31 Mart 2024 tarihinde yapılacak olan yerel seçimlerin çalışması Kürtlere karşı ilan edilen savaşın, bozulan gelir dağılımının yarattığı yoksulluğun, çöken devlet yapısının ve bir bütün olarak yıkılan toplumsal yapının gölgesinde sürüyor.
Devletin birer i̇deolojik aygıtları olan devlet partilerinin demokrasi adı altında merkezden belirlediği adayların kitlede yarattığı bir heyecan yok. Kazanıldığı takdirde seçimlere harcadıkları paranın daha fazlasını alabilmek için birbirleriyle girdikleri savaşın siyasal olarak halklara getireceği bir değer de yok. Yıllardır böyle olduğu bilindiği için de halkın bakış açısı da buna göre şekilleniyor. İlişki kurabildikleri bir adayın kazanması için çalışıp, daha sonra güçleri oranında ya iş, ya da ihale beklentisini gerçekliğe dönüştürmeye çalışıyorlar. Yani adaylardan başlayarak belirleyici olan merkez yapıya kadar herkesin üzerinde konuşmadan anlaştığı bir süreç yaşanıyor. Bireyler de bir beklentiyle hareket ettiği için topluma yönelik hizmetler silsilesinin gerçekleşmemesi veya yapılan hizmetlerde eksik malzeme kullanılmasıyla oluşan sorunlar “kader” denilip geçiliyor.
Devlet partilerinden ayrı olarak var olan Kürt-sosyalist adaylar ise hem seçim çalışması yürütürken, hem de kazandıkları takdirde devlet baskısından kurtulamıyorlar. Bir şekilde kazanımları da ellerinden alınıyor. Son yıllarda üst üste değiştirilen yasalardan kaynaklı toplumsal hizmet anlamında belediyelerin iktidardan ayrı çalışma yürütmesinin neredeyse imkansız hale getirilmesi de ayrı bir sorun olarak duruyor. Burada dünya tarihinde hep yaşanan süreç yeniden ortaya çıkıyor. Sosyalist adaylar halka kendileri için çalışacaklarını anlatmakta zorlanıyorlar. hatta zorlanmaktan da öte ikna edemiyorlar. Aslında daha gerçekçi olarak şunu yazmak gerekir: yüzyıllardır biat eden bir toplumsal yapı yalana öylesine alışmış, yalanı öylesine gerçekçi buluyorki, yaşadığı yoksulluğun, çalınan toplumsal üretimin kaynağının ne olduğunu görmekte zorlanıyor, bu kaynağı kendisine anlatana da inanmıyor. “Halk doğrusunu bilir” sözü çoğunlukla iyi niyetten kaynaklanıyor. Asırlar boyu kendisine yalan anlatılmış, köleleştirilmiş bir halk doğrunun ancak kendisine anlatılan olduğuna inanır. Peki ne zaman “halk doğrusunu bilir” diye gerçekçi bir yaklaşım sergilersek diyebiliriz ki halk, kendi kaderini kendisinin yazmaya karar verdigi, kurulu düzeni değiştirmeye başladığı andan itibaren bir halk olarak “doğrusunu bilir”.
Devlet partilerinden i̇deolojik yaklaşım, ilkelerde amaç ve araç olarak ayrılan ve halkla beraber yürüyen bir geleneğe sahip olan DEM Parti kuruluş ilkelerine ters düştüğü Türk devlet yapısının elbette hedefinde olan bir partidir. Geniş halk kitlesinin desteğine sahip, bütün baskılara rağmen direnişe devam eden, binlerce üye ve yöneticisinin hapse atıldığı bir parti olarak yürüyüşünü aksatmadan sürdürmeye devam etmektedir. Ancak toplumsal bir yapının yaşadığı her şeyden doğal olarak etkilenmekte, kimi zaman da bünyesinde barındırmaktadır. Bu eşyanın tabiatina uygun bir gerçekliktir. Önemli olan sirayet eden bu anlayışlara karşı takındığı tutumdur. Gerçek anlamda partinin hedefleriyle ilişkisi veya bağı olmayan, çeşitli ayak oyunlarıyla dahil olanlar süreç içinde kendiliğinden ayrı düşmekte, parti kararıyla da uzaklaştırılmaktadır. Bugün gerek milletvekilleri, gerek parti yöneticileri, gerekse yerel belediye seçilenleri arasında şahsi çıkar gözetenler elbette vardır, gelecekte de olacaktır. Ancak bunlar tespit edildiği zaman atılmaktadırlar, atılmaya çalışılmaktadır önemli olan budur. Elbette istenilen, tespit edildikleri ilk aşamada atılmalarıdır ancak, hayat istenilen çizgide ilerlemiyor maalesef. Devlet partileriyle olan çizgiler kimi zaman netliğini yitiriyor.
Genel seçimlere giderken tabanın onca uyarısına rağmen, “astığım astık, kestiğim kestik” mantığından yola çıkan parti yönetimi ve seçim belirleme komisyonu seçimlerde alınan sonuçlardan kaynaklı yönetim değişikliğine gitmiş, öz eleştiri yerine geçmesi amacıyla açıklamalar yapmış ve gelecek seçimlerde aday belirleme anlamında büyük oranda halkın belirleyici olacağı ön seçimler yapacağını belirtmiştir. Ancak Mardin, Bingöl olmak üzere birçok yerden yükselen itiraz sesleri eski alışkanlıkların halen devam ettiğini gösteriyor. Dersim’de DEM Parti’ye karşı kurulan ittifakı sorgulamadan önce, “bu anlayışlarla kim ya da kimler ne için ittifak yaptı?” Sorusunun yanıtı verilmelidir. Aksi takdirde yine zamana yayılan unutturma süreci işlemeye başlayacaktır. Binbir bedel ödenerek elde edilen temsiliyet bir kaç yöneticinin keyfiyetine teslim edilmemelidir. Böyle artık “hata” olmayan adına “tercih” diyeceğimiz politik adımları atıp sonra da halka dönüp “partiyi destekleyin” çağrısı görüldüğü gibi ters tepiyor. Uzun yıllar boyunca başta iki dönem kuralını ihlal edenler, başka partilere çıkarsız destek sunanlar sonradan kayda değer bir öz eleştiri vermediler. Simdi dönüp o partilerin devletin gizli güdümünde kendi aralarındaki kurdukları ittifaki eleştirmek ciddiyetini yitiren bir tutum demektir. O partiler zaten “ittifak” içindeydiler, bu sadece malumun ilanıdır. Temel sorun bu bilindiği halde neden bilince çıkarılmadı, neden halk sürecin dışında tutuldu?
Yerel seçimlerde aday olanların halka yönelik ne gibi bir toplumsal alan çalışması olacağı açıklamaları gerekir, bu halk üzerinde yapıcı bir etki bırakacaktır. Çocuklara süt dağıtımı mı, öğrencilere yönelik burs mu, kadın sığınma evleri mi, Kürt ve Kurdistan gerçekliğine dair çözüm önerileri mi, bu listeyi uzatabiliriz. Sadece politik söylemlerin gölgesinde yürümek bir noktaya kadar işe yarar, ancak hayatın gerçekliği politik söylemlerin ötesinde pratiğin sesini bizlere duyurur.
Yazmamak olmazdı. Bir de alkışçılar var. Söylenen her sözü, alınan her kararı coşkuyla alkışlayanlar var. Eleştiriyi kabul etmeyip, kendilerini parti sözcüsü konumunda görüp karşıt görüşü neredeyse yapının içinden atacak ölçüde tavır takınanlara dair de hatırlatmak gerekiyor: Bir parti alkışlarla değil, kendi içinde yapılan yapıcı, bireysel çıkar gözetmeyen eleştirilerle büyür. Heleki bu eleştiriler zaman tarafından da doğrulanıyorsa. Tek örnek: seçimlerde alkışladılar, ittifakları ve sonuçları başarı kabul ettiler. Yönetim kendisini başarısız gördü istifa etti yani bir değişim yaşandı yine alkışladılar. Yeni yönetim geldi ama alkış sesleri hiç dinmedi.
Belirleyici gerçeklik hiç değişmiyor. Sömürgeleştirilmiş bir halkın sömürgeci meclisinde hangi ölçüde yer alması, kendisine hedef olarak neyi koyması ve geleceğe dair ne yapacağının er ya da geç gündeme gelmesi kaçamayacağımız gerçekliğimizdir. Tutum temel olarak budur.