Bilinçaltı, Sigmund Freund’un psikanaliz kuramında geliştirdiği bir kavramdır. Buna göre; bilinç yapısı ikili bir nitelik taşır. Yani görülen bilinç durumlarının gerisinde, çok daha derinde ve görünmez bir bölgede işleyen başka bir yapı daha söz konusudur.
Bu bölgenin adı bilinçaltıdır ve bilinç durumunu etkileyen asıl şey bu yapıdır.
Freud’un bilinçaltı ile ilgili imgelemeyi güçlendiren bir yorumu vardır. Freud bilinci okyanustaki buz dağına benzetir. Suyun altında kalan kısım ise bilinçaltı. Su yüzeyinde kalan kısım bilinçtir. Bilincimiz saniyede 5-9 adet veri alabiliyorken,bilinçaltımız saniyede 3 milyon veri alabiliyor!
Bilinçaltımız devasa bir kütüphanedir. Tüm bilgiler, veriler burada toplanır. Yaşam tarzı,kişilik özellikleri,inanç veya alışkanlıkların şekillenmesinde belirleyicidir. Yani kısacası bilinçaltımızın yönlendirmeleri ile şekillenen bir bilinç haline sahibiz. Bu da bize özgür seçim ve özgür iradenin bilinçaltımızın yönlendirmelerinden ibaret olduğunu söylemektedir.
Tabi bu çelişkili durum felsefecilerin ve psikanalistlerin uzmanlık alanı. Beni asıl ilgilendiren bilinçaltımızı hedef alan subliminal mesajlar ve bu mesajların amaçları olacaktır.
Subliminal mesaj: Başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır. Normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o anda fark edilmemek üzere tasarlanmıştır.
Subliminal mesajların tarihçesi 1900’lü yıllara dayansa da,toplumsal anlamda yaygın kullanımı 1950’li yıllardır. Kamuoyu ilk olarak bu çalışmayı 1950’li yıllarda duydu. Amerikalı James Vicary adlı reklamcılık uzmanı, sinema salonlarında yaptığı bir deney sonucu patlamış mısır ve kola satışlarının arttığını iddia etti. Bu deneyde film perdede oynarken, saliselik görüntüler hâlinde gözle görülemeyen gizli kareler ve gizli mesajlarda, “patlamış mısır ye” ve “Kola iç” sloganları çıkıyordu. Seyirci bu sloganları bilinciyle algılayamadığı hâlde, bilinçaltına hitap eden bu sloganlar neticesinde kola satışlarının yüzde 18.1, patlamış mısır satışlarının ise yüzde 57.7 arttığı görüldü.
Bu şekilde, bilinçaltına yönelmenin reklamın etkinliğini artırmada daha işlevsel olduğu görülmüştür. İşte o gün bugündür uygulanan 25’inci kareler sâdece bir insanı ya da bir topluluğu değil ; bütün insanlığı etkileme kontrol ve yönlendirme amaçlı kullanılmaktadır.
Bu yöntem bir ürünün reklamını yapmaktan, bir inancın ya da görüşün propagandasını yapmaya kadar varan geniş bir yelpazede kullanılmaktadır. Görsel ve işitsel olarak (şuurlu) algılananlar değil ; bilinçaltı seviyesinde algılanan söz, resim, görüntü ve şekillerden oluşur.
Bunlardan en çok kullanılan dijital ses dosyalarına gizlenen ses mesajlardır. Üzerinde oynanabilirliği ve işlenilmesi ve yayılması daha kolay olduğundan MP3 dosyalarındır.
İnsan kulağı sadece belirli frekans aralıklarındaki sesleri duyabilir. Eğer siz bir müzik parçasını rahatça duyabiliyorsanız, bu sizin duyabileceğiniz frekans aralığında olduğunu gösterir. İnsan beyninin algısı ise, bundan daha düşük ya da daha yüksek frekansları algılayabilecek kapasitededir.
Dikkat ediniz; “duyabilecek” demiyoruz, algılayabilecek diyoruz. Yani, kulağımız ancak belirli bir frekans aralığındaki sesleri duyabilir. Fakat beynimiz bu aralığın çok daha ötesindeki sesleri algılar, hisseder.
Örneğin, en korkunç uygulamalardan sadece biri de şudur; Amerika, Irak’ı işgal etmeden önce bir yıl boyunca (daha fazla da olabilir) Irak radyolarında Kur’an yayınının altından, çok düşük bir frekansta, kulakla duyulmayan, ancak dimağla algılanarak Iraklıların bilinçaltına gönderilen, ‘direnmeniz faydasız” gibi mesajlar verilmiştir. Bir ülke işte bu şekilde bilinçaltı mesajlar ile işgâle hazır edilmiştir…
Kişinin bilinçaltına subliminal mesaj göndermenin birçok yolu olduğunu söylemiştik. Bunlardan biri de 25’inci Kare tekniğidir. Peki nedir bu 25’inci Kare? Gördüğümüz bir ânlık görüntü, 655 satır ve frame/çerçeve denilen 24 küçücük kareden oluşur. Sinema bandında, saat, dakika, saniye olarak bir diziliş vardır. Saniyeden sonra kare gelir ve bir saniye 24 karedir. Her 24 kare ise bir ekran büyüklüğündeki kareyi oluşturur. Her 327.5 satırda bir de “control-track” denilen aralık vardır. İşte bu aralıktaki görüntüler kesilip, aralarına başka görüntüler atılarak 25’inci kare oluşturulur.
Bu son kare olan 25’inci kare ânlıktır. Yani görüntü saniyede 1/24 olacakken, bu 1/25’e çıkar. Kareler 25 olunca bir anda bir görüntü gelir ve anında kaybolur. Genellikle görünmez, daha doğrusu görülür ama şuuraltında kalır. 25 karenin temel mantığı da mesajı şuur-altına göndermek olduğu için, artık dünya sinema sanayinde bu tekniği kullanmayan yok gibidir.
Yani siz evinizde rahat koltuklarınıza oturup herhangi bir televizyon kanalındaki herhangi bir dizi/ film ya da bir belgeseli seyrederken aynı zamanda 25 karelerle şuur-altınıza gönderilen mesajlara/ telkinlere/ saldırılara maruz kalabiliyorsunuz. Göz bunları görmüyor ama saniyenin 3 binde biri gibi bir zaman aralığında bu görüntü bilinçaltına ulaşıyor.
Bu gizli mesajlar sayesinde, o reklamı, diziyi, filmi ya da herhangi bir resmi hazırlayan kişi/ yapımcı/ yönetmen kendi hedefine, niyetine ve ideolojisine göre vermek istediği mesajı 25’inci Kare’lerle şuuraltına göndermiş oluyor.
Asıl hedef çocuklar
Subliminal teknolojisi maalesef çizgi filmlerde, şarkılarda, reklam panolarında, filmlerde yasal olmayan bir şekilde kullanılıyor. Çocuklara sevgiyi kardeşliği öğütleyen masum zannettiğimiz çizgi filmlerin arasına pornografik resimler, şiddet unsuru içeren görüntüler bu teknolojiyle saklanıyor. Çocuğumuz fark etmeden o görüntüleri beynine konuk ediyor ve şahsiyetinin oluştuğu o en ciddî yaş dilimde (sıfır-yedi yaş arası) bu görüntüler içeride şuur-altında hapsoluyor.
Artık siz siz olun her gördüğünüz ve duyduğunuza çok dikkat edin. Özellikle Disney, yaptığı çizgi filmlerde cinsellik temasını yıllardır çocuklarımızın bilinçaltına kazımıştır.
Bugün Avrupa’da cinsel ilişki yaşı gittikçe düşüyor. Bu birçok ülkede 12 yaşlarına inmiş durumda. Tek bu da değil tabi,bununla birlikte,mükemmel olma duygusu,fiziksel yapısından hoşnutsuzluk, asosyallik ve daha birçok sosyal-psikolojik sorunları da ekleyebiliriz.
Bu durumun ortaya çıkardığı sorunları çözmek için,yüzeysel çözümlere değil kalıcı çözümlere ihtiyaç var. Ne yazık ki bizleri yönetenlerin bu sorunlar karşısındaki samimiyetsiz çabaları birer politik makyaj malzemesinden öteye bir anlam taşımıyor…
Toplumsal anlamda farkındalık arttıkça bu yozlaşmaların önüne geçilebilinir. Bilgi sahibi olmak önemlidir,ama alışkanlıklar değişmediği sürece, elde edilen bilgiler,yapılan araştırma ve sonuçlarının ne anlamı olabilir ki….
(Kaynak: Vikipedia, google,makale bilinçaltına telkinler, psychologtoday.com,the guardian,mystic message teknologie)