90’lı yıllar. Katliamların, faili meçhullerin, gözaltında kayıpların, yargısız infazların, elektrikli, falakalı, Filistin askılı işkencelerin, hayatın olağan akışına uyduğu, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin sorgusuz sualsiz astronomik cezalar yağdırdığı, idam cezasının yürürlükte olduğu zamanlar.
Aranızda vardır mutlaka, o yılları güzel ve naif bir nostaljiyle hatırlayanlar ama idealist X kuşağının asi üyelerinin yolu, 90’larda işkence tezgâhlarından, DGM salonlarından ve cezaevi koğuşlarından geçti genellikle. Bakın ülkenin yakın tarihinden bahsetmiyorum, çok çok yakın bir tarihte yaşandı anlattıklarım.
Kürt halkının yaşadığı eziyetler ve acı çığlıkları da ayyuka çıkmıştı 90’larda. O yıllardan, belki sakat, belki de onlarca travmayı boynunda taşıyarak çıkıp bugünlere gelenler oldu. Peki ya gelemeyenler? Kötülük yarıştırılmaz elbette ama yapsaydık, gözaltında kaybedilmek ve faili meçhul bir cinayete kurban gitmek, bu yarışta başı çekebilirdi.
Kürt ve Türk aydınlar öldürülüyor, lakin hiçbir mahkeme ne katilleri ne de ölüm sebeplerini buluyordu. 90’lı yılların karanlığına direnenler, onlarca yıl hapis cezalarıyla ‘ödüllendirilirken’, devlet içindeki derin yapıların, işkencecilerin ya da katillerin yaptıkları ise hep yanlarına kâr kalıyordu.
Elbette, tarihsel bir arka planla yaşandı hepsi. 80’li yıllar, nasıl ki tüm dünyada darbelerin, cuntaların zamanı idiyse, 90’lar da, dünyanın bizim gibi ülkelerinde, devlet içinde gayriresmî yapıların oluşturulduğu ve kontrgerilla faaliyetlerinin hayata geçirildiği yıllardı. Hepsi Türkiye’de de yaşandı.
Türkiye’nin Derin Devleti
İktidarda olan Tansu Çiller hükümetiyle bakanları, komutanları, müsteşarları ve emniyet müdürleri, bu konsepte göre şekil almıştı. Pek çok faili meçhul cinayet işlendi ülkede. Ve birden, 3 Kasım 1996’da yaşanan Susurluk kazasıyla devlet-siyaset-mafya ilişkileri ortalığa saçılıverdi. Kaza yapan aracın içinde; DYP milletvekili Sedat Bucak, polis müdürü Hüseyin Kocadağ ve aranır durumdaki mafyacı Abdullah Çatlı birliktelerdi. Arabanın içinden envanterde kayıtlı olmayan bir silah da çıkmıştı. Uzun araştırmalara ve raporlara konu oldu bu ilişki ağı. Tüm bilgilerden çıkan temel sonuç; devletin içinde resmî olmayan ve kendi hiyerarşisine sahip bir yapının varlığı ile ülkede yaşanan faili meçhul cinayetler ve gözaltında kayıplardan bu yapının sorumlu olmasıydı.
2011 yılında bu yapıya mensup özel harekât polisi Ayhan Çarkın, itiraflarda bulundu. Mehmet Ağar’ın talimatıyla oluşturulan, İbrahim Şahin’e bağlı 60 kişilik bir ekibi ve işledikleri cinayetleri anlattı bir bir. 2020 yılında ise Sedat Peker, çektiği videolarla hem Ayhan Çarkın’ın anlattıklarını doğrulamış oldu hem de bu yapıyı tekrar gözler önüne serdi. Mehmet Ağar’ın, özellikle Kürt aydınları ve iş insanlarını hedef alarak öldürttüğünü de anlatmış ve gazeteci Kutlu Adalı cinayetine dair önemli bilgiler vermişti Peker.
Ankara Jitem Davası
2011’e kadar soruşturulmayan faili meçhul cinayetlerle öldürülen 19 kişi için, Çarkın’ın itirafları üzerine soruşturma başlatıldı. İlk iddianame, öldürülen Kürt aydınlardan biri olan Abdülmecit Baskın için 20 Eylül 2013 tarihinde yazıldı zira on gün daha geçse dava, zaman aşımına girecekti.
Abdülmecit Baskın, Ankara’da Altındağ nüfus müdürüyken 30 Eylül 1993’te kaçırılarak öldürülmüş, cesedi Gölbaşı’nda bulunmuştu.
19 Aralık 2013 tarihinde düzenlenen başka bir iddianameyle; Namık Erdoğan, Metin Vural, Recep Kuzucu, Behçet Cantürk, Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım, İsmail Karaalioğlu, Yusuf Ekinci, Ömer Lütfi Topal, Hikmet Babataş, Medet Serhat, Feyzi Aslan, Lazem Esmaeılı, Asker Smıtko, Tarık Ümit, Salih Aslan ve Faik Candan cinayetleri de yargılamaya dâhil edildi.
Davanın sanıkları ise; Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu, Ercan Ersoy, Ahmet Demirel, Ayhan Özkan, Seyfettin Lap, Enver Ulu, Uğur Şahin, Alper Tekdemir, Yusuf Yüksel, Abbas Semih Sueri, Lokman Külünk, Mahmut Yıldırım, Nurettin Güven ve Muhsin Korman’dı. Sanıklar, “Cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekkülün faaliyeti kapsamında insan öldürmek” suçundan yargılanmaya başladılar.
Dava, Ankara Jitem davası olarak anılsa da aslında faili meçhul cinayetlerin dosyasıydı. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan sanıklar, mahkemenin 13 Aralık 2019’daki kararıyla tüm delillere rağmen beraat ettiler. Avukatların itirazı sonucu bu karar, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi tarafından 5 Nisan 2021’de bozuldu ve 15 Ekim 2021’de yeniden yargılama başladı. 26 Mayıs 2023’te ise Ankara 1. Ağır Ceza, tüm sanıklar için tekrar beraat kararı verdi. Avukatların itirazları sonucu tekrar Ankara Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilen dosyada, hâlen karar bekleniyor.
Tarihler 30 Eylül 2023’ü gösterdiğinde ise Abdülmecit Baskın’ın davası, zaman aşımına uğradı. Yani bir cinayet daha failsiz, belirsiz ve karanlıkta kaldı. 80’lerle hesaplaşmayan ülkede, 90’lar da yaşanmış ve 90’larla da hesaplaşılmadan bugünlere gelmiştik.
Abdülmecit Baskın’ın ve 1994’te Ankara’da faili meçhul cinayete kurban giden avukat Yusuf Ekinci’nin oğulları, şimdi avukatlar. Hem babalarının davasının hem de diğer faili meçhul cinayetlerin takipçisiler aynı zamanda. Eren Baskın’la Sertaç Ekinci, yaşadıkları tüm acıları bir kenara bırakıp, yıllardır hukuk mücadelesi veriyor ve katillerin cezalandırılmasını istiyorlar. Peki, haksızlar mı sizce? Dile kolay 19 insandan, candan bahsediyoruz, 19 baba, oğul, dede, kardeş ve eşten…
Ankara Jitem davasının hukuki sürecini, cinayetleri, delilleri, kayıp silahları, Uzi mermilerini, mahkemeye gelmeyen sanıkları ve tanık olmayı dahi kabullenmeyen eski devlet yöneticilerini, avukat Eren Baskın’la avukat Sertaç Ekinci’den dinledik.
Eren Baskın: Mahkeme Delilleri Dikkate Almadı
2011’e kadar, babanızın ölümüyle ilgili hiçbir soruşturma açılmadı mı?
Hayır. Sadece olay yeri Gölbaşı olduğundan, Gölbaşı Savcılığında, cinayet emaresinin bulunduğu bir dosya açıldı ve ailemin başvurusuna rağmen hiçbir şey yapılmadı. Dosya, tam 19,5 yıl tozlu raflarda bekletildi. Ayhan Çarkın’ın ifadeleri üzerine, zaman aşımına on gün kala iddianame hazırlandı. Fakat 2023’te tüm sanıklar beraat etti.
Oysa Ayhan Çarkın ifadesinde; Mehmet Ağar’ın talimatıyla İbrahim Şahin’e bağlı 60 kişilik bir ekip oluştuğunu ve babanızı Gölbaşı’nda nasıl öldürdüklerini, anlatmıştı. Neden dikkate alınmadı?
Aslında biz başından beri, Ayhan Çarkın’ı bu dosyadan çıkarın, dedik. Davanın açılmasında bir önem arz etti ama dava sadece onun ifadelerine göre yürümemeliydi. Zaten soruşturma, Çarkın’ın ifadeleri üzerine kendiliğinden açılmadı. Avukat Sertaç Ekinci, bu ifadelerle Ankara Cumhuriyet savcılığına başvurdu ve ifadelerin cinayetlerle örtüştüğünü söyledi. Dosya böyle açıldı.
Mahkeme, Çarkın’ın ifadelerindeki çelişkilerden dolayı, Mecit Baskın’ın alındığı yer konusunda yanıldığına dayanarak, beraat vermiş sanıklara. Sizce böyle bir çelişki var mıydı?
Ayhan Çarkın, 20 yıl önce işlenen bir cinayeti anlatırken; her şeyi hatırlayamam ama onu Altındağ Nüfus Müdürlüğünün önünden aldık, demişti. Ailem ise ifadelerinde, kesin olmamakla birlikte, babamın Kızılay’da kaybolduğunu söylemişti. Mahkeme bunu büyük bir çelişki olarak gördü.
Çelişki buyken, tutarlı ve uyumlu veriler nelerdi?
Çarkın’ın olay yeri tespiti, noktası noktasına doğruydu. Babamın yana yatmış vaziyette, bir mermiyle gözünden, iki mermiyle de vücudundan vurulduğunu anlattı ve bu ifadeler, gerek olay yeri tutanağı gerekse de otopsi raporuyla uyumluydu. Hatta bunu davanın savcısı da belirtti. Hukuken böyle bir tespit çok önemlidir. Babamın vücudundan çıkan mermi çekirdekleri ise İbrahim Şahin’in yargılandığı kayıp silahlar davasında yer alan sekiz silahtan birine aitti. Bu dava sadece Ayhan Çarkın’ın ifadelerinden ibaret değildi, kayıp silahlar davasını da mahkemeye sunmuştuk.
Tanık ifadeleri lehinize miydi?
Uğur Dündar, Tuncay Özkan, Mehmet Eymür ve Fikri Sağlar’ın da içinde olduğu tanıklık yapan tüm bireyler, bu cinayetler devletin bilgisi dâhilinde işlenmiştir, dedi. Bu kadar netlik varken, ufak bir çelişki nedeniyle beraat kararı verdi mahkeme.
İlk beraat kararını istinaf, hangi gerekçelerle bozdu?
Çok kaliteli gerekçelerle bozuldu karar. Bölge Adliye Mahkemesi, beraatin hangi saiklerle verildiğini sunmamışsınız, kayıp silahların üzerinde hiç durmamışsınız, eksik ifadeler olduğu gibi alınan ifadelerdeki önemli aktarımları göz önüne almamışsınız, diyordu.
Peki, tekrar beraat kararı verilecekse bu karar neden bozuldu sizce?
Bence, 2011-2013 arası açılan, Lice davası, Dargeçit davası, Jitem davası gibi, davarlın hepsi üstte alınmış bir kararla açıldı. Zaten o dönem Erdoğan, Berfo anneyle görüşerek, Cemil Kırbayır için bir söz vermişti. 2021-2022’de ise tüm davalar, tek tek beraatle sonuçlandı.
Bozma kararı sonrası yapılan yargılama nasıl geçti?
Biz ilk duruşmaya heyecanla gittik ama daha duruşma başlamadan, önümüze birer kâğıt konudu. Ankara 1. Ağır Ceza, istinaf mahkemesinin bozma gerekçelerine atıfta bulunuyor ve savunma yapıyordu. Böyle demişsiniz ama gözünüzden kaçmış, biz zaten gerekenleri yaptık, yazmışlardı kâğıda. Yani yine beraat kararı vereceklerini, yargılamanın başında söylediler. Zaten Adalet Bakanlığı mahkemeden, her duruşmada konuşulanların ve kararların özetini çıkarıp bakanlığa göndermesini istemişti. Bakanlık, gözüm üstünde, demişti ve mahkeme kendini baskı atında hissetti.
Mehmet Ağar ve Tansu Çiller, mahkemeye geldiler mi hiç?
Avukatları dahi sanıkların duruşmadan vareste tutulmasını talep etmezken savcı “İfadelerini aldık, artık bu kişileri yormayalım.” diye vareste tutulmalarını talep etti. Artık Mehmet Ağar ülkede nasıl güçlüyse savcılar, sanıklar için vareste kararı verebildi. Mehmet Ağar bir kere uzaktan bağlandı ki bu da bize haber verilmeden, ona özel ayarlanmıştı.
2017 yılında dosyaya yeni bir kadın hâkim geldi. Biz olanları anlatıp, vareste kararlarına itiraz ettik ve sanıklara yüz yüze soru sormak istedik. Hâkim, tüm vareste kararlarını kaldırdı ve Mehmet Ağar’a zorla getirme kararı çıkarttı. Tansu Çiller’in dinlenmesi talebimizi de kabul etti. Sonra adli tatile girdik ve dosyaya geçici bir hâkim atandı. Bu hâkim nasıl olduysa, 120 klasörlük, 20 bin sayfalık iddianameyi üç günde okuyup inceledi ve “Vareste kararının kaldırılmasının sanıklara haksızlık olduğu” değerlendirmesiyle hem bu kararı hem de Çiller’in dinlenmesi kararını kaldırdı. Sonra bu kadın hâkim de başka bir yere gönderildi.
Dosyanın hâkim ve savcıları pek çok kez değişti, değil mi?
Evet, o kadar çok değişti ki artık kimi nasıl takip edeceğimizi şaşırdık. Toplamda 18-19 kadar hâkim, 25-30 kadar da savcı değişti dosyamızda.
Tabii tek tutuklu sanık Ayhan Çarkın da tahliye oldu…
Ayhan Çarkın bir duruşmada “Ben size itiraf ettim, biz öldürdük, dedim. Beni ciddiye alıp tutukladınız, peki bu adamları niye tutuklamadınız? Vareste verdiniz, tek başıma buraya geliyorum. Madem bana inanmıyorsunuz, ben neden tutukluyum?” dedi ve o duruşmada tahliye edildi.
Babanızın davası 30 Eylül’de zaman aşımına girdi, peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Bu kararların bozulacağını bildiklerinden, akıllarına gelen en mantıklı şey, zaman aşımıydı bence. Dosyalar zaman aşımına girdikten sonra Mehmet Ağar çıksa, ben öldürdüm, dese yine cezası yok. Türkiye’de insanlığa karşı işlenmiş suçların zaman aşımına uğraması, zaten bir hukuk garabeti. Şimdi babamın davası dosyadan ayrılacak ve muhtemelen beraat kararı onanacak. Biz de babam için Anayasa Mahkemesi’ne ve sonra da AİHM’e başvuracağız.
Sertaç Ekinci: Babam ve Kutlu Adalı, Uzi’yle Öldürüldü
Davada, kayıp silahlar dosyasının büyük önemi var. Cinayetlerin bu silahlarla mı işlendiğini düşünüyorsunuz?
1993 yılında Türkiye, örtülü ödenekten ödeme yaparak, İsrail’deki Hoshino şirketinden 3-4 kamyon civarında silah aldı. Silahlar envantere kaydedilirken, o silahla ateş edilir. Merminin arkasında bıraktığı iz, parmak izi gibi eşsizdir. Bu silahlar ise ambalajları açılmadan ve parmak izleri kaydedilmeden, İbrahim Şahin’in yazılı talimatıyla, Antalya’daki özel harekât kampına gönderildi. Birkaç ay sonra geri geldiklerinde, kimi silahların kaybolduğu görüldü. Türkiye’ye giren 100 tane Uzi varsa, 90 tanesi gelmişti. Tabii bir de Korkut Eken tarafından kaybedilen silahlar var ki, bu ikisi birbirinden ayrı. Korkut Eken, envantere kaydedilen silahları kaybetti, bundan dolayı da yargılanıp ceza aldı. Bu silahlarla cinayet işlenmemişti. Bizim iddiamız, cinayetlerin envantere kaydedilmeyen silahlarla işlendiği. Zaten kayıp silahlardan biri, Susurluk’taki kazada aracın içinden çıktı.
Babanız Uzi marka silahla mı öldürüldü?
Babam Yusuf Ekinci’nin ve Medet Serhat’ın cinayetinde aynı Uzi kullanılmış. Mermiler irtibatlı ve raporda İsrail yapımı Uzi marka silahla öldürüldükleri belirtiliyor.
Peki, bu bağlantılar beraat kararında nasıl açıklandı?
Mahkeme; mermiler Parabellum tipi mermi ve Uzi dışındaki silahlarda da kullanılabilir, diyerek konuyu, şüpheden sanık faydalanıra getirdi. Tabii ki bir mermi tek silaha özgü değildir ama 1993-1994 yıllarında yapılan ekspertizlerde, mermi çekirdeklerinin Uzi marka silaha ait olduğu belirtilmişti ve o dönem Uzi marka silah, kayıtlı olarak sadece özel harekâtta bulunuyordu.
Babanızın cinayetinde Ayhan Çarkın’ın ifadeleriyle eşleşen delililer nelerdi?
*Uzi marka silah kullanılmıştı ve Ayhan Çarkın da net olarak bunu söyledi.
*Babamın cinayetine dair yer göstermede birebir aynı yeri gösterdi fakat mahkeme, Çarkın’ın bunu gazete kupürlerinden ya da soruşturma dosyasından öğrendiğini belirtti. Oysa o döneme ait tüm gazete kupürleri bizde var ve hiçbirinde bu bilgi yok. Soruşturma dosyasından da öğrenemez zira dosya açılır açılmaz gizlilik kararı verildi. Şüpheli sıfatındaki biri, gizlilik kararı olan dosyaya bakamaz.
*Mahkeme; “Çarkın ifadesinde, Yusuf Ekinci’nin bürosundan alındığını söyledi.” diyerek ifadeleri çelişkili gösterse de aslında Çarkın, babamı bürosundan çıkınca aldıklarını net olarak belirtmişti.
Ayhan Çarkın da itiraflarına rağmen tahliye edildi. Bunu nasıl değerlendirdiniz?
Yalan söylediğini düşünüyorlarsa Çarkın’ı niye 3,5 yıl içeride tuttular? Doğruyu söylüyorsa diğerlerini niye tutuklamadılar? Bence itirafları yüzünden cezalandırıldı. Çarkın, anlık davranan biriydi. İtiraflarda bulundu, 2011’de Newroz’a gitti. Ama 3, 5 yıl boyunca hiçbir şey olmayınca ifadelerini değiştirip “Hatırlamıyorum.” demeye başladı. Sonra tekrar “Söylediklerimin arkasındayım.” dedi. Arada saçmalıyor ve kendini olduğundan fazla göstermeye çalışıyordu. Bu da doğaldı bence. Önemli olan, söylediklerinin gerçekle birebir örtüşmesiydi. Ama mahkeme bunları görmezden geldi.
Duruşmalarda, Sedat Peker’in Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili anlatımlarını da gündeme getirmişsiniz, etkisi olmadı mı?
Adalı’nın da Uzi’yle öldürülmesi, Korkut Eken’in Atilla Peker’i Adalı’nın evine götürmesi, sonrasında ise Atilla Peker’e “Biz o işi hallettik.” demesi, önemliydi ve biz bunları sürekli gündeme getirdik. Kıbrıs’taki dosyadan balistik raporunu isteyin, karşılaştıralım, dedik ama mahkeme yapmadı. Hatta kendi imkânlarımla Kutlu Adalı dosyasına ve balistik raporuna ulaşmaya çalıştım ama maalesef olmadı. Ortada makul bir şüphe varken, üzerine gidilmedi.
Babanızın dosyası şimdi tekrar istinafta, olumlu bir beklentiniz var mı?
Babamın davası, 2024’ün Şubat ayında zaman aşımına giriyor. İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olmaz ama dosya zaman aşımına girecek ve kapatılacak diye düşünüyorum. Şu anki iddianame, basit adam öldürme üzerine tanzim edildi. Tabii eğer karar, dosyanın derinleştirilmesi ve sanıkların TCK 77’den (insanlığa karşı suç) yargılanması yönünde çıkarsa işler değişir. Bu da olmayacağına göre Anayasa Mahkemesi’ne gideceğiz, sonra da AİHM’e başvuracağız.