Ali Engin Yurtsever: Toplumsallığın Çürümesi

Yazarlar

TC’nin mevcut toplumsal yapısının çürüdüğü ve bunun da bir çöküşe doğru gittiğini sürekli vurguluyoruz. Bu durum farklı yazılarda sürekli işlenen bir konu olarak gündemdeki yerini koruyan bir yerde sürekliliğini yitirmeden duruyor. 

Hep vurgulanmasının amacı: dağılan, çürüyen toplumsal yapının gerçekliğinin anlaşılabilmesi  ve ardından kurulacak olan yeni hayatın neler getirebileceğinin görülebilmesi gereksiniminden kaynaklanıyor. 

Çünkü diyalektiğin zorunluluğu gereği sadece kendisiyle sınırlı kalmayarak beraberinde başta Kurdîstan halkları olmak üzere geniş bir coğrafyayı da etkileyerek çökecek olmasıdır. 

Günümüzün insanlıktan uzak hayat değerlerini kabul etmeyip, yeni ve insani değerler için mücadele edenler bugüne değil geleceğe bakmak zorundadırlar. Bu nedenle geleceğe hazırlanmak ve şimdiden ona göre davranmak kaçınılmaz bir sorumluluktur.

 Bir toplumsal çöküşün temel nedenleri ekonomik ve politiktir. Bu ikili birbirini ve beraberinde bütün bir hayatı sürükleyerek tarihin çöp sepetine giderler. Bir devletin çöküşü, bir yaprağın dalından kopması gibi bir anda gerçekleşmez. Zamana yayılan ve birçok faktörün zincirleme etkinliği gerekir. 

Politikada veya hayatta karşılaşılan sorunlar ve gerçeklik, kişilerin niyetlerinin sonucu değildir, bir dolu politik adımların atılmasının ve bu adımların sonuçlarının meydana gelmesidir. 

TC neden çöküşe gitmektedir: ekonomisi çöktüğü için mi, devlet diktatörlükle yönetildiği için mi, çeteleştiği için mi veya ezilenlerin gönlünden öyle geçtiği, öyle olmasını istedikleri için mi? Olguların açık yüreklilik ve toplumsal yasaların gözüyle incelenmesi bize gelecek hakkında veriler sunacaktır.

 TC kuruluşundan beri ekonomik olarak hiç olmadığı kadar zor duruma düşmüştür. Devlete ait ne varsa özelleştirilmiş, gelir elde edecek kalemleri neredeyse vergi dışında hiç kalmamıştır. 

Ancak bir ülke sadece ekonomisi bozuldu diye çökmez, heleki TC gibi coğrafik öneme sahip bir ülke sadece böyle bir sorun yaşadı diye çökmez, çöktürmezler. Kredi açar, borçları erteler yine izin vermezler. 

Ta ki son noktaya gelene kadar. Bu konuda farklılık şurdan kaynaklanmaktadır: kapitalist şirketler yıllardır birbirini takip eder gibi TC’den çıkış yapmaktadırlar, şu an kalan bir kaç şirket de TC’deki varlıklarını satışa çıkarmışlardır. Genel görünüşle emek gücünün ucuzlamasının, vergi indiriminin birçok ülkeye göre cazip olmasının çekiciliği işe yaramamaktadır. 

Buna rağmen yine de sermaye kaçışı sürmektedir. Öyleyse bu konuda şunu söyleyebiliriz: diktatörlüğün devlet kurumlarını işlemez hale getirmesi, hukuk sisteminin Erdoğan’ın dudağından çıkacak sözlere göre belirlenmesi temel faktörlerdendir. Çünkü dünyanın her yerinde kapitalizmin dikkat edeceği en önemli faktörlerden biri; kazancın hukuksal güvenliğidir. 

 Politik anlamda ise ekonomik yapıya endeksli olarak çürüme başlar. Altyapı denilen ekonomik ilişkiler grubunun üretim ve tüketimden kaynaklı yaşanan yapısal bozuklukları üstyapı denilen dinsel, ahlaki, felsefi ve hukuki yapılar da altyapıya bağımlı olarak değişirler.

 Günümüz TC’sinin bu iki kavram arasındaki ilişkilerine baktığımızda çürüme başlangıç aşamasını çoktan geçmiş , tüm bünyeyi sarmış haldedir. Toplumsallık adına sadece zorunlu bir ilişkilerden başka bir durum söz konusu değildir. Bir toplumu bir arada tutan kederde ve sevinçte ortak tutum görülmemektedir. 

Irkçılık, sahtekarlık, hırsızlık , adaletsizlik toplumu saran bir ağ gibi boy vermiştir. Bu nedenle yapısal hale gelen bu durumu göremeyip, günlük yaşananlara bakıp “bu kadar da olmaz” demenin bir karşılığı yoktur. 

Çürüyen bu yapı toprağa düşecek mutlaka yeni bir toplumsal yapı çıkacaktır.  Kendi içinde kavgalı, çağdaş değerlerden uzak, her gün akıl almaz cinayetlerin işlendiği, ekolojik yaşam kavramından habersiz, vergilerini sormayan, yöneticilerin hırsızlıklarını suskunlukla karşılayan ve çağlar öncesi inancı bugüne uyarlamaya çalışan bir toplum kendiliğinden bir değişimi yaşamaz, çünkü buna dair bir talebi görülmemektedir. 

Ancak bin yıllık geçmişine baktığımızda Türk toplumsal yapısının iç dinamiklerle değil de dış dinamiklerin etkisiyle değiştiğini görürüz. Doğal olan da bu değil mi zaten? Sorgulamak, adalet, eşitlik, hukuk gibi kavramlardan uzak, ırkçılık, hırsızlık, talan, işgal, sahtekarlık gibi kavramlarla yaşamış bir toplum nasıl farkına varabilir çürüdüğünü? Öyle “halk her şeyi bilir” güzellemelerine gerek yok, bilseydi zaten böyle olmazdı. Eğitimsizlik ve kültürsüzlüğün at koşturduğu toplumlarda daha başka ne olabilir? 

Dış dinamiklerin tutumunun netleştiğini düşünüyorum. Bu haliyle dünyaya yük olmuş bir devlet taşınamıyor, sorun çözmekten çok sorun olarak var oluyor. Doğal olarak çözüm dışardan dayatılacaktır. Ancak kimse unutmasınki, Özgürlük Hareketi ve Türkiyeli devrimci yapıların onlarca yıl verdiği emek, ödediği bedel kimsenin elinin tersiyle iteceği birşey değildir, haddi de değildir. “Zor” oyunu bozar.

Yeni bir toplumsal ilişkilerin temeli şimdiden ilan edilmelidir. Savaşın hedefi ile savaş alanındaki güçlerin hedefi değişkenlik gösterebilir.

İlginizi Çekebilir

Ali Engin Yurtsever: Felsefe Tarihi Yazıları-2
Ali Engin Yurtsever: Felsefenin Kısa Tarihi-3

Öne Çıkanlar