Ali Engin Yurtsever: Themistokles ve Çanak 

Yazarlar

                              

        Themistokles Atinalıların Perslerin saldırılarına karşı koyabilmeleri için güçlü bir donanmaya ihtiyaçları olduğuna Atinalıları ikna ederek güçlü bir donanma oluşturulmasında ve Perslere karşı yapılan ve tarihsel kayıtlara “Salamis deniz savaşları” adıyla geçen savaşların kazanılmasında önemli bir rol oynadı.

Deyim yerindeyse, yıldızı parladı. Ancak politikanın değişmez kurallarından biri olan ve her an bulunduğu yeri kaybetmenin aynı zamanda zaferle kardeş olduğu gerçeğiyle beraber yürüdüğü yolda bir süre sonra suçlanarak sürgüne gönderildi. Perslerin tekrar ve güçlü bir şekilde Atina’ya saldırmaları üzerine kendisinin tekrar ve yetkili olarak göreve davet edilmesi karşısında çağları aşıp gelen ve belki de bir rivayet olan ama önemini ve değerini yitirmeyen ünlü sözünü söylediği aktarılır: “ben aş ve çiş çanağı aynı olanlarla, aynı sofraya oturmam”…

       Politikada ne kadar ilke ve tutarlılıktan söz edilse bile, gerek toplumsal yapılar, gerekse politik liderler çoğunlukla düşünsel zaafa ve politik hataya düşüp kendileriyle beraber arkalarından gelenleri de aynı sona doğru sürüklüyorlar. Çıkarlar, ilkeler, tutarlılık ve esneklik nerede başlar nerede biter diye çizilen çizgi çoğu zaman iç ve dış dinamiklerin etkisiyle siliniyor. Oysa ister politik olsun, ister kişisel olsun ilke ve tutarlılık gereklidir. Öyle her adımın atılıp, sonra da dönüp: “o zaman öylesi gerekliydi” demek, bir süre sonra omurganın kaybolmasına yol açar ve ardından gelen tutarsızlık dağılmaya netleştirir.

      Politikalarıyla devlete yön veren anlayış hemen hemen her toplumsal yapıda bir noktada ilke ve tutarlılığı sağlamayı gerekli görür. Çünkü gerek kitlelerle, gerekse diğer devletlerle olan ilişiklerinde bunun bir zorunluluk olduğunu bilirler. Ve yüz yılların getirdiği tecrübeden kaynaklı olarak da, değişimlerini öyle ince bir şekilde yaparlarki, neyin, nerede ve ne zaman değiştiğini anlamak ancak olaylar olup bittikten sonra gerçekleşir.

      Bütün bu gerçeklikler, bütün bu olgular Türk devlet yapısının karşısında siliniyor ve oluşturulmak istenen yalandan oluşmuş yeni bir gerçeklik inşa edilerek dünyaya kabul ettirilmeye çalışılıyor: “dün, dündür”.. Herhangi bir siyasal soruna ilişkin çözüm taktiklerini veya bir partinin genel bakışa ilişkin taktiğini kısa süre içinde değiştirmek mümkündür. Ancak kısa süre bir yana, belki bir ömür süresince bile hem parti politikalarına, hem de bir soruna yaklaşımda genel, sürekli ve zorunluluğu olan politik adımlara ilişkin görüşleri değiştirmek için ilkeden ve tutarlılıktan yoksun olmak gerekir. Çünkü temel politikanın hedefi değişmezdir, kitleler bu hedef uğruna bir araya gelirler ve hayatlarından fedakarlık ederler.

     Türk devleti kuruluşundan itibaren ilke ve tutarlılık konusunda tek bir konuda tavizsiz ve netliğini kaybetmemiştir: Kürt ve Kurdistan’a olan yaklaşımının esnemez ve hiçbir koşulda değişmez oluşu. Kuruluş yıllarından itibaren önce Kürtlerle beraber yürümek konusunda davetler, mektuplar gönderip “çoğulcu bir ortaklık anlayışını dile getirip, iktidar gücünü ellerine geçirdikten sonra “tekçi” anlayışa geri döndüler. Sömürgeleştirilen toprakların halkları olan Ermenilere, Rumlara ve Süryanilere de yaklaşımları aynı anlayışın devamıydı. Temel politikaları değişmedi, önce aynı kaptan yemek yemeye davet ettiler, sonra o kabı kirlettiler.

    Bir devletin yapısı içinde faaliyet gösteren partilerin bakış açılarına göre bazı politikaları değişebilir. Örneğin görece sosyal demokrat olarak kabul edilen partiler iktidara geldiğinde ezilenlerin toplumsal üretimden aldıkları pay biraz daha yüksek olabilir, çeşitli güvenceler sağlanabilir ama hangi parti olursa olsun devletin temel yapısını parlamento yoluyla kolay kolay değiştiremez, bedelini ağır cezalarla öder. En yakın örneği “alınları seccadeye değiyor” denilen Gülencilere, devleti ele geçirmelerine yönelik politikalar karşısında devletin verdiği cevaptır. Hiç kuşkusuz Gülenciler devleti ele geçirseydi Kürtler konusunda aynı tavrı göstereceklerdi. Örneğin iktidar kavgasını kanlı bir şekilde kaybetmelerine rağmen hiçbir şekilde, geçmişte işledikleri suçlar karşısında bir öz eleştiri vermediler. Ellerine bulaşan Kürt kanını halen de gururla taşıyorlar, tek sorunları devletin kendilerini sofraya davet etmemesi oldu. Yoksa aynı kaptan yemek yedikten sonra o kaba pislemeye, sonra da yemek yemeye çoktan razılar.

     Kürtlerin “çözüm süreci”, devletin ise “çözdürme süreci” olarak adlandırdıkları dönemde, Kürtleri de yemek yemeye davet ettiler, ancak Kürtler devletin bu konudaki tavrını bildiği için temkinli yaklaştılar ve devleti o kapla baş başa bıraktılar.

    Kürtlerin temelde toprak, kültür ve tarih bağlamında gelişen mücadelesi aynı sofraya oturmaya karşı gelişen bir mücadeledir. Yenilecek kap ile pislenilecek kabın farklı olması gerektiğini bildikleri için politikalarında ısrarcı oldular. Kimileri bu politikayı dar anlamda değerlendirip, Kürtlerin de aynı sofraya oturacakları izlenimine kapılsalar da, yaşanan gerçeklik böyle olmadığını gösteriyor. Kurdistan Özgürlük Hareketi “üçüncü yol” kavramına uygun olarak kendi temel hedefi konusunda ilerlemeye devam ediyor. Bu bir tercihten öteye, bir zorunluluk olarak varlığını gösteriyor.

    Erdoğan anlayışının devleti yeniden ve kendine göre oluşturmasının gereklerinden biri olan ve günümüze kadar farklı i̇deolojik çizgilere sahip yapılara ve Türk devlet çizgisi içinde yer alan muhalefet gruplarına gönderdiği “aynı kabdan yemek yiyip, sonra o kaba pislemek” daveti, sadece yemek yenileceği düşüncesiyle karşılık buldu. Sıkışan Erdoğan yönetimi bir süre sonra Kürtlere tekrar aynı kabı gönderecektir.

   Direniş kültürünün şekillendirdiği bu mücadele aynı zamanda bir onur mücadelesidir. Hiçbir güç Kürtleri tekrar aynı sofraya oturtup yemek yedirip, sonra da o kabın pislenmesine izin verecek politika üretmeyi sağlayamayacaktır. Çünkü çektiğimiz onca zulmün içinde onurunu korumak için aç kalmanın görkemli direnişi bir bayrak gibi dikilmektedir. Themistokles’in tek başına söylediği o söz, bugün milyonlarca onurlu Kürdün ve devrimcinin ağzından çıkmaktadır: “biz aş ve çiş çanağı aynı olanlarla, aynı sofraya oturmayız”.

İlginizi Çekebilir

Temel Demirer: ‘Çürüme Ve Korku’nun Türk(iye) İnsan(sızlığ)ı
Beyaz Saray’dan Sırbistan’a çağrı: Kosova sınırınındaki güçlerini geri çek

Öne Çıkanlar