Ali Engin Yurtsever:  Zulme Uğrayanlar Öfke Doğurur

Yazarlar

                    Newton’un üçüncü yasası olarak da bilinen etki-tepki yasası basit bir anlatımla: iki cisim etkileşiyorsa, birinci cismin ikinci cisme uyguladığı kuvvete karşı, ikinci cisim, birinci cisme ters ve eşit kuvvet uygular diye yazılabilir.

       Politika hayatın her alanında olduğu için belirleyiciliği birçok konuda tartışılmaz olarak varlığını hissettirir. İktidarı elinde bulunduran güç, taşıdığı ideolojik görüşe uygun politik bir program uygular ve bu program kitlelerin hayatını belirler. Bu belirleyicilik de genel anlamıyla iki noktada kendini gösterir: ya kitlelerin çoğunluğu iktidarla birleşerek azınlığı ezer ya da iktidarı elinde tutan azınlık çoğunluğa baskı uygular. Bütün hikayemiz budur ve bu hikayeden payımıza düşen ister sınıfsal, ister ulusal olsun ezilmek oldu. Ancak doğanın yasaları her zaman varlığını hissettirir ve ezilmeye karşı direnişi örgütler.

       Tartışmasız olarak kabul edilmesi gereken gerceklik: kuruluşu öncesinden başlayarak kuruluş aşamasında ve bugüne kadar devam eden ve “Türklük Sözleşmesi”nin dışında kalan her kesime soykırımdan başlayarak her türlü baskının uygulandığıdır. Ve bunlara karşı da direnişin sürdüğü, geri adım atılmadığıdır.

       Ne kadar güçlü görünmeye çalışırsa çalışsın, Türk devleti yol ayrımındadır. Çünkü Kurdistan özgürlük mücadelesini ortadan kaldırmadığı gibi, korku duvarının yıkılmaya başladığını da hissediyor. Şimdilik iktidarı elinde bulunduran güç odağı baskıdan dolayı cılız bir şekilde yükselen itirazların aslında ne kadar köklü, ne kadar derin olduğunu hem biliyor, hem de hissediyor. Bir anlamda kendileri de böyle gelişen itirazları kullanarak iktidara yerleştiler. Çünkü doğanın yasaları değişmez bir kesinlik içerir ve öyle meclislerde parmak kaldırmayla da değişime uğramazlar. Etki tepkiyi doğurur ve bu hiç değişmezdir.

     Kültürel kodlarımızın şekillendirdiği ve bu şekillendirmenin de ağır ağır değişime uğradığı bir coğrafyadayız. Henüz demokratik bir yaşam tarzından çok ama çok uzaktayız. Fikirlerimizi kabul ettirmenin yolu geçmişte olduğu gibi bugün de zor kullanmaya dayanıyor ve bu yöntem çok daha uzun süre boyunca hayatımıza ağırlığını koyacak. Bu nedenle çoğu zaman dile getirilen ve belirli belirsiz bir tarihi içeren iyi bir hayatın yaşanacağı günlere ulaşmak için yolumuz uzun. Mücadelenin belirli aşamaları geçilip, belirli hedeflere ulaşıldıkça en azından bir sürecin geride kaldığını görebiliyoruz.

     Seçimlere odaklanan ve gittikce artan bir yoğunluğun içindeyiz. Toplumsal yapının ne ölçüde bozulduğunu buradan da görebiliriz. Depremden dolayı hayatını kaybedenler, geride kalanların yaşadıkları travma ve kaybettikleri ekonomik birikimleriyle, gelecek kaygılarını unuttuk gitti. Aslında Kurdistan ve Türkiye geneli olarak böyle bir durum söz konusu. Geçmişten beri biriken sorunların son yirmi yılda gittikçe ağırlaşması ve yapısal olduğunun anlaşılması düzen partilerinin aynı safta birleşmesini sağladı. Erdogan’ın iktidarını bir seçimle bırakıp gideceği netleşmemiş bir durum. Çünkü, bunca cinayet ve hırsızlık tolere edilebilir sınırı çoktan geçti. Üstelik baskıyla sınırda tutulmaya çalışılan döviz kurları ve depremin yarattığı ekonomik sıkıntıyı da eklersek seçimden sonra her koşulda ağır bir dönem bekliyor. Böyle bir yakın geleceğin içinde artacak olan adi suçlar olacak, toplumun itirazını baskılamak için daha katı bir yönetim olacak, hesabının sorulacağı söylenen ama sorulması zamana yayılacak olan hırsızlıklar olacak, sadece “demokrasi” olmayacak. Erdoğan iktidarı giderse sadece doğal olarak birkaç ay nefes alınacak bir ortam yaşanıp, sonra Türk devletinin fabrika ayarlarına dönülecektir, 1990-91 yılında olduğu gibi. Çünkü bu anlayışla çözülmesi mümkün olmayan ve uluslararasılaşan bir Kürt sorunu var. Rojava’daki toplumsal yapının Türk devleti tarafından paramparça edilmesi niyeti var.

    Seçimlere ilişkin ittifak ve Kılıçdaroğlu’na sunulacak koşulsuz desteğin arkasında, geleceğe dair umut besleniyor. Estirilen hava, çok şeyin olacağı ama şimdilik kamuoyuna açıklanamayacağı şeklinde yansıyor. Böyleyse eleştirilmesi gereken bir durum söz konusu. Çünkü bazı konuların gizli kalması anlaşılabilir ama tamamıyla illegaliteyi esas almak yanlıştır. Her partinin kitlesinin neler olup bittiğini ana hatlarıyla bilmesi gerekir. Yapılan açıklamalarda arka plan olmadığı söylendi. Bekleyip göreceğiz. Türk devlet görevlilerinin verdikleri sözleri daha ağızlarından çıkarken unuttuklarını biliyoruz. Açık bir şekilde belirtilmedikten sonra bu devletin doğru hariç her yanlışı yapacağını tarihten biliyoruz. Öyle “kitleleri hazırlamalarını beklemek” gibi basit gerekçelere sığınmayı kabul etmemek gerekir.

    Yeşil Sol Parti listesinden seçimlere girecek adayların kesinleşmemesinden dolayı yapılacak her yorum, suya yazılmış yazı gibi olacaktır. Ancak görülüyorki ikinci dönem görev almamak ilkesi bir yana bırakılarak eş genel başkandan başlayarak vekillere kadar görmezden gelinecek. Bir bireyin veya bir partinin temel ilkelerinden bir tanesi bile gözardı edildi mi, gerisi kendiliğinden gelir. İttifak içi partilerin tutumları ve izlenen politikalar elbette degerlendirilecek. Şimdilik her zamanki gibi “zamanı değil” denilerek süreç geçirilecek ancak unutmayalım ki, geçmişin hesabı kapatılmazsa o geçmiş, arkanızdan sürekli gelir.

     Zulme uğradık, sadece biz Kürtler değil Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Aleviler, emekçiler hepimiz zulme uğradık, uğramaya devam ediyoruz. Bizler zulmün yarattığı çocuklarız. Belki okullarda değil ama hayatın içinde öğrendik Newton’un yasasını. Uyguladıkları zulüm onlara ağır bir öfke olarak geri dönecektir, çünkü doğanın yasası bunu gerektiriyor, çünkü sömürgeci sadece çıplak şiddetten anlar.

İlginizi Çekebilir

Müslüm Yücel: Türklere yazıktır, halk olma özelliklerini kaybettiler 
Nuri Fırat: HEP’ten Yeşil Sol Parti’ye; Kürt Siyasetinin 33 Yılı 

Öne Çıkanlar