Halen Narin’in katledilmesi ve Sıla bebeğin istismara uğramasının münferit olduğunu düşünenler için, sadece son birkaç yılda medyaya yansıyan çocuk istismarı ve çocuk cinayeti vakalarına göz atabiliriz…
Aslıhan Gençay P24 için yazdı:
Narin Güran cinayeti ve Narin’in katilleri tüm ülkede tartışılırken, iktidar temsilcileriyle ana akım medya, Narin cinayetinin yanı sıra 2 yaşındaki Sıla bebeğin cinsel istismara uğramasını ve gördüğü şiddeti de “münferit vaka” olarak kamuoyuna yansıtmaya çalışıyorlar.
Toplumsal bir sorun olan çocuk istismarını, ifade etmekten itinayla kaçınılan ensesti, çocuğa yönelik şiddeti, kayıp çocukları ve çocuk ölümlerini “canavarlık, sadistlik, sapıklık, alçaklık, iğrençlik, canilik” vs gibi sıfatlarla adlandırarak sistemi temize çıkartmaya, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gizlemeye, besin zincirinin en altında yer alan çocuklara sistematik olarak uygulanan şiddetin üzerini kapatmaya yönelik yoğun bir çaba içindeler.
Bu bilinçli çaba, tolum tarafından bilinçsiz de olsa karşılık buluyor. Belirsizlik, güvensizlik, dehşet ve kaygıyla mücadele etmek, sorunun kaynağına inmek yerine, yüzyılların geleneklerine ve oturmuş cinsiyet normlarına sarılarak onlara sığınmayı, daha güvenli ve risksiz gören toplum, kolaylıkla “canilik, vahşet, sapıklık, alçaklık” terimlerine meylediyor. Üstüne üstlük vakaları, toplumsal ve ciddi bir sorun olarak görmek, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, yasalardaki boşlukları ve eğitim sistemimizdeki eksikleri tartışmak yerine, “idam gelsin, sapıkları sallandırın, tüm köyü yakın, sanıkları cezaevlerinde öldürün” gibi ajitatif ve intikamcı taleplerle kronik bir soruna çözüm üretecekleri yanılsamasına kapılıyorlar.
Oysa ne Narin Güran cinayeti ne de Sıla bebeğin uğradığı cinsel şiddet münferit.
Bir yılda 242 bin 875 çocuk mağdur edildi
TÜİK’in verilerine göre; 2023 yılında güvenlik birimlerine giden veya götürülen çocukların karıştığı olay sayısı 537 bin 583. Bu olaylarda çocukların 242 bin 875’i mağdur olarak, 178 bin 834’ü suça sürüklenme sebebiyle (kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiasıyla), 84 bin 751’i bilgisine başvurma amacıyla, 15 bin 716’sı kayıp (hakkında kayıp müracaatı yapılıp daha sonra bulunan) olması sebebiyle, 11 bin 179’u kabahat işlediği iddiasıyla, 4 bin 228’i ise bunların dışında kalan diğer nedenlerden dolayı güvenlik birimlerine gitti veya götürüldü.
Güvenlik birimlerine mağdur olarak giden 242 bin 875 çocuğun yüzde 89,7’sini suç mağduru, yüzde 10,2’sini takibi gereken olay mağduru çocuklar oluşturdu. Güvenlik birimlerine suç mağduru olarak giden veya götürülen 217 bin 915 çocuğun yüzde 61,3’ü yaralama, yüzde 11,8’i cinsel suçlar, yüzde 8,6’sı aile düzenine karşı suçlar, yüzde 4,4’ü tehdit, yüzde 13,9’u ise bunların dışında kalan diğer nedenlerden dolayı mağdur oldu.
Yine TÜİK’in 2023 verilerine göre Türkiye’de 22,2 milyon çocuk yaşıyor. Aynı yıl içerisinde 16-17 yaş aralığında 10 bin 471 kız çocuğu zorla evlendirildi ve en az 2 milyon çocuk iş gücüne katıldı.
Bakın, yalnızca kayıtlara yansıyan rakamlara göre; 2023 yılında, dile kolay, tam 242 bin 875 çocuk mağdur edildi.
Yakın geçmişteki vakalar
Halen şiddet ve istismar vakalarının münferit olduğuna inananlar için sadece son birkaç yılda medyaya yansıyan çocuk istismarı ve çocuk cinayeti vakalarına da göz atabiliriz.
> 2006 yılında İzmir’in Menderes ilçesinde 17 aylık bebek N.N.B., üç erkek tarafından defalarca istismara ve işkenceye uğradı.
> 2010 yılında Siirt’in Pervari ilçesinde 2 ve 3 yaşlarındaki iki bebeğe, 8 oğlan çocuk tecavüz etti, bebeklerden biri öldü.
> 2016 yılında Suriyeli 9 aylık bebek, Gaziantep’in Islahiye ilçesinde istismara uğradı.
> 2017 yılında Van’da 38 günlük erkek bebek, iki erkek tarafından istismara uğradı. Bebek öldü.
> 2017 yılında İzmir’de 15 yaşındaki ikiz kız kardeşler E.K ve S.K.nın, babaları tarafından istismara uğradığı ortaya çıktı.
> 2017 yılında Diyarbakır’da L.K. (21), N.K. (16) ve F.K. (14) öz babaları tarafından istismara uğradı.
> 2018 yılında Ağrı’da 4 yaşındaki Leyla Aydemir, aile bireyleri tarafından kaçırılarak öldürüldü.
> 2018 yılında Antalya’da A.K.nın, 10 yaşından 14 yaşına kadar üvey babasının istismarına uğradığı anlaşıldı.
> 2019 yılında Afyonkarahisar’da A.Ş. ve H.Ş. kardeşler, ağabeyleri tarafından dört yıl boyunca tecavüze uğradıktan sonra A.Ş.nin hamile kalması sonucu öldürüldü.
> 2019 yılında Kayseri’de bir kız çocuğunun, 9 yaşından 29 yaşına kadar babası tarafından istismara uğradığı ortaya çıktı.
> 2020 yılında İzmir’de engelli S.G.nin, 6 yaşından 10 yaşına kadar kuzeni tarafından istismara uğradığı ortaya çıktı.
> 2021 yılında İzmir’de iki kız kardeş E.D ve S.D. öz babaları tarafından istismara uğradı.
> 2021 yılında Iğdır’da 11 yaşındaki kız çocuğu, öz babasının istismarına uğradı.
> 2021 yılında Mersin’de üç kız kardeşin, babaları tarafından istismara uğradığı ortaya çıktı.
> 2021 yılında Mersin’de 3 yaşındaki Müslüme Yağal, dedesi tarafından istismara uğrayarak öldürüldü.
> 2023 yılında Zonguldak’ta 2 yaşındaki N. ve 8 yaşındaki ablası, bir erkeğin istismarına uğradı. 2 yaşındaki N. öldü.
> 2023 yılında Iğdır’da 14 yaşındaki kız çocuğu, beş erkeğin istismarına uğradı ve öldürüldü.
> 2023 yılında Zonguldak’ta bir kız çocuğunun, 11 yaşından itibaren dokuz yıl boyunca babası tarafından istismara uğradığı ortaya çıktı.
> 2024 yılında Bursa’da 15 yaşındaki R.K.nın öz babası tarafından yıllarca istismar edildiği ortaya çıktı.
> 2024 yılında Narin Güran ve Sıla bebek…
Hatırlatalım, saydıklarımız sadece açığa çıkmış ve adli kayıtlara geçmiş bazı vakalar. Aile içinde ve dört duvar arasında yaşanan pek çok vakanın çeşitli yöntemlerle dışarıya sızdırılmadığı, dolayısıyla kayıtlara geçmediği de düşünüldüğünde tablo daha vahim hale geliyor.
Şimdi, “Çocukları koruyoruz.” demenin ya da Narin’le Sıla vakalarını münferit göstermeye çalışmanın ne kadar anlamsız ve gerçekdışı olduğu daha iyi anlaşılmıştır umarım.
“Kutsal aile” neden dokunulmaz?
Tüm bunlar elbette, hiç de kutsal olmayan aile kavramını tartışmaya açar, açmalıdır.
Bünyesinde her türlü zaafı taşıyan insan malzemesinden oluşan ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle erkeğin hakimiyetinde şekillenen hiçbir kurum kutsal değildir, olamaz. Bireyleri, öncelikle çocukları ve kadınları korumak yerine, kurumları kutsamayı ve aileyi dokunulmaz kılmayı ısrarla tercih eden devlet mekanizmaları, bu formülün özünde devleti ve sistemi de kutsallaştırıp, eleştiriden muaf ve dokunulmaz kılacağının farkında. Bu yüzden aynı nakaratı tekrarlamaktan hiç vazgeçmiyorlar.
Bizler içinse durum farklı. 2014’te yapılan Türkiye’de Aile İçi Şiddet araştırmasına göre; 15 yaşından önce cinsel istismara uğrayan kadınların oranı yüzde 9. Bu sadece, yaşadığı istismarı saklamayanların oranı tabii. Çünkü ailenin özel alan sayılarak yasalardan ve devlet denetiminden azade tutulması, dört duvar arasında çocuğa karşı işlenen suçlarda kanıt, tanık, delil bulmanın zorluğu, geleneksel cinsiyet normları nedeniyle “Kol kırılır, yen içinde kalır.” düsturunun varlığı, ülkemizdeki feodal, hiyerarşik aile yapılanmaları ve tarikat, cemaat, örgüt aidiyetlerinde çocukların maruz kaldıkları saldırılar, sorunun boyutunun resmî kayıtlarda yer almasını engelliyor.
Bu nedenle “birileri” çok rahatsız olsa da toplumda yaşanan tartışmayı acilen Narin ekseninden çıkarıp, sorunu tüm boyutlarıyla ele almak zorundayız. Zira medyaya yansıyan her çocuk istismarını ve çocuk cinayetini “münferit, sapıklık, alçaklık” olarak adlandırıp intikam odaklı “çözümler” isteyenlere sesiz kalmak, aysbergin görünmeyen yanını daha da büyütüyor.
Ne yapmalı?
> Çocuk istismarı ve çocuk cinayetlerinin tek tek bağımsız vakalar olmaktan çok, toplumsal bir sorun olduğu, gündeme getirilmeli. Narin vakasından da hareketle artık istismar ve cinayetler, münferit görülmekten çıkarılmalı.
> Aile içi, özel alan sayılmamalı ve aile içinde işlenen suçlar, kamusal alana, devlet denetimine açılmalı.
*Çocuklar ailenin malı olarak görülmemeli ve sistem, doğumdan itibaren çocukların vatandaşlık haklarını tanımalı.
> Gelinen noktada toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin varlığı sistem tarafından da kabul edilip, kadın ve çocuğun bu normlar çerçevesinde ezildikleri gerçeği tartışılmalı ve bu kapsamda denetimlerle iyileştirmeler hayata geçirilmeli.
> Eğitim sistemi ve müfredatlar, dinsel aidiyetle aile kurumuna biat içeriğinden arındırılıp etik erdemlere ağırlık verilmeli ve çocuk istismarıyla mücadele, eğitimde ciddi bir gündem olarak yer almalı.
> Müfredatlar kapsamında çocuklara, mahrem alanlar ve ev içi saldırılarla istismarlara karşı kendilerini nasıl savunacakları konusunda eğitimler verilmeli…
Elbette daha pek çok şey sayabiliriz ama şimdilik sadece, yukarıdaki genel çözümler dışında hiçbir önlemin, sorunu çözmeyeceğinin altını çizmekle yetinelim.
Toplumun duyarlı kesimleri ise öncelikle; çocuk cinayetleri ve çocuk istismarlarını; “münferit, alçaklık, sapıklık, canilik” terimleriyle adlandırmamakla, intikam çığlıkları atmak yerine, sistemin organize şekilde gizlemeye çalıştığı eşitsizliği ve karanlığı açığa çıkartmak için “Sorunun temeli ne?” sorusunu sormakla ilk adımı atabilir.