Yerel seçimlerden daha fazla anlam taşıyan bir sürecin içinde yaşananlar bir kez daha gösterdi ki, Türk devleti ve Kurdistan özgürlük mucadelesi hem toplumsal bir yarılmayı beraberinde getiren, hem de politik alanın da tıpkı askeri alan gibi keskinleşen ve geri dönülmez bir sürece beraber ama ayrı taleplerle ve karşı karşıya girdiler.
Dışardan (idari anlamda şimdilik Türk devletine bağlı) görünen Kuzey Kurdistan ve Türk devletinin şehirlerinde yerel yönetimlere ilişkin bir seçimdi. Ancak üzerine örtülü o kalın şalı kaldırdığımızda Türk devletinin şehirlerinde yerel yönetimlerin seçiminin ardından gözümüze görünen gerçeklik: Kuzey Kurdistan’da yerel seçimlerden daha çok ve daha net bir irade beyanının ifade edilmesidir. Yapılan sahtekarlıkların haddi hesabı yok. Asker ve polis hazır kıtalarından oluşturulan taşımalı seçmenler, sahte oylar, oy sayımında yapılan hileler, sandıkları yakarak ve birçok yerde DEM Parti tarafından kazanılan seçimlere yapılan itirazlar… Bütün bunların hepsi gelip gelip Kürt halkının iradesine çarpıp tuzla buz oldu.
AKP-MHP’nin Türk şehirlerinde ve Kuzey Kurdistan’da yaşadıkları oy kaybının altında yatan nedenlerin en belirgini ekonomik nedenlere dayanmaktaydı. Uzun süredir dibe vuran ve yoksulluğun çemberini gittikçe genişleten ekonomik politikalar, kendi kitlesinin sandığa gitmemesini, gidenlerin bir bölümünün de muhalefete oy vermesi nedeniyle kendilerine oy kaybı yarattı. Belirgin olarak en azından görünen bu. Ancak burada temel sorun bu anlamda oy vermeyen toplumsal yapılarının sadece ekonomik kaygılarından ötürü böyle bir politik tavır takınmalarıydı. Toplumsal üretimin gelirinden kendilerine ayrılan payın azalması öne çıktı. Diktatörlüğe dönüşen yönetim, kitleler halinde zindanlara atılan muhalifler, Kurdistan’a açılan savaş, Kurdistan Özgürlük Hareketi direnişçilerinin üzerine her gün atılan ve savaş suçu kapsamına giren kimyasal silahlar ve daha birçok anti demokratik uygulamalar bir kez daha görüldü ki Türk halkının gündeminde yer almıyor. Çünkü savaş kendi topraklarından uzakta ve Kürt halkıyla sürdürülüyor. Belki bu seçimlerde AKP-MHP ekonomik gelirden kitlelere dağıtabilseydi, yaşadığı hezimet bu düzeyde olmayabilirdi. Ancak gerek doların baskılanarak belirli seviyede tutulmaya çalışılması, gerek ekonomik politikaların sadece kendi kasalarına yönelik çalışması, gerekse artık dikiş tutmayan politik-ekonomik her adım kitlelerin (ücret) beklediği “seçim hediyesini” engelledi. Temel sorun budur. Bir halkın sadece kendi cebine bakması ve bunun dışında siyasal sorunlarla ilgilenmemesi. Elbette bu doğal bir tercih olarak kabul anlaşılabilir. Ancak, yaşanan sıkıntıların temelinde politik nedenlerin (temel olarak Kürtlere karşı sürdürülen savaşın) olduğunu görememek bir süre sonra çürümeyi de beraberinde getirir ki, zaten uzun süredir yaşadıkları tam da budur: toplumsal çürüme…
Kuzey Kurdistan şehirlerinde ise yerel seçimler bir irade beyanıydı. Gerek belediye başkanlığına, gerekse yönetim kademelerine seçilecek olanların kim olduklarından daha çok, devlete karşı topyekün bir tavır takınılmasının altında yatan en büyük gerçek: “biz Kürdüz, burası Kurdistan ve biz buradayız” demek oldu. DEM Parti’nin de kimi yerlerde oy kaybı yaşadığı gerçeğini ve bu gerçeğin gerekçesinin araştırılıp bulunmasını da unutmamak gerekir.
Emek ve Özgürlük İttifakı kimi yerlerde ittifakı öne çıkarsa bile bir ittifakın içeriğini çoktan yitirmiş olması nedeniyle bir süre sonra farklı bir şekilde yeniden oluşturulacaktır. Bu konuda Sebahat Tuncel’in yaptığı açıklama da buna benzer bir çözüm yolu önermektedir. Ilk oluşumu açıklandığında bileşenlerden kaynaklı dile getirilen ama “yanlış bir bakış açısı” diye susturulan eleştirilerin zamanla gerçek olduğu artık kabul edilmektedir. Bir ittifaka karşı olmakla, ittifakta yer alanların siyasal program ve tutumlarına karşı olmak, DEM Parti geleneğine uygun olarak ittifakın devrimci, Kürt siyasal mücadelesiyle dayanışma ve sahiplenme içinde olmalarını beklemek ayrı şeylerdir. Bunu DEM Parti’nin yöneticilerinin yaptığı açıklamalardan da görebiliyoruz. Geriye kalan ve her koşulda “alkış” çalanlara ise söz söylemeye gerek yok. Aynı şekilde davranmaya devam edecekler nasılsa.
Kürtlerin yaşadıklarından kaynaklı olarak artık Türk devletine idari yönden sürdürdükleri bağı net bir şekilde sorgulamayı geçtikleri ve devlete olan güvensizliğin tartışılmaz bir şekilde dile getirildiği ötelenemeyecek bir gerçekliktir. Bu anlamda da zaten Türk devleti her koşulda bunu gösteriyor. Kendisi açısından Kürtlerin soykırımına yönelik politikasını sürdürürken, Kürtlerin çiçek demeti uzatacağını düşünmek, buna inanmak politikadan bir şey öğrenmemek demektir.
Van seçimlerinde denediği ama halkın büyük direnişi sayesinde geri teptiği belediyeleri gasp etme politikasını bir süre sonra tekrar yürürlüğe koyacağını geçmiş günlerden biliyoruz. Öyle “Erdoğan kayyum politikalarından sonuç alamadı, bir daha denemez” diye yapılan iyi niyetli açıklamaların sahipleri sorunu sadece yerel seçimler boyutunda düşünüyorlarsa aldanıyorlar. Bu iyi niyetin karşısında devletin değişmez ve değişmesi teklif dahi edilemez “bölünmez bütünlüğü” durmaktadır.
Başta Van olmak üzere Kurdistan’da gerçekleşen görkemli direniş yeni döneme Kürt halkının hazır olduğunu ve gerekli cevabı vereceğini gösterdi. Yaratılan gelenek Kürtlerin, mücadelenin yaratıcısı ve yol göstericisiyle beraber hareket edeceğini gösterdi. Tohum büyüdü, serpildi ve meyve veriyor artık.
Mayıs ayında ABD’ye gidecek olan Erdoğan dönüşte cebinde saldırı planıyla dönecektir. Ne ölçüde izin aldığını yaşayarak göreceğiz. Karşısında direnişin ve zaferin kaderini yazan bir halk var, kendisini her seferinde görkemli bir şekilde yeniden yaratmış bir halk: Kürt halkı…
Daha çok cinayetler işleyecek, daha çok saldıracaklar. Ancak şairin yazdığı gibi: “her şey kırıldı/ yeni, o son ağıtla birlikte yazılacak”*
…
(* Özgün E. Bulut )