Bakırhan: İsrail’i eleştirenler Netanyahu’nun Gazze’de yaptıklarının aynısını Rojava’da yapıyor

GündemPolitika

HEDEP Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, haftalık Meclis Grup Toplantısında yaptığı konuşmada gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Bakırhan, şunları söyledi:

Değerli kurum temsilcileri, değerli halkımız, çalışma arkadaşlarım, danışman arkadaşlarım basın emekçileri; hoş geldiniz, hepinizi selamlıyorum. Eşitlik, adalet, insanca yaşam için fabrikalarda, öğrenci yurtlarında, üniversitelerde mücadele eden çok değerli emekçileri de selamlıyorum. Yine binbir türlü baskı ve zulme rağmen umut, özgürlük ve adalet diyen ve bize büyük güç ve destek veren cezaevlerindeki yoldaşlarımı da saygıyla selamlıyorum. Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden 100 yıl geçti. Cumhuriyet kurulduğu günden bu yana 100 yıl atlattık. Ancak maalesef bu cumhuriyet biz Kürtler, Aleviler ve emekçiler için başarılı bir sınav vermedi. 100 yıllık cumhuriyet döneminde eşitlikten, adaletten, insanca yaşamdan, barıştan bahsetmek çok mümkün değil. Bu nedenle cumhuriyetin bu 100 yılı biz ötekileştirilenler için gerçekten zor oldu.

Cumhuriyetin ilk yüzyılında Kürt-Türk kardeşliği çok büyük darbeler aldı

Şimdi burada cumhuriyetin 100 yıllık muhasebesini yapıp cumhuriyetten elimize ne kaldığını hep birlikte görelim diye bir konuşma yapmaya çalışacağım. Cumhuriyetin bu 100 yılında en başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere bütün farklı etnik ve inanç grupları asimile edilmeye çalışıldı, inkar edildi, ret edildi; yüzyıllardır devam eden Kürt-Türk kardeşliği aslında çok büyük darbeler yedi. Kürt-Türk ilişkilerinin zedelenmesi tüm ülkenin tamamının yaşamına acı, yokluk ve savaş olarak yansıdı. Birçok yıkıma yol açtı. Cumhuriyetin bu 100 yılı darbelerle geçti. Aynı zamanda büyük katliamlarla da geçti. Cumhuriyetin bu 100 yılı başta Şeyh Sait, Koçgiri, Zilan, Dersim, Maraş, Gazi, Sivas, Roboski, Ankara Garı, Suruç, Antep ve adını daha sayamadığımız onlarca katliamla geçti. Cumhuriyetin birinci yüzyılı maalesef farklılıkları tek tip vatandaş yapma dayatmasıyla geçti. Kürdün dilini ve kimliğini inkarla geçti. Kürdün köyünü yakmakla, yaylalarını yasaklamakla geçti. Kürdü yerinden yurdundan etmekle geçti. Ölümle, zindanla, sürgünlerle geçti. On binlerce faili meçhul cinayetle, darbelerle ve son yaşadığımız OHAL rejimi ve kayyımlarla geçti. Çok demokratik geçtiğini maalesef söyleyemeyiz. Buna benzer anti demokratik uygulamaları sıralayabiliriz ama vaktimiz yeterli değil.

Cumhuriyetin ilk yüzyılı annelere çocuklarının cenazelerinin kargoyla verilmesiyle geçti

Cumhuriyetin birinci yüzyılında Kürtçe halay yasak, Meclis’te bilinmeyen bir dil olarak geçiyor, düğünlerde Kürtçe türkü söylemek ve halay çekmek yasak. En son Eskişehir’de Kürtçe türkü söylendiği için onlarca insanımız gözaltına alındı. Cumhuriyetin birinci yüzyılı Emin Soyal şahsında nasıl işlediğini en iyi şekilde ortaya koyuyor. Emin Soyal 78 yaşında yüzde 91 engelli ve kalbinde pil taşıyan yoksul bir Kürt emekçisidir. İşte birinci yüzyılı onun gibi olanların tutuklanmasıyla geçti. Sincan Cezaevinde tutuklulara Kürtçe türkü söyledikleri ve halay çektikleri için disiplin cezaları verilmesiyle geçti. Bu disiplin cezaları aynı zamanda infazlarının yakılması için gerekçe yapıldı. Cumhuriyetin 100 yılı annelere çocuklarının cenazelerinin kargo ile verilmesiyle geçti. Maalesef bunları konuşmak üzücü ama bazı şeyleri tekrar etmekte yarar. Cumhuriyetin 100 yılında sadece barış istiyoruz dedikleri için onlarca akademisyenin görevine son verildi. Kadın hakları hiç olmadığı kadar kısıtlandı. Kadınların mücadele ile yaratmış olduğu başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere birçok hakları gasp edildi. İşçilerin ve emekçilerin adil ücret talepleri baskıyla karşılandı. İşçiler ve emekçiler artık haklarını aramak için bir araya gelemiyorlar. Tutuklamalarla, cezalarla ve işten atılmalarla karşı karşıya kalıyorlar.

100 yıllık cumhuriyet tekçi ve otoriterdir

Cumhuriyetin 100 yılında hiç olmadığı kadar doğa talan edildi, sermayeye peşkeş çekildi. Halkın bütçesi olarak oluşturulan bütçeler savaşlara, bastırmaya, inkara ve imhaya harcandı.
100 yıldır yaşadığımız bu duruma en iyi örnek cumhuriyetin 100. yılında Şırnak sokaklarında askerlerin silahları ve dipçikleriyle yürümesidir. Giresun’da, Bolu’da, Samsun’da cumhuriyetin 100. yılı için konser verenler, Şırnak’ta dipçikle ve asker postallarıyla biz Kürtlere ve bölgeye nasıl yaklaşıldığının, nasıl ikili bir siyaset izlendiğini gösteriyor. Bunlar saya saya bitmez, o yüzden özetle dile getirmeye çalıştım.

Bu yüzyılın son 20 yılı AKP-MHP iktidarı döneminde geçti. Ancak AKP-MHP iktidarı önceki 80 yıldan daha farklı değildi. Hatta daha ayrımcı, inkar politikalarını en üst seviyeye çıkaran ve bunları katmerleştiren katı bir siyaset izledi. AKP-MHP iktidarı döneminde her alanda tekçilik dayatıldı ve bütün kamu kurumları buna göre dizayn edildi. Yüzyıllık cumhuriyet tekçi ve otoriterdir. Demokratik olmayan cumhuriyet biçimsel olmaktan öteye geçmedi, geçemez de. Geride bıraktığımız yüzyılın muhasebesiyle elimizde kalan ne diye sorarsanız; demokrasiden uzak sözde bir cumhuriyet kaldı.

Kürt sorunu 100 yıldır çözümsüz

Kürt sorunu yüz yıldır çözümsüz. Bu iktidar Kürtlerin hiçbir coğrafyada kazanımlarına tahammül etmiyor. Türkiye’de demokrasi ve barışın hayata geçmesini engellemek için de İmralı’da kendi anayasa ve yasalarını hiçe sayarak mutlak bir tecrit uyguluyor. Tecridin bu ülkeye, demokrasi ve barışa bir yarar sunmadığını defalarca dile getirdik, dile getirmeye devam edeceğiz. Tecrit daha fazla kavga, ölüm ve yoksulluk demektir. Biz bu mutlak tecride son vermek için arkadaşlarımızla elimizden gelen bütün çabayı ortaya koyacağız. Hukuksuzluğu ortadan kaldırmak için elimizden geleni yapacağımızın sözünü veriyoruz.

 

Cumhuriyet Gültan Kışanak şahsında daha iyi özetlenebilir

Cumhuriyet’in ilk yüzyılı Gültan Kışanak şahsında daha iyi özetlenebilir. Gültan Kışanak, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı iken alındı, 7 yılı aşkın süredir cezaevinde. Bu devletin kendi anti-demokratik yasalarına göre en uzun tutukluluk süresi 7 yıl olmasına rağmen, 7 yılı aşkın süredir tutuklu yargılanan, henüz hüküm almamış Kışanak içeridedir. Buradan bir kez daha yargıya, bu kararı verenlere, kendi hukukunu çiğneyenlere seslenmek istiyoruz; Gültan Kışanak bu halkın iradesidir, seçilmiş temsilcisidir ve derhal serbest bırakılmalıdır. Yine geçmişte birçok milletvekilimiz aynı şekilde alındı, hala tutsak. TİP Milletvekili Can Atalay şahsında da hukuk katledilmektedir. Göklere çıkardıkları, en son karar merci olarak saydıkları AYM bakın bir karar verdi. Can Atalay’ın dokunulmazlığı olduğunu ve yargılamasının da milletvekilliği sürecinin sonrasına bırakılması gerektiğini söyledi ve derhal serbest bırakılmasını istedi. Ancak 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi AYM’yi hiçe sayarak Can Atalay’ın serbest kalmaması için dosyayı Yargıtay’a iletti. Buradan Can Atalay’ın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz ve bu konuda üzerimize düşeni yapacağız. Şimdi biz AYM kararlarına mı inanacağız, 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesinin kararlarına mı, Yargıtay’a mı?

Cumhuriyetin ikinci yüzyılı birinci yüzyılı gibi olmasın

Bunun cevabını yeni anayasa tartışmaları yürüten hükümet bir zahmet söylesin. AYM ne işe yarar? Bir işe yarıyorsa, 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi ne yapıyor? Bu haksız hukuksuz tutuklamaları yapan ve siyasi iradenin düşüncelerine denk düşen kararları veren yargıçları ve mahkemeleri unutmayacağız. Türkiye demokratikleştiği zaman bu kararların arkasında olanlar, haksızlık ve hukuksuzluğu olan herkes demokratik mahkemelerde yargılanacaktır. Bunun olması için elimizden geleni ortaya koyacağız. Birinci yüzyıl bizim için karanlık ve zor bir yüzyıl oldu. Ancak bütün bu zorluklarına rağmen direndik, mücadele ettik ve buna devam edeceğiz. Şimdi size bir soru sormak istiyorum. Cumhuriyetin birinci yüzyılı böyle ama ikinci yüzyılı nasıl olsun? Tabii ki ikinci yüzyılı birinci yüzyıl gibi olmasın; daha demokratik, daha kapsayıcı, daha eşitlikçi olsun. Kürdün dilinden dolayı asimile edilmediği, Alevi ve diğer inanç gruplarının inançlarını yaşadığı, emekçinin hakkını aldığı bir yüzyıl olması için de hep birlikte bu kronikleşen sorunları önlememiz gerekiyor.

Kürt sorunu çözülmeden Türkiye demokratikleşemez

Demokratik bir yönetim ve hak temelli bir yaşam aynı zamanda Kürt sorununun siyasi çözümünden geçer. Kürt sorunu çözülmeden Türkiye demokratikleşemez. Bizim savunduğumuz Demokratik Cumhuriyet tekçiliğe karşı çoğulculuğu savunur, farklılıkların kabulünü ve yasal güvenceye alınmasını savunur. MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin dediği gibi değildir. Bahçeli bugün Demokratik Cumhuriyeti savunmanın bile örgüt üyesi olmakla aynı olduğunu anlatmaya çalıştı. Bahçeli demişken birkaç gün önce Sayın Sakık’ın Genel Kurul’da yapmış olduğu konuşmadan sonra Meclis Başkanvekilinin kullandığı sözleri bir kez daha kınamak istiyorum. Bizler Bahçeli’den özür beklerken, maalesef o kendi vekiline ve sarf etmiş olduğu sözlere sahip çıktı. MHP Genel Başkanı aslında kendi vekiline sahip çıkarak bize bir gerçekliğini daha gösterdi.

Mafya ve suç örgütüyle poz verenlerin siyaseten bize söyleyecek sözleri olamaz

Bunların hakaretten, küfürden, anti demokratik uygulamaları savunmaktan başka işleri yok. Küfür ve hakaretleri bunların konuşmalarından çıkarırsanız geriye bir şey kalmaz. Bu bahsettiğimiz sorunlara çözüm yok. Bugüne kadar duydunuz mu? Bahçeli’nin emek, Kürt meselesi, yoksulluk, yolsuzlukla ilgili bir çözüm önerisi sunduğunu. Parmak sallarlar, küfür ederler ama çözümleri yoktur, toplumla bağları da yoktur. Ülkedeki her türlü mafya ve suç örgütüyle poz verenlerin siyaseten bizlere sözleri olamaz. Ancak Meclis kirli sözlerin sarf edildiği bir platform değildir. Meclis küfür edilen bir mekan değildir. Böyle bir meclis Türkiye halklarının iradesi olamaz. Kalkıp tehdit ediyor, yetmezmiş gibi Celal Adan’ı sahiplenmeye çalışıyor. Evet, balık baştan kokar zaten. Başka bir şey beklemek de saflık olur. İnsanın ağzına alamayacağı sözler için Devlet Bahçeli “İsabetli sözlerdir” diyor. Yaw de here, li karê xwe mêze bike diyoruz Bahçeli’ye.

Böyle bir meclis başkanvekilini tanımıyoruz, haddinizi bilin!

Suçlarını kaba konuşmalarla örtmeye çalışıyorlar. Biz böyle bir meclis başkanvekilini tanımıyoruz. Meclis küfürbaz bir meclis başkanvekilini hak etmiyor. Halkımız da çocuklarımız da hak etmiyor. Adan bir an önce istifa etmelidir. Bu durumu iyi açıklayan bir söz var. Bir ermişe sormuşlar, en çok neyi bilirsiniz. O da demiş ki haddimi bilirim. Biz de diyoruz ki haddinizi bilin, haddinizi bilin! Sizden önce de tehdit edenler vardı ama biz dimdik ayaktayız ve halklarımızı savunmaya devam edeceğiz. Sizin arkanızda çeteler ve mafyalar olabilir bizim arkamızda halklarımız var; Türkler, Kürtler, emekçiler var. Bizim parti tarihimiz mücadele tarihidir. Biraz önce dediğim gibi demokratik, adil, eşitlikçi, Kürtlerin eşit yurttaş olduğu Demokratik Cumhuriyeti savunmaya devam edeceğiz. Bunun için mücadele edeceğiz. Biz bedel ödeye ödeye bu noktaya geldik, hiç kimsenin tehditlerine pabuç bırakmayız. Cumhuriyetin demokrasi ile buluşması ve bu toprakların bir halklar bahçesine dönüşmesi için ne gerekiyorsa sorumluluk almaya hazırız. Buna gücümüz de cesaretimiz de var.

Filistin topraklarıyla sınırlı kalmayacak bu savaş bölgeye yayılabilir

Gazze’de yoğunlaşan korkunç savaş başka bir aşamaya geçti. İsrail bir kara operasyonu başlattı. Bu kara operasyonu sonucunda büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. Sirenlerin gölgesinde insanlar cesetlerini ve yaralı canlarını enkazdan çıkarmaya çalışıyorlar. Bombalanan hastaneler, okullar, enerji santralleri, iletişim kanalları, sivil ölümleri ve kan ve gözyaşı ile karşı karşıyayız. Yaşamını yitirenlerin sayısı on binlere ulaştı. Bu vesile ile bir kez daha mazlum Filistin halkı ve yaşamını yitiren İsrailli insanlar için derin üzüntülerimi belirtmek istiyorum. Birleşmiş Milletler acil ateşkes kararı aldı, biz bunu destekliyoruz fakat hala savaş devam ediyor. Tek bir girişim yok, diplomasi yok. Savaş artarak devam ediyor. Dünya izliyor, uluslararası kamuoyu sorumluluk almaktan kaçınıyor.

 

Ortadoğu’da savaşı önlemek hepimizin görevidir

Uluslararası dünya ve kamuoyuna seslenmek istiyorum, BM’ye de seslenmek istiyorum. Bu tür meseleler oylamalarla, kınamalarla, basın açıklamalarıyla durdurulamaz. Şiddet en ağır sonuçlarıyla devam ediyor. Bu şiddeti ortadan kaldırmak için gerçek anlamda bir sorumluluk almak ve bu savaşı durdurmak herkesin görevidir. Buradan bir uyarıda bulunmak istiyorum. Bu savaş sadece İsrail-Filistin topraklarında sürmüyor, artık Lübnan ve Suriye’ye de taşındı. İsrail en son Lübnan ve Suriye’de kimi hedefleri vurduğunu açıkladı. Filistin topraklarıyla sınırlı kalmayacak bu savaş bölgeye yayılabilir. Bu da daha fazla ölüm, daha fazla kavga, daha fazla savaş anlamına gelecektir. Onun için bu savaşı önlemek hepimizin görevidir. Acilen yapılması gerekenler var. Başta Refah Kapısı olmak üzere Gazze’den çıkışların güvenli şekilde sağlanması gerekiyor. Ayrıca ilaç, gıda maddesi ve ihtiyaç malzemelerinin Filistin topraklarına rahat bir şekilde ulaştırılması için komşu ülkeleri de acil bir şekilde görevlerini yerine getirmeye çağırıyoruz.

İktidar Gazze’deki mağduriyeti iç politikaya alet ediyor

İktidar ise bu savaşta ölümlerin durması ve silahların susması için çaba harcamak yerine taraflara ateşli çağrılar yapıyor. Kimi taraflara suçlayıcı iddialarda bulunuyor. Hakikat sadece bir tarafı yüceltmekle ve diğer tarafı eleştirmekle ortadan kalkmıyor. Geçen cumartesi İstanbul’da sözde Gazze ile dayanışmak için bir miting düzenlendi. Hepimiz bekliyorduk ki Cumhurbaşkanı ve kürsüde konuşan herkes İsrail ve Filistin arasındaki bu savaşı durduracak kimi değerlendirmelerde ve önerilerde bulunacak. Ama maalesef Gazze mitinginde daha çok yerel seçimler konuşuldu. Yine açık bir şekilde iktidar Gazze’deki mağduriyeti iç politikaya alet etti. En iyi bildikleri şey de budur. Türkiye’de yolunda gitmeyen işleri gölgelemek için Gazze mitingi kullanıldı. Rojava’ya daha rahat saldırı yapmak ve Türkiye toplumunu arkasına almak için, çoklu krizleri örtmek için, açlığı yoksulluğu örtmek için Gazze mitingi yapıldı.

İsrail’i eleştirenler Netanyahu’nun uygulamalarının aynısını Rojava’da yapıyor

Bu hükümet yapay düşman yaratmadan yoluna devam edemiyor. Şimdi yapay düşman olarak İsrail Devletini ileri sürüyor. Ama biz biliyoruz ki “İsrail bir terör devletidir” diyenler aslında İsrail ile en yakın, bugüne kadar tarihinde olmadığı kadar yoğun ilişkiler içerisinde. Kendi TÜİK’lerinin verileriyle Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacminin hangi boyutlara geldiğine bakalım. 2002 yılında AKP yönetime geldiği zaman Türkiye’nin İsrail’e ihracatı 861,4 milyon dolar; İsrail’den ithalatı ise 544,5 milyon dolardı. 2022’de yani 20 yıl sonra ihracat 6,74 milyar dolara yükselirken, ithalat da 2,17 milyar dolara çıkmış. Ticaret hacmi de 1,41 milyar dolardan 8,91 milyar dolara ulaşmış durumda. Terör devleti dedikleri devletle olan ticari ilişkileri. Uğruna mitingler yaptıkları, timsah gözyaşları döktükleri Filistinliler çok da umurlarında değil. Çünkü 20 senede Türkiye’nin İsrail ile ticaret hacminde yüzde 532’lik artış gerçekleşmiş. Bu ikiyüzlülüğü de buradan bir kez daha teşhir etmek gerekiyor. Mavi Marmara’da yaşananlar bile bu ilişkileri bozmadı. İsrail’e terör örgütü yakıştırması yapan Erdoğan’ın bu açıklamayı yaptığı gün İsrail limanlarında Türkiye Cumhuriyetinin gemileri İsrail’e mal boşaltıyordu. Gazze’yi sınırlandıran beton duvarlar ile Ramallah’ı çevreleyen beton duvarların çimentosu Türkiye’den gidiyordu. Dolayısıyla bunları iyi görmek ve Türkiye’nin nerede durduğunu iyi analiz etmek gerekiyor. Bu ikiyüzlü siyaset son bulmalıdır. İsrail’i eleştirenler, İsrail’e akıl verenler Netanyahu’nun Gazze’deki uygulamalarının aynısını Rojava’da yapıyor.

 

Önce kendi içinizdeki sorunlarınızı çözün, sonra Netanyahu’ya ve İsrail’e eleştirilerinizi yapın demek bizim hakkımızdır. Burada AKP’nin kimseye akıl verme ne gücü ne de kudreti vardır. Bi Kurmancî gotineke mezinên me heye, dibêjin tev gur didize, tev şivan dixwe, tev xwedî jî digirî. Türkçesi şu: Koyunu kurtla öldürüyor, çobanla birlikte pişirip yiyor, sahibiyle de oturup ağlıyor. İşte Türkiye’nin Gazze’de düştüğü durum buna benzerdir. Peki, bizler ne istiyoruz? Bizler İsrail-Filistin arasında yaşanan savaşın bir an önce durmasını, adil ve demokratik bir çözümün gelmesini ve barışın sağlanmasını istiyoruz. Bunu savunmaya da devam edeceğiz.

2024 yılı bütçesi sermayeye ve savaşa giden bütçedir

2024 yılı bütçesi başladı. Yaklaşık 2 ay da devam edecek. AKP-MHP iktidarının 2024 tercihlerine bakıldığı zaman, halkın ve emekçilerin sorunlarını çözmek gibi bir dertlerinin olmadığı görülüyor. Yine zenginin pay alacağı bir bütçeyle karşı karşıyayız. Elbette ki buna hayır diyeceğiz. Sorunların çözülmesi bir yana, 2024 bütçesiyle daha fazla zam, daha fazla sefalet ve yoksulluk yaşayacağımız görülüyor. Enflasyon yükselmeye devam edecek, dolardaki artış devam edecek, kiralar artacak, barınma krizi ortaya çıkacak. Çoğunluğun, emekçilerin ve yoksulların ödeyeceği vergiler katlanarak artacak. 2024 bütçesi; 7 bin 500 lira alan emeklinin, sömürülen işçinin, ürününü satamayan çiftçinin, ataması yapılmayan öğretmenin, açlık sınırı altında ücret alan emekçinin, geleceksiz bırakılan gencin, siftah yapmayan esnafın sorununu çözmeyecektir. Bir kez daha gördük ki bütçenin kaynakları salt faize ve sermayeye aktarılacaktır. Çünkü AKP-MHP iktidarının bütçesi sermayeye, savaşa ve yoksulluğa giden bütçedir ve demokrasiden, adaletten ve eşitlikten mahrum bu cumhuriyetin yurttaşlarına vereceği tek şey de yoksulluktur.

Korumaya aldıkları çocuğu IŞİD’lilere teslim ediyorlar

Geçen gün IŞİD tarafından kaçırılan Kürt Êzidî kızın, 2 yıl önce devlet tarafından korunmaya alınan Êzidî kızımızın tekrar kendisini kaçıran IŞİD’li canilere teslim edildiğini basından okuduk. Nasıl bir dünya bu? IŞİD’li caniler önce kızın babasını öldürüyor, annesini başka bir pazarda satıyorlar. 3 yaşındaki çocuğa dilini, kültürünü, annesini, babasını unutturuyorlar. Satılacak yaşa geldiğinde satmaya çalışıyorlar. Hukuk, yargı bu kız çocuklarını internet üzerinden pazarlayan bu IŞİD’li canilerin serbest dolaşmasını sağlıyor. Biz buna isyan ediyoruz! Söz konusu olan Ezidî bir kız çocuğu olunca bu yaklaşımın Kürt karşıtı, demokrasi karşıtı olduğunu, insanlık suçu olduğunu belirtiyoruz. İki günlüğüne aldıkları çocuğu tekrar IŞİD’liye teslim ediyorlar. Bu ne anlama geliyor? İşte bu yüzden bu caniler çocukları pazarlayabiliyor. Tepkiler üzerine Vali, IŞİD’lilerin tutuklandığını söyledi. Ancak biz de cezaevinde kaldık, IŞİD Türkiye’de cirit atıyor ama cezaevlerinde IŞİD’li yoktur. Çünkü alınıp bırakılıyorlar. Bu cani de karakolda ifadesi alınarak serbest bırakıldı. Hangi yalan bu insanlık dışı uygulamanın üstünü örtebilir? Hangi vicdana sığar Kürt bir anne babadan doğan çocuğun tek kelime Kürtçe bilmemesi, anne ve babasını tanımaması? Bu utancın ortadan kaldırılması için daha güçlü bir şekilde bu yanlışlara karşı çıkılması gerekiyor.

Rojava halklarıyla dayanışma içinde olacağız

İşte bu IŞİD karanlığına karşı çıkanlar, onların soykırım yapmasına dur diyenler bugün Sincan’da Kobanî Kumpas Davasında yargılanıyor. Karanlık bir iklim yaratmak isteyen IŞİD’liler serbest iken, bu karanlığa ve zulme karşı çıkanlar yargılanıyor. Biz asla bunu unutmayacağız. Kürtleri katledilmesi, çocuklarının pazarlanması uygulamalarının yanlış olduğunu söyleyenlerin ağırlaştırılmış müebbetle yargılanmasını asla kabul etmeyeceğiz. Buradan Sincan’da yargılanmak yerine yargılayan bütün yoldaşlarıma selam ve saygılarımı iletiyorum. Onlarla birlikteyiz. Yarın 1 Kasım Dünya Kobanî Günü. Dünya Kobanî için gün ilan ediyor ama burada hala onlarla dayanışanlar hakaretler ve küfürlerle karşı karşıya kalıyor. Rojava’da, Kuzey Doğu Suriye’de Arap, Kürt ve diğer halklarla birlikte yeni demokratik bir yaşamı kadın özgürlükçü bir anlayışla süren ve tüm dünyaya ve Ortadoğu’ya umut olan Kobanî’nin gününü kutluyor, Rojava’daki halklarımız ile dayanışma içinde olacağımızı ifade ediyoruz.

Gençlerin mücadelesinin yanındayız

Bu hükümetin 20 yıldır ülkeyi yönettiğinin, eğitime nasıl baktığının en iyi göstergesi geçen gün Aydın Işıklı KYK Yurdunda tamir edilmeyen asansörden dolayı Zeren Ertaş’ın yaşamını yitirdiği olaydır. Zeren’in ailesine ve arkadaşlarına buradan başsağlığı diliyorum. Asansör firması yurttaki yöneticileri uyarıyor, asansörün bozuk olduğunu söylüyor ama bir önlem alınmıyor. Şirketin uyarılarını yurt idaresi, AKP’li bürokratlar dikkate almıyor ve Zeren yaşamını yitiriyor. Buna kaza demek doğru değil, bu düpedüz bir cinayettir. Çünkü önlem alınmamış ve yoksul emekçi Türkiye halklarının çocukları göz göre göre ölüme gönderilmiştir. Sorumlular yargılanmalıdır. Sadece müdür değil onun üzerinde bulunan Bakan dahi hesap vermeli ve istifa etmelidir.

Zeren’in ölümü üzerine buna benzer yurtlarda kalan ve benzer uygulamalara maruz kalan, yeterince beslenemeyen, sosyal faaliyette bulunamayan öğrenciler tıkış tıkış yurtlardaki koşulları eleştirerek Türkiye’nin dört bir yanında sokaklara döküldü. Sinop KYK önünde bir araya gelen öğrencilere Sinop KYK Müdürünün söylediği çok manidardır. “Çakılacağınızı düşünüyorsanız asansöre binmeyin”. Önlem almak yerine ölümümüzden dolayı bizi suçlayan bir yaklaşım bu, kabul etmiyoruz! Gençlerin umutlarının, geleceklerinin, mücadelelerinin yanında olduğumuzu bir kez daha tekrar etmek istiyorum. Zeren’in ölümü üzerine Diyarbakır’dan Sinop’a, Türkiye’nin dört biri yanında sokaklara çıkan, protesto eden bütün öğrencilerle dayanışma içinde olduğumuzu ve mücadelelerinden dolayı onları kutladığımızı, destekçileri olduğumuzu belirtmek istiyorum.

Her birimiz itirazlarımızı yükseltecek ve mutlaka kazanacağız

Ülke halkları olarak bir yangın yerinde yaşam mücadelesi veriyoruz hep birlikte. İktidar üyeleri ise rantın, israfın, lüksün çok olduğu Saray etrafında bir araya gelmiş ve panayırdaymış gibi yaşıyorlar. Ülke ikiye bölünmüş durumda: Dertleri aynı olan biz emekçiler, ezilenler, yoksullar aynı yerdeyiz; dertleri kendi çıkarları olanlar ise Saray etrafında bir araya gelmişler. Bizim safımız bellidir; tekçi dayatmalara karşı çoğunluğun renkliliğini, açlık ve yoksulluğa karşı refahı, gençlerin gelecek umudunu ve yaşamını savunmaya devam edeceğiz. Dönem, bütün sorunlara karşı sonuç alıcı çözümler üretme dönemidir. Her birimiz sokakta, fabrikada, öğrenci yurtlarında itirazlarımızı yükseltecek ve mutlaka başaracağız.

Belê ne wisa ye lê em bibêjin birêz Bahçelî em Kurd in, em ji Kurdistanê ne, welatê me, zimanê me, çanda me naşibe we. Em ne mîna we ne. Gerek hûn qebûl bikin. Hûn dibêjin em ê bi zor û zordariyan zimanê we, çanda we hunera we asîmîle bikin, em ê we gişan bikin tirk. Em ji gelê Tirk re tiştekî nabêjin lê van gotinên we jî faşîzm e. Em ê li hemberî faşîzmê bisekinin. Xwedê ji her kesî re zimanek daye, zimanê me jî Xwedê daye me. Tu jî ya rast hemberî Xwedê derdikevî. Înşelah Xwedê belaya wî kesî bide ku hemberî Xwedê derdikeve.

İlginizi Çekebilir

Gazeteci Mehmet Şah Oruç tahliye edildi
Türkiye-İsrail ilişkilerinde ipler kopma noktasında

Öne Çıkanlar