“Arkamdan gelip saçımdan yakaladılar önce. İkinci kişi kolumdan tuttu. Diğeri de vurdu yüzüme, gözüme, dizime. ‘Orospu’ dediler suratıma vururken.”
Atiye’ye neden saldırdınız? Onu dövünce kendinizi daha güçlü, daha erkek, daha muktedir mi hissettiniz? Niye nefret ettiniz Atiye’den? Onu dışlayınca, hedef alınca kendinizi daha mı makbul saydınız? Ne değişti hayatınızda? Şimdi daha mı mutlusunuz mesela? Ya da eve daha çok mu ekmek girdi? Hani üç kişi bir trans kadına arkadan saldırdınız diye erdeminiz, namusunuz mu arttı yoksa?
Aslına bakarsanız acınacak hâldesiniz ama açıkçası biz size hiç acımıyoruz. İktidarın hedef göstermesi üzerine, bastırdıkları karanlık eril içgüdülerle bu tür nefret saldırılarına meyledenler, size sizin sevdiğiniz dilden anlatalım: Delikanlılıktan hiç nasibinizi almamışsınız. Tek yaptığınız güçlüye biat edip dalkavuklaşırken, zayıfa da arkadan saldırma kalleşliği, başka bir şey değil.
Anladınız belki de konu, önceki yazılarımda hayat hikâyesini de aktardığım, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi LGBTİ+ Komisyonu üyesi Atiye Güney’in, 16 Temmuz akşamı İstanbul Pendik’te üç kişinin transfobik saldırısına uğraması.
“Üç kişi arkadan saldırdı”
Olay günü Atiye, Pendik Batı Mahallesi’nde yaşadığı evinden, Doğu Mahallesi’ndeki markete alışverişe gitmişti. Yine Atiye’nin anlattığına göre Doğu Mahallesi; “Biraz muhafazakâr ve hacı-umre malzemelerinin satıldığı” bir yerdi. Saat 18:00-19:00 sularında, arkadaşı sahildeki otoparka park ettikleri aracın içinde onu beklerken, Atiye, alışverişini tamamlayarak elinde poşetlerle otoparka yöneldi. Sonrasını şöyle anlatıyor:
“Alışverişimi tamamlayıp arkadaşımın yanına doğru giderken üç erkek tarafından darp edildim. Arkamdan gelip saçımdan yakaladılar önce, ben başta kötü bir şaka zannettim. Baktım ki olay şaka değil, gerçek. Saçım kaynak olduğundan fazla hareket edemedim. İkinci kişi kolumdan tuttu. Diğeri de vurdu yüzüme, gözüme, dizime. ‘Orospu’ dediler suratıma vururken. Giderlerken de ayağıma bastılar.”
Saldırıyı görüp yardım etmek isteyenler de oldu Atiye’ye tabii ama bir düşünün, sürekli iktidar tarafından hedef gösterilen, tehditler alan, tacize uğrayan ve az önce şiddet görmüş bir birey ne hisseder? Atiye; “Orası o kadar muhafazakâr, homofobik bir yer ki yardım teklifinin gerçek olup olmadığını bile algılayamadım. İkinci bir saldırı olacak diye düşündüm ve reddettim. Hızlıca arkadaşımın yanına koştum,” diyor.
“Arkadaşımın kolunu kırdılar”
Durun, saldırı daha burada bitmiyor. Şüpheliler hayatlarının olağan akışına devam ederek otopark civarında bir tekel bayisine girip alışveriş yapıyorlar. Kim bilir, belki de memleketi kurtardıkları için kutlama yapacaklar birlikte: Bugün de imanı, namusu koruduk, hamdolsun! Atiye’yi perişan hâlde gören arkadaşı, saldırganların yanına giderek onlardan hesap soruyor ve sonuç:
“Orada da arbede çıktı. Arkadaşımın kolunu kırdılar, sonra arabanın camına taş attılar. Biz de hastaneye gittik ve suç duyurusunda bulunduk. Bu olayların hepsi karakola 300-400 metre uzaklıkta yaşandı,” diyor Atiye.
Evet, ortada bir suç ve mağdurların suç duyurusu var. Atiye’nin dilekçesinde yukarıda yazdığım tüm ayrıntılar yer alıyor: tarih, semt, mevki, saat vs. Peki, bir sonuç çıkar mı? Bakın orası şaibeli. Hani seçim kazanmak için sürekli lanetlenip hedef gösterilen LGBTİ+ bireyler, şimdi o sürecin de bedelini ödüyorlar ve artık ne kolluk güçlerine ne de adalet mekanizmasına güveniyorlar. Şunları söylüyor Atiye:
“Bu süreçten bir sonuç elde edebileceğimi sanmıyorum. Polis-karakol, hastane, savcılıktan oluşan Bermuda şeytan üçgeninden sıkıldım. Arkadaşlarımın zoruyla suç durusunda bulundum zaten. Bu tür saldırılar politik atmosferden besleniyor. Nefret dili üzerinden bir kimlik yapı oluşturulmaya çalışılıyor. Homofobi ve transfobiden beslenen güruhların önüne yem atılıyor ve bu yemler birikerek çığ oluşturuyor. O çığlar nihayetinde nefrete dönüşüyor ve nefret ete kemiğe bürünüyor, kusuluyor.”
Yalan mı? Haksız mı Atiye? Mesela sizler; hiçbiriyle konuşmadan, tanışmadan, hayatlarına vakıf olmadan veya sorunlarını dinlemeden LGBTİ+ bireyleri ya da sığınmacıları kolaylıkla suçlarken, onlar sizin çığ gibi büyüyen nefret söylemlerine verdiğiniz destek nedeniyle her gün dayak yiyor, saldırıya uğruyor, dışlanıyor ve eve kapanıyorlar. Mutlu musunuz?
“Sosyal hayattan menedildim”
Doğrudur; zamlar da, ekonomik kriz de, geleceksizlik de, demokrasi ve hukukun katli de hep LGBTİ+ların suçu. Tabii bir de sığınmacıların. Hatta geçen gün “bir veteriner kadını dövdüler” hep birlikte değil mi? Zira suç bireysel değildir, bir cinsel kimlik gelir ve suçu komple o kimlik işler. Hatta ülkede yaşanan yolsuzluklar, ihmaller, cinayetler, tecavüzler, silahlı saldırılar, uyuşturucu tacirliği de hep LGBTİ+ların suçu evet! Alkış tutalım o zaman yüce ilminize, mantığınıza, aklınıza ve vicdanınıza.
Ve gerçeklere dönelim, yani artık sokağa bile çıkmaya korkan insanlara:
“Çok kötüyüm. O günden bu yana dışarı çıkamıyorum. Sadece anneme gidiyorum. O da nasıl; arkadaşım arabayla evin önünden alıyor, annemin evinin tam girişinde bırakıyor. Asla toplu taşıma kullanmıyorum. Sosyalleşmek bir trans için zaten lükstü artık ondan da menedilmiş durumdayım,” diyor Atiye.
“Yurtdışına gitmek istiyorum”
Gitmek istiyor, zira koca ülkeye Atiye’yi, Atiye’leri sığdıramadık, sığdıramadınız.
“Arkadaşımın yanında kalıyorum, burası daha güvenli. Bir süre burada kaldıktan sonra artık yurtdışına gitmek, temelli gitmek istiyorum. İnsan hiç doğduğu, doyduğu yeri, mücadele verdiği alanı, yanındaki kader arkadaşlarını, yoldaşlarını terk edip gitmek ister mi? Ama artık can tehlikesi var. Mücadeleme ve hayatıma devam etmek için burayı terk etmem gerekiyor. Bu çok üzücü. Benim için de hiç kolay değil. Dilini, yolunu, izini bilmediğim yerde altı aylık bebek gibi, sıfırdan doğmuş olacağım. Derdimi anlatamayacağım, bir yere gidemeyeceğim ve bunun korkutucu bir tarafı var. Anneme bir zarar gelse tekrar bu ülkeye gelemeyeceğim belki. İnan bunları göze alıp gitmek, en az kalmak kadar zor ama mecburiyet var,” diyor Atiye.
Bu suçlara zemin hazırladığı için iktidarı da eleştiriyor:
“Yürüttükleri nefret politikasıyla ektikleri nifak tohumlarının ürününü biçiyorlar artık. Bu topraklarda LGBTİ+lar zaten hep bedel ödüyordu. Şimdi daha fazla bedel öder olduk çünkü nefret aynı kalmıyor, katlanarak büyüyor. İnsanlar körükleniyor ve önleri açılıyor. İktidarın verdiği güçten bir şiddet doğuyor ve LGBTİ+lar önüne geçilemeyecek bu şiddete maruz kalıyorlar.”
Avukat Jiyan Kaya: Nefret suçları cezalandırılmıyor
Hem İHD İstanbul Şubesi LGBTİ+ Komisyonu üyesi hem de Atiye’nin avukatı Jiyan Kaya ise Atiye’nin uğradığı saldırı için şunları söylüyor:
“Bu saldırılar, LGBTİ+ bireyler için o kadar sıradan bir olay ki… Yoldan geçen bir trans kadına, tanımadığı insanlar tarafından kimliği sebebiyle saldırılması, sıradanlaştırıldı. Her an bir nefret saldırısının mağduru konumuna düşebiliyorlar. Atiye’yi darp edenler ise hiçbir şey olmamış gibi çekip gidiyor ve yaşamlarına devam ediyor.”
Bu tür suç duyurularından sonuç alınıp alınmadığını sorduğumuzda Jiyan Kaya;
“Yaralama kanıtlanırsa, kamera görüntüleri varsa, olay polise bildirilirse, hastaneye gidilirse ve kişiler tespit edilebilirse ceza davası açılıyor ama çoğu zaman düşük miktarda bir ceza verilip paraya çevriliyor ya da hükmün açıklanması geri bırakılıyor. Tek tük de olsa bazen ayrımcılık ve nefret suçundan açılan davalar olabiliyor tabii ama genellikle etkili ve caydırıcı yaptırımlarla karşılaşmıyoruz.”
“Nefret söylemi arttıkça, saldırılar artıyor”
Seçim sürecinde LGBTİ+ ların iktidar tarafından hedef gösterilmesiyle birlikte, saldırı olaylarının da arttığından bahsediyor Kaya ve ekliyor:
“Türkiye’de hep büyük bir sorun LGSTİ+’lara yönelik nefret saldırıları. Genellikle pek çoğu şikâyet etmekten çekiniyor. Saldırının mağdurular ama bunu yargıya taşımak onlara ikinci bir travma yaşattığından, yansımasını istemiyorlar. Benim avukatlığımın öncesinde de konuyla ilgilenen insanlar vardı ve şu anda LGBTİ+lar geçmişe oranla daha çok şikâyetçi olabiliyorlar. Siyasi partilerin ve toplumun dikkate aldığı kişilerin söylemleriyle birlikte nefret saldırıları maalesef artıyor. Çünkü bundan güç alan bir kesim oluşuyor. Nefret söylemleri arttıkça toplumun birçok kesiminde şiddet dilinin ve saldırganlığın da arttığını görüyoruz. Cezasızlık politikası ise bu saldırganlığı destekliyor.”
Tabii LGBTİ+lara yönelik nefret saldırılarını sadece bireyler ve gruplar yapmıyor. Onlara asıl saldıran, devletin kolluk güçleri oluyor genellikle. Şöyle anlatıyor Kaya bu durumu:
“Bizzat polislerin uyguladığı bir şiddet de var ve Onur Yürüyüşü‘nde bunu gördük. Uğradıkları şiddet, hem devletten hem de bireyler ve gruplardan kaynaklanıyor.”
“Basın hedef gösteriyor”
Geçen hafta gündemde çok yer tutan ve cinsiyetçi bir dille hazırlanan “Trans, veteriner kadını dövdü” haberini de soruyoruz Kaya’ya.
“Basın, çoğu zaman LGBTİ+ları hedef gösterecek bir dil kullanıyor ve bunu mülteciler için de yapıyor. İşin doğruluğu, yanlışlığı veya mağdurun dışında, kimliği hedef alarak yapılan haberler görüyoruz sık sık. Maalesef algı yönetimi yapılıyor ve toplum bundan etkileniyor. Basında çıkan bu tür haberler de LGBTİ+ları güvencesiz bir konuma getiriyor ve artık insanlar, Atiye gibi, dışarı çıkmaya korkuyor, marketten alışveriş yaparken bile tedirgin oluyorlar. Bir saldırı olayı yargıya taşınsa da, mağdurlar sonuç alacaklarına inanmıyor ve maalesef biz de bunun garantisini veremiyoruz. Çünkü saldırganların ceza alacağını öngörmüyoruz,” diyor ve son olarak ekliyor Jiyan Kaya:
“Bugün zaten bir LGBTİ+ mücadelesi var ama bu mücadelenin sürdürülebilmesi çok önemli. Saldırılara karşı ne kadar örgütlü bir mücadele olursa, bu şiddetin önüne o kadar geçilebilir. Tek yol örgütlü bir mücadele diye düşünüyorum.”
Bilmem az da olsa anlatabildik mi; bakın hemen suçlayıp hedef aldığınız, nefret diliyle saldırdığınız bireyler işte bunları yaşıyor. Hâlen empati kurma veya başkasının acısına bakabilme yetisine sahipseniz, medyadan size akan bilgileri lütfen bir de bu gözle süzün. Belki birileri algınızla oynayarak sizi peşinden sürüklemek, gerçek dertlerinizi unutturarak, hiçbir işinize yaramayan, sadece içinizdeki kötülüğü bileyen gündemlerle hepinizi oyalamak istiyordur. Düşünmek gerek zira her kafatasının içinde beyin adı verilen bir organ var ve bu organ kullanılsın diye orada, unutulmamalı.