Ali Engin Yurtsever: Yabancılaşma kavramı üzerine

Yazarlar

Marksist düşüncenin temel kavramlarından olan, Marx’ın erken ürünlerinde belirgin bir şekilde görülen ve yazılı eserlerinde geniş bir yer kaplayan “yabancılaşma” kavramı, Marx’tan önce de felsefi bir kavram olarak felsefi düşün dünyasında yer almıştır.

Yabancılaşma kavramını ilk defa felsefi bir kavram olarak belirten Hegel olmuştur daha sonra Feuerbach bu kavrama ilişkin teorik açılımlarda bulunmuştur. Bu iki filozofun tanımlamalarının tamamlayıcısı, bütünlükçüsü ve kavramı yerli yerine oturtan filozof olarak da Karl Marx yabancılaşma üzerine yoğunlaşmış ve kavramı gerçek anlamına kavuşturmuştur.

Yabancılaşma kavramını bir kaç tanımla belirtebiliriz, bu tanımlar:

    a- Bir şeyi ya da kimseyi başka bir şeyden veya kimseden uzaklaştıran, başka bir şeye ya da kimseye yabancı hale getiren eylem veya gelişmedir,

    b- Modern (çağdaş) psikoloji ve sosyoloji de kişinin kendisine, doğaya, içinde yaşadığı topluma ve başka insanlara duyduğu histir,

    c- Şeylerin bilinç için uzak, yabancı ve ilgisiz olmasıdır,

    d- Benin kendi özünden uzaklaşmasıyla, kendisine ve eylemlerine nesnel bir biçimde başka birinin nesnel eylemleriymiş gibi yaklaşmasıyla beliren bilinç halidir. 

 Kısa ve kapsayıcı bir tanımlama istersek; İnsanı kendi etkinliğinin ürünlerine, içinde yaşadığı doğaya, kendine, kendi özsel doğasına, öteki insanlara ve kendi insanlığına yabancılaştıran eylemdir ya da özne ile nesne ya da bilinç ile şeyler arasındaki ilişkinin bozulması, öznenin ötekileştirilmesidir.

Yabancılaşma kavramı Hegel, Feuerbach ve Marx tarafından farklı şekilde yorumlanmış ve buna uygun teorik yapı hazırlanmıştır. 

Hegel, insanın kendi bilincine varmasındaki yabancılaşmadan,

Feuerbach, tarihi ve sınıfı olmayan soyut insan yabancılaşmasından,

Marx ise, somut bir insan, somut bir tarih ve somut bir gerçeklik temelinde yükselen sınıf bağlamında işçi öznesinden yükselir. Marx, ‘1844 El Yazmaları’ ve ‘Alman Ideolojisi’ çalışmalarında yabancılaşma kavramına ağırlıkla yer vermiştir.

 Hegel bu kavrama ilk kez 1807 yılında yayımladığı “Tinin Görüngübilimi ” adlı eserinde yer vermiş ve ‘saltık’ aracılığıyla kavranmamış insan yaşamının kolaylıkla doğaya yabancılaşacağı şeklinde belirtmiştir. Kimi yerde Hegel, nesneleşme kavramını da yabancılaşma kavramıyla eş değer tutar. Doğanın mutlak tinin kendisine yabancılaşmış biçimi olduğu görüşündedir.

Feuerbach sol Hegelci kanattan gelmesine rağmen yabancılaşma kavramına Hegel’den daha farklı yaklaşır.İnsanın kendine yabancılaşmış biçimi olarak, insanın kendine yabancılaşmış Tanrı değil, Tanrının kendine yabancılaşmış insan olduğunu ileri sürer.

Karl Marx felsefe dünyasında diğer felsefecilerden farklı bir konuma sahiptir. Bu konum aynı zamanda gelenekselleşen felsefi düşünüşlerden bir kopuşla bizzat kendisi tarafından Feuerbach üzerine yazılan tezlerden 11. Tez’de: “ filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılar, sorun onu değiştirmektir”, şeklinde ifade edilmiştir. Bu ifade Marx’ın pratik ve devrimci felsefesini özetler.

Hegel yabancılaşmayı bilinç olguları düzeyinde, insanın kendi bilincine varmasındaki yabancılaşmayı ele alır.

Feuerbach dar bir tanımla dinsel yabancılaşmayı ele alırken, i̇nsanın toplumsal konumunu göz ardı eder. Tarihi ve sınıfı olmayan soyut insan yabancılaşmasını ele alır.

Marx işçinin yabancılaşmasını, toplumsal, kültürel ve ekonomik bir bağlamda ele alır. Ancak ekonomik yabancılaşma diğer iki faktörü belirlediği için kurtuluş kaçınılmaz olarak pratik çözümünü komünizmde bulacaktır.

Marx Hegel’in yabancılaşma ile nesneleşmeyi karıştırdığını belirtir. Bu karışım doğal olarak nesneleşmeyi de kötü bir şeye dönüştürmüştür oysa Marx’a göre nesneleşme Hegel’in ifade ettiği gibi bir kötülük değildir, sözgelimi insan ile doğanın bütünleşmesinin de nesneleşme sayesinde olmuştur. Temel zemin olarak Marx, yabancılaşmaya “yabancılaşmış emek” çerçevesinden bakar. Ilk görünüm olarak işçi kendi emeğine yabancılaşır.

Doğa insana hem yaşamak hem de çalışmak için gerekli olan ürünleri ve araçları temin eder böylelikle insan ve doğa arasında içsel bir ilişki meydana gelir. ancak bu ilişki de var olan bir şey işçiyi emeğine ve ürününe yabancılaştırır. …”Işçi emeğiyle dışsal dünyaya, duygusal doğaya ne kadar çok sahip olursa, kendini iki bakımdan da yaşam araçlarından yoksun kılmış olur: ilkin duyusal dışsal dünyaya gitgide onun kendi emeğine ait bir nesne olmaktan çıkar; sonra da dolaysız anlatımıyla yaşama aracı, fiziksel beslenme aracı olmaktan habire uzaklaşır’… (Marx, 1844 El Yazmaları).

Bu halde işçi doğanın yaşam araçlarını sahiplenip kabullendikçe kendi nesnesinin kölesi olmaktan kurtulamaz. Bu yaşam araçları üzerindeki egemenliğini kaybeder. Böylelikle ürettikleriyle kendisi arasında bir yabancılaşma oluşur. Ne kadar çok meta üretirse kendisi de bir meta olarak o oranda ucuzlar. Artık emeğin ürettiği nesne emeğe yabancılaşmıştır. Üretim etkinliği insan güçleriyle üç özel ilişki geliştirir. 

1- Etkinlik insan güçlerinin birlikte çalışmasının bir örneği olarak görünür.

2- Doğayı ve doğanın dayattığı bütün sınırlamaları dönüştürerek, bu güçlerin gerçekleşmeleri için yeni olanaklar ortaya çıkarır.

3- Bir güç olarak insan potansiyellerinin geliştiği temel araçtır.

Kapitalist çalışma bu üç ilişkiyi gerileterek veya tersine çevirerek insanı üretim etkinliğine yabancılaştırır. Bu nedenle Marx çalışmayı üretim etkinliği olmasına rağmen işçiyi olumsuzlayan dışsal bir şey olarak görür. Dışsal bir şey olması nedeniyle de özsel varlığa ait değildir. Bundan kaynaklı işçi çalışırken mutsuzdur, gönülü değildir. Onu çalışmaya zorlayan kapitalisttir, elde edilecek şey kendisine ait olmayacağı için işçi bu çalışma etkinliğine yabancılaşır.

İnsan kendi geçim kaynaklarını üretir üretmez, kendini hayvanlardan ayırır, bu, bir tür olarak kendini diğer varlıklardan ayırdığını bize gösterir. İşte bu yüzden insanda kendi türsel varlığının özünü oluşturan kendi üretim nesnesi koparılırsa, insan kaçınılmaz olarak türe yabancılaşır. İnsanın türsel varlığına yabancılaşması, i̇nsanın insana yabancılaşmasını beraberinde getirir. Son tahlilde Marx yabancılaşmanın özel mülkiyetten kaynaklandığını, yabancılaşmanın kaldırılması için özel mülkiyetin kaldırılması gerektiğini söyler.

Alman Ideolojisi’nde “…insanlığın büyük çoğunluğu tamamıyla “mülkiyetten yoksun’ hale getirilmiş ve aynı zamanda onu, var olan bir zenginlik ve kültür dünyası ile çelişki içine sokmuş olması gerekir. Her ikisi de üretici güçlerin önemli bir büyümeye, yüksek bir gelişim düzeyine ulaşmasını şart koşar…” 

Kapitalist üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak, insan makinenin bir parçası haline dönüşmüştür, doğal olarak yabancılaşma insan emeğinin sonucunda yaratılan şeyin aynı insana kendisini köleleştiren yabancı bir öz olarak geri dönme süreci olarak karşımıza çıkar. Insan etkinliğinin özünde yabancılaşma olmadığı ve yabancılaşmanın her zaman her yerde olmayıp tarihsel bir  süreç olduğu için, i̇nsanın bilinçli toplu eylemiyle ortadan kalkacaktır.

Olgunlaşmamış veya kaba komünizm kavramlarının kullanımıyla insanların yabancılaşmayı tüm yönleriyle aşamadığı durum kastedilir. Özel mülkiyeti ve yabancılaşmayı tam anlamıyla ortadan kaldıran komünizm, gerçek komünizmdir.

Bu komünizm gelişmiş bir doğalcılığın hümanizmle eşitlendiği, insanla insan ve insanla doğa arasındaki çatışmanın gerçek çözümüdür. bir anlamda özgürlük ile zorunluluğun, var oluşla öz, birey ile tür arasındaki kavganın çözüm yönünde sonuçlanmasıdır. 

Kapitalist toplumlarda emekçinin elde ettiği para, emekçiye gerçek bir özgürlük yerine sahte bir özgürlük verir. Para insanlığın yabancılaşmış gücü olarak i̇nsanın efendisi haline gelir, artık bireyler bu sahte gücün etkisiyle insan olarak yapamadıklarını para aracılığıyla yaparlar. Dışsal ve evrensel bir güç olarak para, bütün insani nitelikleri tersine çevirip, onları kendi karşıtları durumuna sokar. Bu halde emeğin yaratma eylemi insanı özgürleştirmeyip, her ürettiğinin kendisinin biraz daha eksilmesine, her eylemiyle biraz daha pasifleşmesine ve gücünü her kullanışında biraz daha güçsüzleşmesine yol açar.

Marx ilk dönem yazılarında yabancılaşmanın i̇ş bölümü ve işçinin üründen ayrılması sonucu olduğunu belirtirken, son dönem yazılarında bunun sömürüden kaynaklandığını vurgulamıştır. Bu nedenle ilk dönem yazılarında komünist toplumda hiç kimsenin dar bir etkinlikler çerçevesinde belirlenmiş faaliyetler yürütmeyeceğini, herkesin kendini herhangi bir etkinlik için geliştirebileceğini söyler. Toplum yalnızca genel üretim düzeyini düzenlemekle yükümlüdür.

Bu nedenle (yaygın bir şekilde bilinen yazısıyla) bir insan: ‘sabah avlanır, öğleden sonra balık tutar, akşam sığır besler, yemekten sonra da bir eleştirmen olabilir.’ Insan hayatının ve var oluşunun hedefi bütün kişiliğinin ve potansiyellerinin gerçekleştirilmesi, sanayi toplumunda gerçekleştirilebilecek bir eylem değildir. Bu ancak yabancılaşmanın ortadan kaldırıldığı bir ortamda gerçekleştirilebilecektir. Yabancılaşmanın ortadan kaldırılması, kapitalizmin ve tüm sınıflı toplumların, özel mülkiyetin, i̇ş bölümünün ve dinin ortadan kaldırılması ve üretim biçiminin değişmesiyle mümkün olacaktır. Bu da ancak komünist toplum evresine ulaşmakla gerçekleşebilecektir. K

omünist toplumda insan kendi seçimleri doğrultusunda istediği üretken faaliyetleri ortaya koyabilecektir, bu i̇nsanın kendi gelişiminin önündeki engellerin kaldırılması demektir.

İlginizi Çekebilir

Heybet Akdoğan: HDP’nin önemi
Hakan Tahmaz: 28 Şubat dersleri, bugüne yansımalar

Öne Çıkanlar