Türkiye’de siyaset yapmak çok zor. Özellikle, kutuplaşmanın bu kadar derinleştiği dönemlerde seçim için siyaset yapmak. Zira hangi kesimi yakalamak için politika üretilse bu adım, bir diğer kesimin kırılarak uzaklaşma ihtimalini de içinde barındırıyor.
Aslıhan Gençay’ın P24Blog’da kaleme aldığı yazısı:
Açılım yapabilecek ne gücü ne de esneme payı kaldı iktidarın. Millet İttifakı ise en azından beş yıl, demokrasi taleplerimize dair adımlar atabilir.
Türkiye’de siyaset yapmak çok zor, kabul edelim. Özellikle, kutuplaşmanın bu kadar derinleştiği dönemlerde, sandık ve seçim için siyaset yapmak. Zira hangi kesimi yakalamak ve oy kazanmak için politika ve söylem üretilse bu adım, bir diğer kesimin kırılarak uzaklaşma ihtimalini de içinde barındırıyor.
İlk turu başa baş biten cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu kapıda. Birinci turdan çıkan sonuçlara göre iki aday ve ittifakları da vaziyet almış durumda.
İki taraf da öncelikli olarak ortada kalan oyları, yani sandığa gitmeyen ve Sinan Oğan’a oy veren seçmeni kazanmaya çalışıyor.
Henüz hiçbir şey bitmedi zira biliyoruz ki Türkiye’yi zaten meclis yönetmiyordu. Hatta seçimi ilk turda Kılıçdaroğlu’nun kazanması hâlinde dahi ülke üç veya beş yıl daha başkanlık sistemiyle yönetilecekti. Sonrasında tekrar bir seçimin yapılması ve parlamentonun yeniden düzenlenmesi öngörülüyordu.
Hâl böyleyken meclis aritmetiğine bakarak karalar bağlayan muhalif seçmenler şunu görmeli: Aslında önemli olan başından beri cumhurbaşkanlığı seçimiydi ve hâlen de öyle. Bu önceliğin demokratik olmadığını gayet iyi bilmemize rağmen seçilecek başkan ve atayacağı bakanların yetkisinin, yine ve yeniden meclisteki milletvekillerinden fazla olacağı bir gerçek.
Dolayısıyla tam da şu anda yenilgi ve umutsuzluk psikolojisinden çıkıp, ikinci tura odaklanmak gerekiyor. Evet, henüz hiçbir şey kaybedilmiş değil. Hatta yüzde 50+1 formülünün aranmadığı ikinci turda, başkan olmaya en yakın yerde Kılıçdaroğlu duruyor. Yüzde 51 oy alabilmesi de ihtimal dâhilinde. Neden olmasın?
Yaşadığımız gerilimli ve kritik süreçte öne çıkan partilere ve ilk tur seçim sonuçlarına dair de birkaç şey söylemek gerek. Şimdilik çok derinlere inmesek de az ve öz birkaç kelam edilmeli.
Cumhur ittifakı
—AK Parti bildiğimiz gibi. Fakat birinci turdaki kampanyanın aksine, saldırganlıktan uzak tutum gözden kaçmıyor. Hatta Erdoğan’ın demeçlerinde; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni örnek vererek “Meclis çoğunluğu bizde” şeklinde övünmesi de dikkat çekici.
—Erdoğan ve AK Parti’nin oy oranlarına bakıldığında başarılı oldukları görülse de aslında sanıldığı kadar güçlü değiller. Erdoğan’ın katıldığı ilk TV programında bir nokta ilgi çekiciydi.
Erdoğan, deprem bölgesindeki seçmenlerin, Kılıçdaroğlu’nun bedava ev vaadine rağmen, taksitle borçlanmayı tercih etmesine dair çelişkiyi açıklayamadı. Sadece “Bunlar sözlerini tutmuyor” diyerek büyükşehir belediyelerinden, İstanbul, Ankara ve İzmir’den örnekler verdi. Oysa bu illerde ve üzerine Adana’da Millet ittifakı ve Kılıçdaroğlu’nun oy oranı, Erdoğan ve Cumhur İttifakı’ndan yüksekti. Yani deprem bölgelerinde aldığı oyları açıklayamayan bir Erdoğan ve Cumhur İttifakı söz konusu. Bu durum, deprem bölgelerindeki sonuçlara yönelik de ciddi bir şaibe nedeni olabilir.
—Nasıl MHP’nin aldığı yüzde on oyun açıklamasını MHP dahi yapamıyorsa, deprem bölgelerindeki durum da, sadece hiç bölgeye gitmeyen MHP için değil AK Parti açısından da, gerçekten bir muamma. Görev belgesiyle birden çok oy kullanımı, sandıklarda muhalif parti görevlilerinin bulunmaması, sandık tutanaklarında sahtecilik ve veri aktarma sistemindeki aksaklık, bu bölgeler için de çok dikkatli incelenmeli.
—Şaibe payını yüzde 5-6 bandında düşünsek dahi gerek Erdoğan’ın gerekse AK Parti’nin 21 yıllık iktidara rağmen azımsanmayacak bir oy oranı ve oturmuş bir seçmen kitlesi var. İkinci turu Kılıçdaroğlu’inin kazanması durumunda görülüyor ki AK Parti, parlamentonun önemli partilerinden biri olmaya devam ederek seçmenini temsil edecek. Her iktidara, bir muhalefet de şart zaten.
—MHP’ye gelirsek; seçim üzerindeki şaibeler kalkmadan, sandığa Kürt girip kurt çıkan oylar açıklanmadan “kazanılmış” bir yüzde on üzerine değerlendirme yapmak çok sağlıklı olmayacaktır. Global söylemlerle, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de milliyetçilik ve muhafazakârlık güçlendi demek, MHP’nin oturduğu yerden aldığı oyları açıklamaya yetmiyor. Onları şimdilik kendi hâline bırakalım.
—Gelelim Hüda-Par’a. Asla kale alınacak bir yapı olmamasına ve ülkedeki temsiliyet oranının çok çok düşük seyretmesine rağmen AK Parti sayesinde meclise girdiler. Bu partinin gerici, tehlikeli ve kökten dinci tutumuyla mecliste ne işi var, diyenlerin haklılığı her geçen gün daha çok ispatlanıyor. Aidiyet ve kültürel kimlikle geçinebilmek ve huzur arasında karar vermekte zorlanan ama AK Parti’yi seçen muhafazakâr seçmenin, Hüda-Par meclise girsin diye oy kullandığını düşünmüyorum.
Tek başına baraj altında kaldığı hâlde bu şekilde meclise giren tüm partiler gibi Hüda-Par’ın vekilleri de halkın değil, ittifaklarının vekilleridir.
Millet İttifakı
—CHP cephesinde Kılıçdaroğlu dilini nihayet sertleştirip kendisine yöneltilen “terörist” suçlamalarına cevap vermeye başladı.
—Kılıçdaroğlu bir yandan da söylemlerini sağa kaydırıp, ırkçılığa yakın milliyetçi bir çizgideki Ümit Özdağ ve Sinan Oğan’la görüşerek, kendisine tepki olarak Oğan’a oy veren (yüksek oranda Muharrem İnce seçmeni) veya oy kullanmayan seçmene sesleniyor. Mecliste hak etmeden vekil sahibi olan birçok partiden daha fazla seçmeni bulunan Ümit Özdağ ve Sinan Oğan’ın, aslında çok da elle tutulur bir güçleri yok. Ve fakat çoğunluğun yakalanmaya çalışıldığı ikinci tur için yarış başa baş sürerken, ittifakların dışında kalan kitleleriyle iki isim, birden bire siyasetin parlayan yıldızı hâline geliverdiler. Burada unutulmaması gereken, Sinan Oğan’ın seçmeninin Sinan Oğan taraftarları olup olmadığı, onun sözüyle hareket edip etmeyeceğidir aynı zamanda.
—Bu seçmen grubu, elbette ki terör propagandalarından etkilenen, Türkiye’de dönen dalavereleri tam olarak çözemeyen ve ‘sınır namustur’ motto’suna sarılarak mültecilerin gönderilmesiyle ülkenin refaha kavuşacağını sanan bir kitle. Kılıçdaroğlu da gayet iyi biliyor ki; değişim, reform, kardeşlik, barış vaatleri bu kitle tarafından anlaşılmıyor ve tehlikeli bulunuyor. Onlara güven vermek için illa ki Türk milliyetçiliği, vatan, millet, Sakarya edebiyatı yapmak gerek. Seçimleri kazanmak istiyorsa bunu yapmak zorunda ve yapıyor da gördüğümüz üzere.
—Öte yandan başta da söyledik, kutuplaşmanın derinleştiği ve seçim siyaseti yapmanın zorlaştığı Türkiye’de bu kampanya, Kılıçdaroğlu’nun dost ve müttefiklerini zedeliyor, kırıyor. Öncelikle Yeşil Sol Parti seçmeni Kürtler, bu milliyetçi propagandadan hiç hoşnut değil lakin yılların yorgunluğu ve deneyimiyle Erdoğan rejiminin bitmesi gerektiğinin onlar da gayet iyi farkında. Bu yüzden Kılıçdaroğlu’nun yeni milliyetçi kampanyası ve söylemleri, birleşenleri dağıtmayacak gibi görünüyor.
—İttifak seçmenleri, her ne kadar ilk tur sonrasında iki gün bariz bir moralsizlik ve çöküntü yaşasalar da şu anda toparlanmış ve Bay Kemal’in çevresinde tekrar sıkıca kenetlenmiş gibiler.
—Akıllardaki önemli sorulardan biri ise CHP içindeki derin devlet yansımalarının, yani Tuncay Özkan ve şurekasının CHP’de ipleri eline alıp alamayacağı. Bu noktada Tuncay Özkan’a ayrı başlık açmakta fayda var.
merkeziyetçilik kalkanına çarpıp yok sayılmamalı.
—Önemlisi; parti tarafından yapılan pek çok hata ve yanlış seçimlerle, iktidar tarafından üretilen baskılar ve terör propagandasının da etkisiyle Yeşil Sol’un oyları (özellikle Batman ve Diyarbakır’da) düştü. Dolayısıyla Kürt seçmenin, iktidarlar üzerinde belirleyici bir rol oynama mevzisi de yıpranmış oldu. Açık seçik ortada olan durum tam da budur.
—Kürt seçmen ise yılların getirdiği dirayet ve mücadele alışkanlıklarıyla ne bir küskünlük ne de bocalama yaşıyor. Barıştan yana açık ve net tavrını ikinci turda da göstermek için gün sayıyor. Kılıçdaroğlu bu dirayetli tutumun kıymetini iyi bilmeli.
Türkiye’nin kaderi
Sinan Oğan’ın, “Patates S.Oğan Güle Güle Erdoğan” sloganına can verip vermeyeceği ise önümüzdeki günlerde netleşecek.
Asıl konuya gelirsek: Bilen bilir, Türkiye tarihinde her daim iki tür iktidar olmuştur. İslami tandanslı iktidarlar ve ulusalcı iktidarlar. Sırayla yönetimi alır bu iki damar ve temsilcileri. Ulusalcılar geçmişte genellikle darbeler yolunu tercih ederken, İslami gelenek ise sandıkta her zaman daha önde gelebilmiştir.
Her ne kadar iki temel damar ve güçten bahsetsek de, bu iki kesim de iktidara geldikten sonra hızla merkez sağa doğru kaymaya başlar. Yani Türkiye’nin temel iktidar dinamiği, her zaman merkez sağcılıktır.
Mevzu bugün; tüm güçleri elinde toplamış, kuş uçurtmayan bir iktidar mı, reformlara açık, en azından bir süreliğine ülkeyi ferahlatabilecek bir iktidar mı istediğimizdir.
Tüm şartlar ve koşullar gösteriyor ki, AK Parti ülkeyi yönetmek için miadını doldurdu ve tıkandı. Tek yapabildiği, daha çok baskı ve korku üreterek manipülasyonlarla hâkimiyetini sürdürmek.
Açılım yapabilecek, adım atacak ne gücü ne de esneme payı kaldı iktidarın. Öte yandan Millet İttifakı ise tüm dağınıklığına rağmen, en azından bir beş yıl demokrasi taleplerimize dair açılımlar yapabilecek esnekliğe, dinamiğe ve krediye sahip. Bulunduğumuz koşullarda hiç de azımsanacak şeyler değil bunlar.
O zaman tekrarlayalım: Henüz kaybedilmiş bir seçim de yokken, haydi kalkın ve silkinin. Neden olmasın?
——‐
Kapak Görseli: Andrew Martin (Pixabay)