İsrail’in Lübnan’da Hizbullah hedeflerine peş peşe yaptığı saldırıların yarattığı ‘’şok’’ sürerken herkes bundan sonra ne olacak sorusunu soruyor. ABD ve batılı devletlerin saldırıları önlemediği, ateşkes için İsrail’e yeteli baskıyı yapmadığı uluslar arası kamuoyunda hayli yaygın.
Savaşın daha ne kadar derinleşeceği ve genişleyeceği sorusu ise en son Hizbullah lideri Nasrullah’ın hedefe alınmasıyla birlikte daha çok konuşulur hale geldi.
BBC’nin Kudüs’teki Uluslararası Editör Jeremy Bowen konuya ilişkin bir analiz yazdı.
‘’Orta Doğu’nun çok daha ciddi bir savaşın eşiğinde olduğundan bahsetmeyi bırakmanın zamanı geldi. İsrail’in Beyrut’taki Hizbullah karargahı olduğunu söylediği yere yaptığı yıkıcı saldırıdan sonra, bir anlamda bu söylem anlamını yitirdi.
Beyrut’ta bulunan insanlara göre, çok büyük bir patlama dizi yaşandı. Şehirdeki bir arkadaşım, Lübnan’daki savaşlarda şuana kadar duyduğu en güçlü patlama olduğunu söyledi.
Saldırıdan sonraki saatlerde İsrail medyası, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın hedef alındığını bildirdi. Sosyal medya kanalları ve televizyon istasyonları, Nasrallah’ın hedef alınan binada olup olmadığı ve hayatta kalıp kalmadığı konusunda spekülasyonlarla doluydu.
Kurtarma ekipleri enkaz altında hayatta kalanları ararken Hizbullah’ın konuya ilişkin sessiz kalması spekülasyonları artırdı.
İsrail hava kuvvetlerinin bombalaması bununla sonlanmadı. İsrail ordusu Hizbullah hedeflerine saldırmaya devam ettiğini duyurdu.
Halbu ki dün erken saatlerde, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun en azından 21 günlük bir ateşkes önerisini tartışmaya hazır olduğuna dair bazı umutlar vard. Bu öneri ABD ve Fransa’dan geldi ve İsrail’in en önemli Batılı müttefikleri tarafından desteklendi.
Ancak Netanyahu, New York’taki BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, her zamanki gibi meydan okudu ve zaman zaman saldırgan bir üslupla diplomasiden bahsetmedi.
İsrail’in, kendisini yok etmeye çalışan vahşi düşmanlarla savaşmaktan başka seçeneği olmadığını söyledi. Ona göre Hizbullah yenilecek ve Gazze’de Hamas’a karşı tam bir zafer kazanılacak, bu da İsrailli rehinelerin geri dönmesini sağlayacak.
‘’Kuzuların katliama sürüklenmesinde’’n çok farklı olarak (bu ifade bazen İsrail’de Nazi Soykırımı’nı ifade etmek için kullanılır) İsrail’in kazandığını söyledi.
Konuşmasını tamamladığı sırada Beyrut’ta gerçekleşen büyük saldırı, İsrail için Lübnan’da ateşkesin gündemde olmadığının daha da belirgin bir işaretiydi.
Saldırının, Netanyahu’nun İsrail’in düşmanlarını nerede olurlarsa olsunlar vurabileceği ve vuracağı yönündeki tehditlerinin ardından gerçekleşmiş olması oldukça dikkat çekiciydi.
ABD Savunma Bakanlığı Pentagon, saldırıyla ilgili olarak İsrail’den önceden bir uyarı almadıklarını duyurdu.
Netanyahu’nun hava saldırısını New York’taki otel odasından onayladığı bildirildi.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ise aylardır üzerinde çalıştığı politikayı savundu. Hala müzakere için yer olduğunu söyledi. Ancak bu iddia boş görünüyor.
Amerikalılar herhangi bir tarafa karşı kullanabilecekleri çok az araca sahip. Yasa gereği Hizbullah ve Hamas ile konuşamazlar çünkü bunlar yabancı terör örgütleri olarak sınıflandırılıyor. ABD seçimleri sadece birkaç hafta kaldığından, İsrail’e baskı yapma olasılıkları geçen yıla göre daha da düşük.
İsrail hükümeti ve ordusundaki güçlü sesler, Hamas’ın geçen Ekim ayındaki saldırılarından sonraki günlerde Hizbullah’a saldırmak istediler. Lübnan’daki düşmanlarına kesin bir darbe indirebileceklerini savundular. Amerikalılar, bölgede yol açabileceği sorunların İsrail için olası bir güvenlik avantajını ortadan kaldıracağını savunarak onları bunu yapmamaya ikna ettiler.
Ancak Netanyahu, geçen yıl boyunca İsrail’in savaşma biçimine ilişkin Başkan Joe Biden’ın isteklerine karşı gelme alışkanlığı edindi. Beyrut’a yapılan baskında kullanılan uçak ve bombaları İsrail’e sağlamasına rağmen, Başkan Biden ve ekibi seyirciydi.
Biden yaptığı ise ömrü boyunca İsrail’i destekleyen birisi olarak son bir yıldır izlediği politika ile Netanyahu’ya dayanışma ve destek göstererek, silah ve diplomatik koruma sağlayarak onu etkilemeye çalışmaktı.
Biden, Netanyahu’yu yalnızca İsrail’in savaşma biçimini değiştirmeye değil eleştirmedi aynı zamanda İsrail’in çok fazla acıya neden olduğunu ve çok fazla Filistinli sivili öldürdüğünü defalarca söyledi. Aynı zamanda ertesi gün İsrail’in yanında bağımsız bir Filistin devleti yaratmaya dayanan Amerikan planını kabul etmeye ikna edebileceğine inanıyordu.
Netanyahu bu fikri hemen reddetti ve Joe Biden’ın tavsiyelerini görmezden geldi.
Beyrut’a yapılan saldırıdan sonra Blinken, caydırıcılık ve diplomasi kombinasyonunun Orta Doğu’da daha geniş bir savaşı engellediği görüşünü tekrarladı. Ancak olaylar ABD’nin kontrolünden çıktıkça ikna edici gelmiyor.
Önümüzde büyük kararlar var. Öncelikle, Nasrallah olsun ya da olmasın, Hizbullah kalan cephaneliğini nasıl kullanacağına karar vermek zorunda kalacak. İsrail’e çok daha ağır bir saldırı düzenlemeyi deneyecekler mi? Depolarında kalan roket ve füzelerini kullanmazlarsa, İsrail’in daha fazlasını imha etmeye karar verebilirler.
İsrailliler de oldukça önemli kararlarla karşı karşıya. Lübnan’a karşı bir kara harekâtı hakkında konuşuldu ve henüz ihtiyaç duyabilecekleri tüm rezervleri seferber etmemiş olsalar da, gündemlerinde bir işgal hareketi var. Lübnan’daki bazıları, bir kara savaşında Hizbullah’ın İsrail’in askeri güçlerinden bazılarını etkisiz kılabileceğine inanıyor.
Batılı diplomatlar ise aralarında İsrail’in en sadık müttefiklerinin de bulunduğu, meseleleri yatıştırmayı umuyorlardı ve İsrail’i diplomatik bir çözümü kabul etmeye çağırıyorlardı. Şimdi olaylara dehşet içinde ve aynı zamanda bir güçsüzlük hissiyle bakacaklar.’’
/BBC Word/