Zaman denilen kavram coğrafyamızda yaşanılan bir sürecin adı değil de, kendi içinde tekrara dönüşen bir cehennemin, bir kısır döngünün adı haline geldi. Ileriye doğru akan hayat ırmağı bize gelince durgunlaşan ve dibi görünmeyen bulanık bir renge büründü.
Tarihiyle yüzleşmekten kaçınan ve tarih denilince hamaset yapmaktan öteye gitmeyen/gidemeyen bir halk, tapınmanın içselleştirildiği bir yaşam, sorgulamanın ve sonuca varmanın yerine ezberin öne çıktığı bir eğitim ve öğretim süreci, insani değerlerin savrulduğu, yerine her türlü değersizliğin değer kazandığı bir birikim ve sonuçta karanlık bir yolda yürüyüp önünü görememek halinin hüküm sürdüğü belirsiz bir gelecek….
Oligarşik bir asker ve bürokrasiye dayalı olarak kurulan bir cumhuriyet, kendisine (her yönetim gibi) iç ve dış düşmanlar yaratmak ve bu algılamanın üzerinde temellerini kurmak gibi bir altyapı belirledi.
Dış düşman yaratmak kolaydı; dönemin politikası neyi gerektiriyorsa dış düşman kavramı da ona göre şekillendi. Kimi zaman sınırlarını çeviren devletler kimi zaman da sınır ötesi devletler bu kategoriye girdi.
İç düşman da dönemin politikalarına göre şekillense bile temel olarak cumhuriyetin afişe ettiği üç düşman ( Kürtler, solcular ve dindarlar) aslında sadece iki taneydi; Kürtler ve solcular… Kurulur kurulmaz Kürtler ve solcuları imha etmeye yönelen devlet, dine karşı görünse bile kurduğu Diyanet Işleri ile gericilik temelinde bir eğitim/öğretim sistemini inşa edip sürdürmekten çekinmedi.
Tali olarak görülen diğer düşman kabul edilenlerden Aleviler ise tekkeleri başta olmak üzere inanç kurumları kapatılıp, kendileri hakkında yüz yıllardır uygulana gelen en aşağılık iftiralarla ötekileştirildiler.
Ermeniler Osmanlı yıkılırken kurulan yeni devlete sorun çıkaramayacak şekilde soykırıma tabii tutuldular. Başta Kürtler olmak üzere diğer halklar ise fiziksel ve kültürel soykırıma uğratılarak Türk kimliği altında eritilmeye çalışıldılar.
Fiziki ve kültürel soykırımlar elbetteki son bireyine kadar yapılamadı ama büyük bir oranda başarıldı sanıldı. Ancak hayat kağıda yazılan planlar gibi olmuyor, kendi dinamikleri üzerinde gelişiyor. Kürtler isyanlar ve direnislerle bu planı işlemez haline getirdiler.
Kuruluşundan bugüne kadar gelinen sürecin sonunda karşımıza çıkan tabloya baktığımızda başarısız bir toplum mühendisliği projesiyle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. TC kurucu kadrolarının dayattığı ve sürdürülegelinen politikalar tek kelime ile iflas etmiştir.
Elde kalan: ortak olması gereken toplumsal değerlerini yitirmiş, çürümenin değer kazandığı bir anlayış, sorgulama ve algılamanın yoksunluğundan doğan örgütlü bir cehaletin çoğunluğu, birbirine güvensizliğin had safhaya ulaştığı adalet kavramının ve suç anlayışının yerlerde süründüğü bir ortam, gittikçe derinleşen ve birleşmesi mümkün olmayan seküler ve dini anlayışın farklılığı ve bütün hepsine baktığımızda kaçınılmaz olarak karşımızda bekleyen bir savaşın netleşmeyi bekleyen bulanık görüntüsü…
Somut koşullara göre değil de alışkanlıklara göre belirlenen politik çizgi bir sorunsaldır. Çünkü eski anlayışlar günün koşullarına uyarlanamadığı için, örümcek ağı gibi hayatın üstüne çöker, diğer yandan da günün koşullarına uygun yeni politik anlayış, doğmak için çabalar, kendisini dayatır. bu ikisinin arasındaki dönem işte bu dönemdir. Antonio Gramsci bu dönemi ; “Eskinin ölemediği ve yeninin henüz daha ortaya çıkamadığı ara dönemler, canavarların zamanıdır “ şeklinde tanımlamıştır.
Masalımsı bir anlatımla yazarsak, canavarlarla karşı karşıyayız. Yedi başlı bir ejderhanın aldığı darbeler sonucu, ağzından alevler saçarak, kuyruğuyla dokunduğu her şeyi yakarak, yıkarak yere devrilip ölmesinin tam anındayız.
Yeniyi temsil eden bizler doğuma hazırız. Yeni bir hayatın temellerini attık, umutlarımızı toprağa değil, rüzgara verdik, verdik ki, birer tohum olarak dünyaya savrulsunlar diye. Elbetteki biz eskinin bağrından doğacağız ama eskiye dair yanlış ve kötü olan ne varsa silip atarak, yerine yeniyi temsil eden adil, eşit ve özgür bir dünyanın parıldayan güneşiyle birlikte doğacağız.
Biliyoruz bu dönem zor ve ağır bir dönemdir. Tarihin belirli dönemlerinde keskinleşen karşıtlar arası dönemecin uzağında değiliz, tam ortasındayız. Safların netleştiği, eskinin ölmemek için direndiği bu yüzden de yeninin doğumunu durdurabilmek gerekirse düşük yapabilmek için elinden gelen her zulmü denediği bir süreçteyiz. Fakat hayat ırmağının akışını durdurabilmek mümkün değildir.
Her masal gibi bu masal da bitecek, canavarlar düşecekleri toprağa bir tohum olarak değil çürümüş bir et ve birer kemik yığını olarak düşeceklerdir.