Ali Engin Yurtsever: Yüksel(emey)en ‘Baltalı’ Faşizm- 1

Yazarlar

       Faşizm, geçen yüzyılın öne çıkan (liderlerinin) isimleriyle anılan ve günümüze kadar da örnekleri onların üzerinden verilen bir ideolojidir.

       Ideoloji genel bir tanımla “bütünlüklü bir dünya görüşü” olarak adlandırılabilir. Bir dünya görüşü, toplumsal yapıya, bir hayatın düzenlenmiş düşünce ve davranışlarını verir ve öyle yaşamaları için gerekli alt yapı ve üst yapıyı kurar. Tarihsel materyalist açıdan bu yapılar, belirli bir üretim ilişkileri içinde bulunan üretici güçlerin bulunduğu süreci gösterir. Böylelikle o toplumun hangi sınıfsal aşamada olduğu, ekonomik-politik olarak neler yaşadığı tahlil edilebilir.

      Faşizm köken olarak eski Roma’da birlikten güç doğduğunu simgeleyen ve İtalyanca’da fascio olarak bilinen bir baltaya bağlanmış çıta demetinden gelmektedir. Fasces olarak da bilinir. Italyan faşist lider Mussolini geçmişten aldığı bu imgenin yaygınlaştırılıp, kalıcılaştırılmasına öncülük etmiştir. Bir ironi olsa gerek, geçen yüzyılın faşist liderleri günümüzdekilere göre daha “aydın” niteliğini hak ediyorlardı. Kısmen de olsa edebiyat ve sanatla ilgilenen, dünyaya dair söyleyecek sözleri olanlardı. Elbette bunlar insanlığa karşı işledikleri korkunç ve bağışlanması mümkün olmayan, insanlık var oldukça mahkum edilecek suçlarını ortadan kaldırmaz. Vurgulamak istediğim: şimdiki faşist liderlerin, onların yanında tek kelimeyle “pespaye” bir ünvanı hak ediyor olmalarıdır.

     Faşizmin geçen yüzyıldaki yenilgisine bakıp da ortadan kaldırıldığını sanmak, günümüz gerçeğinden uzaklaşıp, hayale kapılmak demektir. Faşizmin ikinci dünya savaşındaki yenilgisi, sadece görünür olmaktan bir süreliğine de olsa uzaklaşmış ancak kitlelerin ruhuna öylesine işlemiş, öylesine benimsenerek kabul edilmiş ki, yaşadıkları yenilginin ardından gelen sosyalist ve buna bağlı olarak demokratik bir ortamın getirdiği yaşam, çok değil dünya genelinde 1970’lere kadar ancak varlığını koruyabilmiş, faşizm kitlelerin elinde bir bayrak olarak tekrar yükselmeye başlamıştır. Bu yükseliş bir tohumun büyümesi gibi zamanla serpilip gelişmiş kimi cografyalarda islami bir kılıfa, kimi cografyalarda ise tek adam yönetimi altında “despotik veya distopik” bir kılıfa bürünmüştür. Böyle yönetimler toplumsal yığınlara “tek bayrak, tek devlet, tek millet” sloganını benimsetmiş, doğal olarak “ötekileştirilenler” her sorunun suçlusu ilan edilmişlerdir.

    Toplumsal kitleler henüz i̇deolojik olarak benimsedikleri ve içselleştirdikleri ‘yabancılaşma’yı üretim ilişkileri dışına atacak bir seviyede değiller. Ne yazık ki insanlık halen kahramanlara gereksinim duyuyor. Kendi kaderlerini başkalarının yazmasını istiyor. Önlerine konulan “zenginliğe ulaşmak için “ mutlaka ama mutlaka düşmanlarını değil, düşman olarak bildiklerini yok etmek istiyorlar. Bu konuda herhangi bir bilgiye gereksinimleri yok. “Lider” neyi buyurursa onu yapmaları yeterli oluyor. Toplumsal yığınların yaşadıkları ve halen de yaşamaya devam ettikleri onca deneyim, bir deneyim olmaktan çok günlük yaşanılan bir şey gibi algılanıyor. Gün geçtikten sonra unutuluyor.

Nedir bu duygu ve düşüncenin altında yatan aymazlık? Sömürünün kabul edilmesi, ağırlaşan yaşam koşulları, öldürülen insanlar, devletlerin egemen kapitalist sisteme uygun olarak kitleleri açlığa mahkum etmesi neden bu kadar kolay kabul edilir hale geldi? Kurdistan sorunsalında bakarsak, çıplak gerçek ortada duruyor. Dört sömürgeci devlet ve bu devletlerin destek aldıkları güçlü kapitalist devletler çıkarları gereği Kurdistan halklarının sömürge statüsünün devamından yanalar. Kurdistan özgürlük hareketi buna karşın 40 yıldan fazladır bedel ödeyerek bu süreci tersine çevirmeye devam ediyor. Gelinen aşamada kıtalara yayılan bir halk desteğine sahip, paradigma olarak sunulan “demokratik ulus” ağır ağır da olsa başka halkların ilgisini çekiyor. Aydınları bu konuda çağrı yapıyor. Ancak temel sorun Kurdistan halkı ve siyasal partileri ile inanç kurumları neden faşist bir nitelik kazanan sömürgeciliğe karşı bir bütün olarak birleşmiyorlar? Sömürgecilerde hakim olan faşizm anlayışı tam olarak niçin kavranılmıyor? Devletiyle bütünleşmiş i̇deolojik bir nitelik kazanmış faşizmin kendilerine nasıl bir bedel ödeteceği görmezden gelinerek “vatanın ortaklığına” ne adına soyunuluyor? Bir ironi olsa gerek, sömürgeci halkların bile böyle bir talebi yok, savaşın genelleşmesi durumunda, sömürgeciler “beka sorununun” ciddileştiğini dile getirdiklerinde, devletlerin militar yapılarından önce Kürtlere saldıracak bir halklar gerçeği varlığını koruyor.

     Türk devletinin öyle ya da böyle kurucu i̇deolojik yapısını benimsediği partilerin varlığı biliniyor. Adına ister “Emek, isterse İşçi veya Komünist” desinler fark etmiyor. Bunlar için Kurdistan kelimesi bir “turnusol” görevi görüyor. Bu kelimeye karşı gösterilen tavır birey, parti ve kurumların nerede saf tuttuğunu gösteriyor. Türk devletinde “faşist” kimliğini gizlemeden ortaya çıkan partilerin içinde iki parti dikkat çekiyor. MHP ve ZP.

    MHP programını incelediğimizde geçmişe göre revize edilmiş, adeta yumuşatılmış bir faşizm programı göze çarpıyor. Türk milletinin yüceliği, birlik ve beraberliği, terörün güvenlik politikalarıyla yok edileceği belirgin olarak vurgulanıyor. Programın diğer yazılanları genel geçer kavramlar olmaktan öteye gitmiyor.

    Zafer partisi bu konuda MHP bir yana, Hitler döneminin NAZI partisi ile boy ölçüşecek bir programa sahip ve bunu açıkça dile getiriyor.

   Yazının ikinci serisinde MHP ve Zafer Partisi programı incelenecek ve gelecekte Türk devletinin iktidarını hangisinin ele alıp almayacağı işlenecek…

İlginizi Çekebilir

Behice Feride Demir: Ali Fikri Işık ile Futbol Üzerine
Halepçe Katliamı: 36 yıldır kanayan yara

Öne Çıkanlar