Coğrafya kaderin değilde, tercihin olsaydı eğer, Türkiye’de yaşayan toplumların büyük bir çoğunluğu batıyı seçerdi, her ne kadar üç tarafı denizlerle çevrili, muhteşem doğası ve iklimi olsada.
İnsanları kadere göre değilde, tercihe göre yaşama ayrımına getiren şeyler o coğrafyayı nasıl hükmettiğin ve nasıl yönettiğinle alakalıdır. Yönetim sorunu öyle köklü bir sorun ki bu topraklarda tanrının laneti gibi çökmüş tüm halkların üzerine; ne yapsan değişmiyor, ne yapsan da çözülemiyor, gelen gideni aratıyor. Tam bu sefer değişim başlıyor demeye başlarken, bir bakıyorsun bir 10 yıl daha geri gitmişsin.
Bunun nedenleri üzerine onlarca kitap yazıldı, yüzlerce analiz yapıldı, milyonlarca seminer düzenlendi ve milyarlarca köşe yazıları yazıldı ama sağcısından solcusuna, orta yolcusundan radikaline her kesimin kendi penceresinden oluşturduğu bakış açısı, kendileri ve yandaşlarından başka kimseyi ikna etmeye yetmedi. Bu kısır döngü halen devam ediyor ve bir süre daha devam da edeceğe benziyor.
Temel sorun düşünce biçiminde Kuantum kuramı bize der ki, fizikte tarih kendini tekrarlamaz, güçlükler ve problemlerin çokluğu bizi bir çıkmaza sürüklemişse eğer, bunun nedeni uyguladığımız yöntemlerin, daha önce uyguladıklarımıza benzer yöntemler olmasıdır. Tarihsel deneyimleri esas alarak benzer yöntemlerle bugünün sorunlarını çözmeye çalışmak, girdaba tutulmak gibidir, debelendikçe dibe çeker, dibi bulduktan sonra yaşam vasıfların bitmiştir ve tekrar aynı yoldan döne döne yüzeye cesedini fırlatır.
Türkiye değişim sinyalini 60’larda Menderes, 80’lerde Özal ile, 2000’lerde ise Erdoğan’la hissetti. Üç akım da kısa sürede kitleselleşti. Sonları aynı olmasada beklentileri boşa çıkarmada aynı sonuca ulaştılar.
Adnan Menderes’in şansızlığı 60’lı yıllarda iletişim teknolojisinin zayıf oluşuydu. Günümüzde yaşasaydı büyük bir ihtimalle hayatta olur, Erdoğan’ın yolundan devam ederdi. O dönem sosyal medya, telefon takip gizli kamera çekimleri gelişkin olsaydı, metresi ile yaşadığı şehvetli aşk ilişkisi görüntüleri onu teslim almaya yeterdi ya da telefon kayıtları.. Tabi ki o dönemde istihbaratın böyle teknolojileri vardı, kayıtları da belki vardır ama bugünkü gibi bir sosyal medya ağı yoktu. Onu destekleyen kitlelerin düşüncelerini bir anda değiştirebilecek o imkan yoktu o yüzden kolay yoldan tasfiye edildi, darbe ile. Günümüzde bu yöntem pek kullanılmıyor. Nedeni de yüzü astarından pahalı da o yüzden. Artık teknoloji ilerlemiş siyasetçileri esir almak çok kolay, birkaç tanesini gördük, görmediklerimiz ise daha fazla.
Toplum bıkkınlık ve yılgınlık içerisinde bir çıkış ararken, çaldığı her kapıdan eli boş dönüyor. Beyaz Türkler ellerini ovuşturup erken seçim için bastırırken, iktidar ömrünü uzatmanın hesaplarını yapıyor. Beyaz olmayan Türkler ise ne yaparsa yine AKP yapar umudu ile mevcut olana sarılmış durumda.
Kürtler ise her ikisinden de hiçbir umudu olmamasına rağmen ikisi arasında bir seçime zorlanıyor ki kendi yolunu bulamıyor, bulmasına da fırsat verilmiyor.
Bizim cephede ise değişen bir şey yok. Eski siyaset anlayışı uslüp ve yöntemlerle devam ediyor. 30, 40 yıldan bu yana oluşan statüler bir üst aşamaya sıçrayabilmek için sıra bekliyor. Bu paradigma ile nasıl olur bilinmez, birimiz Baas’ın yolundan, diğerimiz Kemalistlerin yolundan dört nala ilerlerken, her an tasfiye olma tehlikesi demoklesin kılıcı gibi kafamızın üstünde sallanmaya devam ediyor…
Coğrafya kader değil de tercih olsaydı şayet sorunu çözmek için yola çıkan ancak zaman içinde kendisi sorun haline gelen Türk siyasetinin ömrü bu kadar uzun olmaz, toplam her defasında aldatılmaz, hayal kırıklığı yaşamazdı.
Coğrafya kader değil de tercih olsaydı şayet dört parça Kürt siyaseti böylesine dağınık, bölük pörçük olmaz, bu denli hoyrat davranmazdı.