Ali Engin Yurtsever: Üslup Sorunu ve Çocukluk Hastalığı 

Yazarlar

            Yazı başlığının sol literatürün temel kitaplarından alıntı olduğu, yazımının üzerinden yüzyıllık bir zaman geçmesine rağmen güncelliğini koruduğunu kitabı okuyanlar görebilir. Goethe “üç bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan, günübirlik yaşayan insandır” diye geçmişten günümüze not düşse bile, Girê Miraza’nın ortaya çıkması bu geçmişin daha eski tarihleri de kapsaması gerektiğini bize gösteriyor. Ancak Kürt ve Kurdistan sorununa son devlet yaklaşımlarının gündemi haklı olarak doldurması, artık çözümünü dayatması karşısında bu tarihi yakın dönemi değerlendirerek gözden kaçırmamamız gerektiğini bir kez daha göstermiştir.

        Tarihi boyunca Kürtler denilince zulümden başka bir şeyi reva görmeyen sömürgecilerimizin oluşturduğu kervan ve bu kervanın başını çeken Türk devleti birdenbire statükosünün en sağlam ayağı olan MHP eliyle DEM Parti’ye yanaştı arkasından da basın demeçleriyle her gün konuşmaya başladı. Üç bin yıllık değil, son yüzyıllık da değil ama son on yıllık geçmişimize bakarak bir hesap yapabiliriz. 

       Özgürlük, adalet ve eşitlik adına ayaklanmış bir halkın bu taleplerini bastırmak adına binlerce insanını katletmiş, malına ve mülküne el koymuş, zindanlar, işkenceler, sürgünler yaşatmış bir devletin böyle ısrarlı, kararlı ve geri adım atmayan (haklı olan bu) isyan karşısında konuyu anlamak bir yana, dile getirirken bile kullandığı cümlelerin rezilliği hem yaklaşımlarını, hem de geleneksel devlet yapısını göstermek açısından dünyaya bir örnek teşkil etmektedir. Uluslararası örneklere baktığımızda sorunun çözümünü isteyen bir devlet önce üslubunu düzeltir. Savaştığı ve sonuç alamadığı güce anlaşma temelli yaklaşırken saygın bir dil kullanmaya özen gösterir. Bu, hem konuyu anlayıp kendinden kaynaklı hataları düzelteceğini gösteren bir tavır, hem de binlerce yıllık savaş tarihinde de savaşırken bile saygılı olunması gerektiğinin gelenekselleşmiş ifadesi demektir. Türk devlet iktidarının şimdiki yansıması olan AKP-MHP iktidarı karşımıza geçip: “Teröristbaşı, terör örgütü, pişmanlık, teslimiyet” gibi hakaretler manzumesini söylüyor ve maalesef karşısına geçip “önce üslubunuza dikkat edin” denileceği yerde, karşılığında teşekkür ediliyor. Kendi mücadelesine, ödenen bedellere saygısı olmayana düşman neden saygı göstersin ki?.. “Terör nedir” tartışması ayrı bir konu ama iktidarın anladığı dilden yazalım.

Kürdistan özgürlük mücadelesi uçaklarla Türk köylerini bombalamadı, insanları bir bodruma tıkıp yakmadı, zindanları, şehirleri, mahalleleri kuşatıp tanklarla, toplarla küle çevirmedi, insanlık tarihinin en ağır işkencelerinin uygulandığı laboratuvarları yaratmadı… Bu örnekleri uzatabiliriz, ama gerek yok. Sabıka kayıtları hafızamızda belgeli olarak duruyor. Haddini bilmeyen sömürgeciler öyle karşımıza geçip üst perdeden konuşamazlar. Bunca insanlık suçunun mimarlığını yapanlar, öncelikle özür dilemeliler, gerekli işlemleri yapmalılar. Gaspedilen tarih, kimlik, kültür, toprak gibi haklarımızı koşulsuz teslim etmeden, bir ömür cezalarla zindanlarda esir tuttuklarını bırakmadan, her türlü cezai yaptırımları kaldırmadan geçip böyle fütursuzca konuşamazlar. 

     Bu üslup kullanıldığı anda cevabı verilmeliydi. Gençliklerini, sevdalarını, yaşanacak hayatlarını kendilerinden sonrakiler yaşayabilsin feda edenlere, mezarsız toprağa düşenlere, esir tutulanlara, bedenlerinden parçaları yitirenlere karşı saygının olmazsa olmazıydı. Savaşan her iki güç bir noktada saygıyı elden bırakmaz. Dünya tarihi böyle yazıyor ama altına da dipnot düşerek: “Türkler hariç.” Ilk adım barışın dillendirilmesi değil, saygının içselleştirilmesidir.  Günlerdir bu saygısızlığı “devlet çözmeye niyetli” üzerinden okuyor ve son örnek Fadıl Şenyaşar bırakıldı diye iktidara teşekkür edenler, katillerin de neden bırakıldığını sorgulamıyor. Öyle bir iklim yaratılıyor ki, neredeyse iktidara teşekkür etmemiz bekleniyor. Oysa ne değişti hayatımızda? Kendimizi, mücadelemizi neden bu kadar düşük görüyoruz? Bunca zulme rağmen ne siyasi, ne de askeri direnişi kıramadılar. Üstelik Ortadoğu savaşının taşları yerine oturduğunda Kürtlerin sahip olacakları karşısında şimdiden kapıldıkları korkuda haksız değiller. Kendilerinin yeni yüzyılda bu halde kalamayacaklarını biliyorlar. Bunca zulmün hesabının sorulacağı günlerin geleceğini de görüyorlar. 

     Kürtler ne istediklerini o tekmeledikleri masaya yazılı olarak bırakmışlardı, bir yerden başlayacaklarsa oradan başlasınlar. Esirlerin özgürlüğünden, işgal edilen yerlerden başlasınlar. Hiç kimsenin Kurdistan özgürlük hareketine “şöyle yap” deme hadsizliği yoktur. Diyecek sözü olan, dişlerinin arasından kanlarımızın sızdığı kişilere dönüp “önce özgürlük savaşçılarına ve Kürt halkına karşı saygılı olun” desin. Koştura koştura tokalaşma hevesi de nedir? Yumuşamaya ihtiyacımız varmış öyle mi, ne olup bittiğini bilmeyen de her hatanın Kürtlerden kaynaklandığını sanacak. Toplu katliamlar, kayıplar, kimyasal silahlar, anadil yasaklaması……. Bunları bizler mi yaptık? Renklere mi düşmanlık yarattık? Türkçe konuştu diye Kurdistan’da insan mı bıçakladık?

    Tarihten, yaşanmışlıklardan biliyoruz ki saygın bir dil kullanmayan birey veya devletler aynı şekilde karşılık görmezlerse aynı tutumlarına devam edeceklerdir. Barış, yumuşama çağrıları yapan Türk devletiydi, öyleyse gereğini de yerine getirmelidir. Türk halkı esirlerin bırakılmasına karşı hassasmış. Iki aylık bebeklerin cinsel istismara uğramasına, kadın kırımına, hırsız bir yönetime karşı hassas değiller ama özgürlük savaşçılarına karşı çok hassaslar.

    Çözülmenin, dağılmanın eşiğinde olan bu devlet, kendisini kurtarmak adına Kürtlere tutunmaya çalışıyor. Geçen yüzyılda da Ermeni, Rum ve Kürtlere tutunup kurtulmuştu, şimdi soykırımdan geriye kalan Kürtlere tutunmaya çalışıyor.

    Nedense yüz yıldır aynı şekilde çözmeye çalışıyoruz. Kölenin sırtından eksik olmayan kırbacın açtığı yaralara karşı, sahibine dönerek iyi niyetli gözlerle bakmasının utancı halen boynumuza asılmaya çalışılıyor. Sömürgecilerin üslubu hiç değişmedi, bizim de çocukluk tavrımız.

     Bedenleri paramparça edilen, zindanlar, işkenceler, sürgünlerle sınanan, taş üstünde taş bırakılmamış bir hayatımız var. Gösterilmesi gereken saygıyı Kürtler, acıları göğüslerinin örsünde döverek, direnerek hak ettiler, kazandılar. 

       Bir kaç tane devşirilmiş lümpen sömürgecinin ağzında çiğnenip tükürülecek bir söz değil bizim hayatımız.

İlginizi Çekebilir

Behice Feride Demir:  Bizim Kürtler ve Han Kang
CHP: Yenidoğan skandalı başka bir ülkede olsa hükümet istifa ederdi

Öne Çıkanlar