Avrupa Parlamentosu seçimleri perşembe günü Hollanda’daki seçim merkezlerinin kapılarını açmasıyla başladı.
Önümüzdeki üç gün boyunca Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülkede birliğin 5 yıl boyunca geleceğini tayin etmede önemli rol oynayacak sınır ötesi bir demokrasi egzersizi ortaya konacak.
Bu süreçte Avrupalı seçmenin hem mali açıdan hem de jeopolitik açıdan yaşadığı kaygı ve endişeler oyunun renginde önemli bir etken olacak.
Yüksek tüketici fiyatları, satın alma gücündeki kayıplar, artan sosyal eşitsizlikler ve durgun ekonomik büyüme, seçmeni sandık başına giderken aklının bir köşesinde yer alacak.
Birlik üyesi dört ülkeyle sınırı olan Ukrayna’da Rusya ile savaşın devam etmesi Avrupalı seçmenlerin oylarını kullanırken Rusya tehdidini de gözardı etmemesini gerektirecek. Rusya’nın birlik ülkeleri üzerinde yarattığı tehlike birçok hükümetin savunma kapasitelerini arttırmak için ek bütçe telaşına düşmesine de neden oluyor.
Seçmenin kararını verirken aklında soru işaretleri doğuran konular sadece bunlarla sınırlı değil.
Zira 2023’te son yedi yılın en yüksek seviyesine ulaşan sığınma başvuruları, iki sene içinde yürürlüğe girecek AB’nin göç reformununhızlı sonuçlar vermesi için baskı oluşturuyor.
Yeşil Anlaşma’yakarşı özellikle çiftçi protestolarında görülen tepki, iklim değişikliğinin kötüleşen etkileriyle iklim hedefinden uzaklaşıldığı uyarısında bulunan raporlarla çelişiyor. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin karşısında rekabet gücünün azalması, AB’nin yetersiz yatırım akışlarını ortaya çıkarıyor ve ortak borçlanma, iş konsolidasyonu ve mali revizyon çağrılarını körüklüyor.
Bu endişeleri, yaşlı kıtada sert tartışmalara yol açan İsrail-Hamas savaşı; yaşlanan ve küçülen bir işgücünün habercisi olan demografik değişimler; hukukun üstünlüğünün göz ardı edilmesi; dış müdahaleler, dezenformasyon ve sabotaj tehditleri ve Slovakya başbakanına yönelik suikast girişimi de dahil olmak üzere siyasetçilere yönelik şok edici saldırılar izliyor.
Uzmanlar ve gözlemciler 2020’lerdeki değişken durumu tanımlamak için “çoklu kriz” terimini yeniden gündeme getiriyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun ifadesiyle bu, “birbirinden farklı krizlerin etkileşim içinde olduğu ve toplam etkinin her bir parçanın tamamını fazlasıyla aştığı” bir olgu.
Kaynayan gerilimler
Bu kasvetli ortamda, tahminen 373 milyon seçmen, görev süreleri beş yılı kapsayacak ve bloğu kuşatan artan zorlukları ele almayı amaçlayan mevzuatı etkileyecek olan 720 Avrupa Parlamentosu Üyesini seçmek üzere sandık başına gidecek.
Bu seçim döngüsünün ana söyleminin sert ve aşırı sağ partilerin yükselişi olması şaşırtıcı değil, zira bu güçler radikal, denenmemiş önerileriyle endişe ve umutsuzluk zamanlarında başarılı olma eğiliminde. Fransa’da Ulusal Cephe, İtalya’da İtalya’nın Kardeşleri, Hollanda’da Özgürlük Partisi, Belçika’da Flaman Menfaati ve Avusturya’da Özgürlük Partisi iyi performans göstermesi ve Brüksel’deki temsiliyetlerini arttırması beklenen partiler arasında yer alıyor.
Liberaller ve yeşillerin sandalye kaybedeceği, sosyalistlerin ise mevcut oy oranlarını koruyacağı düşünüldüğünde, bu eğilimler önümüzdeki dönemde sağa doğru bir dönüşe işaret ediyor. Bu da son beş yıldaki iddialı yasama hamlelerinin tekrarlanmasını zorlaştıracak ya da imkansız hale getirecek.
Ancak aşırı sağın ne kadar etkili olacağını tahmin etmek oldukça zor.
Zira Almanya için Alternatif’in (AfD) Avrupa Parlamentosu’ndaki aşırı sağcı Identity & Democracy (ID) grubundan ihraç edilmesi, seçimlere aday partinin liderinin tüm SS üyelerinin suçlu olmadığını söylemesinin ardından, Yeşil Anlaşma ve göç konusundaki ortak görüşlerine rağmen Ukrayna, Rusya, NATO ve Çin gibi diğer önemli konularda hala anlaşmazlık içinde olan milliyetçi gruplar arasındaki çatlakları ortaya çıkardı.
AfD fiyaskosu, aşırı sağ partilerin önümüzdeki yasama döneminde kendilerini nasıl yeniden organize edeceğine dair spekülasyonların artmasına neden olurken, tüm gözler İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’ye döndü. Fransa’dan Marine Le Pen ve Macaristan’dan Viktor Orban, kolaylıkla ikinci büyük parti haline gelebilecek daha geniş bir milliyetçi ve Avrupa şüpheci güçler grubu kurmak için başbakana lobi faaliyetlerinde bulunuyor.
Meloni’nin artan etkisi ana akıma da yayılmış durumda. Avrupa Komisyonu’nun tepesinde ikinci bir dönem için yarışan Ursula von der Leyen, AP üyelerinin başkanın lehine oy kullanmasını sağlamak için İtalyan liderle temaslarda bulundu. Ancak bu girişim, von der Leyen’in yeniden atanması için ihtiyaç duyduğu merkez partilerde geri tepme riski taşıyor.
Seçimlerde Avrupa yanlısı partilerden oluşan geleneksel “büyük koalisyonun” iktidar çoğunluğunu koruması beklenirken, en büyük oluşum olan EPP, duruma göre sağındakilerle ittifak yaparak bu kalıcı düzenlemeyi tek başına raydan çıkarabilir. Geçtiğimiz ay EPP, siyasi şiddeti kınayan ve “radikal partilerle hiçbir düzeyde” işbirliği yapmama taahhüdünü içeren ortak bir bildiriyi imzalamayı reddetti . Haftalar sonra, bildiriyi onaylayan liberaller, Hollanda’daki meslektaşlarının Geert Wilders’in aşırı sağıyla bir güç paylaşımı anlaşması yapmasının ardından kargaşaya sürüklendi.
Bu olaylar seçimler öncesinde gerilimi tırmandırdı, rakipler arasında sert suçlamalara yol açtı. Bu gerginlik, von der Leyen’in eylül ayında, yeni Avrupa Parlamentosu’nun ilk siyasi sınavı olan ve muhtemelen blok tarihinin en tartışmalı olacak (olası) onay duruşmasıyla doruğa ulaşacak.
Ancak tüm bunlar gerçekleşmeden önce Avrupalıların oy kullanması gerekiyor.
/euronews/