta Türkleşme, Türkleştirme olarak hayatımızda yerini aldı. Bu savrulmaya destek olan pratik adım ise kendisini siyasi yelpazenin liberal bölümünde yer alanlardan başlayarak Kurdistan sorununa Türk devletinin herhangi bir sorunu gibi bakanların olduğu i̇nsanların partiye alınması, kimi zaman da yönetime gelmesi oldu.

      Yapılan eleştiriler artık toplantılar ve kongrede karşılığını bulacaktır. Ancak genel olmasa bile göze çarpan bir anlayış göze çarpmaktadır, şöyle ki: eleştirileri yanıtlaması gereken parti sorumlularının yerine başkalarının öne çıkıp eleştirileri bir saldırı olarak değerlendirmesi, eleştiri sahiplerini de adeta “düşman” kategorisine koyması anlayışı yaygınlaştığı ölçüde, eleştiriler geri çekilecek ve herşey eskiye dönecektir. Görünürde de “eleştiriler alındı, gerekli dönüşüm sağlandı” olacak ve aynı durum bu sefer daha da hızlanarak sürecektir. Oysa şu söz bizi gerçeklikle buluşturabilir: “Eleştirilerimiz ne kendi sonuçlarından, ne de var olan güçlerle düşeceği çelişkiden korkar”. K. Marx

        Mitolojiden ayrılıp günümüz Kürt siyasal mücadelesinin gerçekliğine dönersek: Tanrılar: politikayı belirleyip ama tepeden aşağıya inmeyenler, Sisifos: her türlü bedeli ödeyip sonsuz kadar taşı yukarı taşımak zorunda bırakılanlar ve taş ise özgürlük, adalet ve eşitlik adına sürdürdüğümüz mücadelemiz…

      Öyleyse Sisifos kendi görevini yaptı ve yapıyor, ya Tanrılar?…

İlginizi Çekebilir

Behice Feride Demir: Kürt Kadınları Teali Cemiyeti’nin İzinde- 1
Amerika’da yapılacak Azerbaycan-Ermenistan barış görüşmeleri ertelendi

Öne Çıkanlar