-HEDEP Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, yerel seçimlerde adayların halkın talepleri doğrultusunda belirleneceğine işaret ederek, yeni dönemi halkla birlikte öreceklerini vurguladı.
Emek ve demokrasi güçlerinin, inançların, ezilenlerin bir araya gelerek Üçüncü Yol paradigmasıyla Türkiye siyasetine yeni bir soluk açan Halkların Demokratik Partisi (HDP), devam eden kapatma davasına karşı bileşeni olan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) ile 14 Mayıs Genel Seçimleri’ne katıldı. HDP’nin deneyim ve tecrübelerini aktardığı Yeşil Sol Parti, yeniden yapılanma sürecinin ardından 15 Ekim’de gerçekleştirdiği Büyük Kongre ile isim ve tüzük değişikliğine gitti.
Büyük değişimin yaşandığı kongreyle parti, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP) adıyla, Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan’ın eşbaşkanlığında yoluna devam edecek. “Çözüm bekleyen değil, çözüm için mücadele eden” anlayışla temel gündemi İmralı Adası’nda derinleştirilen tecride karşı PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması ve Kürt sorununda demokratik çözüm olan HEDEP, bu kapsamda siyaset üstü toplumsal bir ittifak hedefliyor.
“Bugün içinde bulunduğumuz siyasi iklim, daha güçlü bir hattı örgütlenmemiz, daha güçlü bir zemin yaratmamız ve daha kapsayıcı olmamızı sağlayacak niteliktedir” diyen HEDEP Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
2003 yılında DEHAP Genel Başkanlığı görevini üstlendiniz. Bugün aynı siyasi geleneğin partisi olan HEDEP Eş Genel Başkanı seçildiniz. Siz de partileriniz de birçok badire atlattı. Tasfiye politikası mı direniş mi kazandı?
Bu sorunuza bir üzüntümü dile getirerek başlamak istiyorum. 1989 yılından beri Kürt sorununun demokratik çözümü için kurulan bütün siyasi partilerimizde yer alarak çözüm için çaba sarf edenlerden biri oldum. Bu mücadele ve kendimizi anlatma süreci çok uzun sürdü, zaman zaman çözüme yaklaştığımız oldu ama daha çok Kürt halkı topyekûn, büyük bedellerle, ölümle, kayıplarla sınandı. Haklılığın verdiği güç vazgeçmememizi sağlasa da bu süreçte görüyoruz ki yılgınlık değil, daha büyük bir direnç göstererek mücadeleyi örmemiz gerekiyor. Tamamen umutsuz ve kazanımsız bir mücadele değildi tabii ki, haksızlık etmeyeyim. Artık kart kurt değil, Kürt gerçekliği var, geçmişte partiye bina bulamazken, geldiğimiz aşamada bugün partimiz hem Türkiye’nin dört bir tarafında hem de dünya siyasal zemininde önemli bir konumda duruyor. Bu da gösteriyor ki; sistemin baskıları, yok saymaları tasfiye çabaları sonuçsuz kalmıştır. Tüm engellemelere rağmen en ücra köydeki emekçiye ulaşıyor, kendimizi anlatıyoruz. Bunu sadece biz söylemiyoruz, partimiz Türkiye siyasetinde bir denge konumundadır, bir anahtardır.
HEP’ten HEDEP’e 30 yıl geçti, birlikte yola çıktığınız birçok mücadele arkadaşınızı kaybettiniz, büyük kazanımlar da elde ettiniz. Eşbaşkanlık modeli bugün birçok ülkede örnek gösteriliyor. Dünden bugüne baktığınızda, neler söylemek istersiniz?
Heyecanlıyım. Geçmişte siyaset yapmak daha kolaydı. Sadece Kürtlere hitap eden niceliğe niteliğe sahipken, bugün yönetmeye, iktidar olmaya, alternatif bir yönetim anlayışı ortaya koymaya çalışıyoruz. Arada büyük bir uçurum var. Bu da bizi heyecanlandırıyor. Yine eş başkanlık sistemiyle geldiğimiz nokta çok değerlidir. Bu gelişim, değişim ve kendimizi aşarak yenilenme konusundaki başarımızın bir sonucudur. Kürtler eş başkanlık sistemini dünya demokratik siyaset sahnesine hediye etti. Bu çok kıymetlidir, bu açıdan da heyecanlıyım. Beklentilerin yüksekliğinden dolayı, seçimden sonra yaptığımız toplantılarda ortaya çıkan değerlendirmeler, öneriler, eleştirilerin hayata geçirilmesi konusunda da bir heyecan var.
Yeni bir isimle, yeniden yapılanan bir parti olan HEDEP ile yola devam ediyorsunuz. İktidarın baskılarının arttığı, Meclis işlevinin tartışıldığı, pek çok Kürt siyasetçinin tutuklu olduğu, kazandığınız belediyelere kayyımların atandığı bir dönemde HEDEP nasıl bir siyaset hattı inşa edecek, nasıl bir muhalefet yürütecek?
Evet, Meclis kıymetli bir zemindir ve orada sayısal olarak çok olmak kıymetlidir. Ama bizim siyaset anlayışımız için tek zemin Meclis değildir. Meclis bugün insanların çok konuşup ama asla sonuç alamadıkları bir yere evrilmiş durumdadır. İşlevsizliğin en üst seviyesini yaşıyor. Biz mücadeleyi daha çok halk ile sokakta mücadele edenlerle yapan ve buradan sonuç almayı, burada demokratik bir basınç oluşturmayı, dönüştürmeyi, değiştirmeyi esas alan bir anlayışa sahibiz. Dolayısıyla Meclis’e bakarak bir hat oluşturmuyoruz. Yeni dönemdeki tavrımızı da daha çok alanlarda halkın içinde ve halkla beraber ilkesine bağlı kalarak öreceğiz. Kürtlerin dil, kültür ve kimliğinden dolayı uğradığı ayrımcılık ve haksızlıklara yönelik talepleri, Alevilerin inançlarını serbestçe yaşama hakkı, kadınlar, gençler, feministlerin eşitlik talepleri, yok edilen, ranta açılan doğanın mücadelesi, işçinin, emekçinin, yoksulun insanca yaşayacak koşullar talebi bizim de talebimizdir. Umudunu yitiren gençlerin umudunu yeniden yeşertmek boynumuzun borcudur.
Kongrenize büyük önem atfettiniz. Önemli mesajlar verildi ancak halkın hem size hem iktidara nasıl bir mesaj verdiğini soracak olursak, neler söylersiniz?
Seçim sonuçları bir kırılmaya, kırgınlığa yol açmıştı. Kongreye gitmeden önce var olan eleştirileri ve kırgınlığı gidermek için çok uzun toplantılar yaptık. Parti geleneğimizde peş peşe bu kadar kısa sürede yoğun bir halk toplantıları sürecimiz olmamıştı. İllerde, ilçelerde, mahallelerde, köylerde ve son olarak konferanslarla bir araya gelerek halkımızı dinledik. Halkımızla yakın temas içerisinde olmanın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha gördük. Onları dinlemek, eleştirilerini almak, önerilerini almak çok kıymetliydi. Burada tüm yöneticilerimizin, vekillerimizin hepsinin hakkını vermemiz de gerekiyor. Gerçekten bu süreçte çok emekleri var. Halkımız gerçekten tüm yaşanan olumsuzluklara rağmen kongrede bize sahip çıktı. Çok yoğun bir sahiplenme vardı. Çok kapsamlı, ne istediğini bilen, taleplerini net olarak ortaya koyan bir kongreydi. Bizi mutlu etti, onore etti. Kürtler bir kez daha dünyanın sessizliğine ses oldular, varlık ve kararlılık mesajı verdiler. Önümüzdeki dönem bu kongreden aldığımız güçle mücadelemize dört elle sarılacağız.
Halkın desteklemediği bir mücadelenin buralara gelmesi imkansızdı. Tüm eksikliklerimize rağmen öznenin kendisi halktır. Bu özne de bir biçimde bu kongre aracılığıyla sesini duyurdu. Rojava’ya ilişkin mesajlar, Sayın Öcalan’a ilişkin mesajlar, sorunun çözümüne dönük sisteme vermiş oldukları mesajlar çok netti.
Kongre konuşmanızda dikkat çeken bir çağrıda bulundunuz. İlk kez Kuzey ve Doğu Suriye’nin statüsünün tanınması için Türkiye’ye çağrı yapıldı. Türkiye’nin kapsamlı saldırılarının sürdüğü bu günlerde yapılan bu çağrısı nasıl okumalı?
Şöyle ifade etmeye çalışayım: Rojava’da yürütülen savaşın Türkiye’ye hiçbir yararı yok. Ekonomik olarak, askeri olarak, uluslararası karşılık ve buradaki Kürtler ile iyi ilişkiler açısından hiçbir yararı yok. Türkiye halklarına hiçbir yararı yok. Devletin savaşa ayırdığı bütçe, ülke ekonomisini de felakete sürüklüyor. Kısaca bütün olumsuz sonuçları Türkiye halkları yaşıyor. Nefret körükleniyor. Şimdi Rojava, Kürtlerin, Arapların ve oradaki farklı inanç ve etnik grupların kendilerine yeni bir yaşamı ördükleri yurttur. Türkiye’nin orayı tanıması, pozitif rol oynaması Türkiye yararınadır. Rojava ile dostane ilişkiler, Kürtlerin statü elde etmesi, Türkiye’nin faydasınadır. Bu çağrıyla amacım buydu. Türkiye Rojava’nın statüsünü kabul ederse, kendi içerisinde de Kürtlerin sempatisini kazanacak ve bu iktidar belki on yıllar, yüz yıllar sonra sorunu çözen parti olarak tarihe geçecek. Çocuklar ölmeyecek. İnsanlar göç etmeyecek, mülteci olmayacak. Türkiye de demokratik bir iklimin yeniden can bulmasına olanak sağlayacak.
Asıl sorulması gereken soru, Türkiye Rojava’nın statüsünü neden kabul etmesin şeklinde olmalıdır? Kürtler Türkiye için bir tehdit değildir, olamaz; bu topraklarda beraber yaşıyoruz, yaşamaya da devam edeceğiz. Demokratik ulus diyoruz, demokratik cumhuriyet diyoruz, ortak yaşam diyoruz.
Kongrenizden hemen sonra saldırıların yolunu açan Irak ve Suriye tezkereleri Meclis Genel Kurulu’nda kabul edildi. İktidarın, devlet aklının savaştaki ısrarı nedir?
Türkiye’de savaş ve nefreti kullanarak iktidarını sağlamlaştırmak isteyenler, özellikle de mevcut iktidar kutuplaşmayla ömrünü uzatıyor ve savaş tezkereleriyle Kürtlerin varlığına, diline, kültürüne, kendi topraklarında yaşama hakkına her seferinde saldırıyor. Çatışmadan beslenen bu anlayışın da tezkeresinin de karşısındayız.
Nitekim Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırılar sürüyor, siviller hedef alınıyor. AKP’nin Filistin’de barış, Kuzey ve Doğu Suriye’de savaş politikasına tepkiler var. Siz neler söylersiniz?
Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük savaşta su depolarının, elektrik tesislerinin, petrol tesislerinin, buğday ambarlarının, hastanelerin, camilerin, yaşam alanlarının bombalanması çok uzak bir geçmişte olmadı. Bugün aynısını Filistin halkı yaşarken, kıyameti koparanlar -ki kopsun da, konuşulmasın demiyorum- Rojava söz konusu olduğunda sus pus izliyor, hatta mutlu oluyor. Bu ikiyüzlülüğü anlamak ve kaldırmak çok zor. Söz konusu Kürtler olunca bir biçimde Türkiye’de bir ittifak oluşuyor. Bazen kapalı, bazen açık bir ittifak bu. Savaş ister Filistin’de olsun, ister Kürt coğrafyasında olsun, isterse de dünyanın başka bir ülkesinde olsun, hiç fark etmez. Bu insanlık suçuna ortak olanlar, tezkereye el kaldıranlar, sonraki gün masum insanların, çocukların hayatını, yaşam alanlarını yok etmeye ortak oluyor. Bunu düşünmek gerekiyor. İnsan yaşamı haber bültenlerinde paylaşılan sayılardan ibaret değildir, kıymetlidir. Maalesef savaşanlar sayılar skor olarak birbirine karşı kullanılıyor.
Bu topraklar, bize parmak sallayanlardan da önce yaşadığımız topraklardır. Bin yıllardır üzerinde yaşıyoruz. Biz bu toprakların yabancısı değil, kendisiyiz. Ölümümüzü isteyenler, bize işgalciymişiz gibi bakanlar bunu bilmeli, bu ölüm ve çatışmaların kimseye faydası olmadığını anlaması gerekir.
Kongrenize PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması talebi oldu. Sizler de verdiğiniz mesajlarda Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması talebini dile getirdiniz. Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü neden önemli?
Kürtlerin Sayın Öcalan konusundaki hassasiyeti öteden beri biliniyor. Bunun iki sebebi var, birincisi Kürt meselesi artık Türkiye’de herkesi meşgul eden bir meseledir. Bu çözülmedir ve sorunun muhataplarıyla çözülmesi en kalıcı en gerçekçi çözüm yoludur. Bu konuda derli toplu ve empati kurarak Samsunlunun da Amedlinin de Mersinlinin de düşüncesini ve hassasiyetlerini önemseyerek önermelerde bulunan, meseleye derinlikli ve bütünlüklü olarak çare arayan kişi Sayın Öcalan’dır. Dolayısıyla o sürece dahil edilmeden, Kürt sorununun kalıcı ve demokratik bir şekilde çözülmeyeceğini çok iyi biliyoruz. Dünya deneyimlerinde de öyledir. Biz orada buna işaret ettik. Sorun belli, talepler belli, muhataplar bellidir. Çözümsüzlük ekonomiyi bozdu, insanlar yaşamını yitirdi, Türkiye uluslararası ve ulusal itibarini yitirdi. Bizim çabamız da sözümüz de bu yitirme ve tükenme halinin son bulması, normalleşmenin sağlanmasıdır. Bu sadece biz Kürtler için değil, Türkiye’deki tüm halklar için çok kıymetli ve değerlidir.
Ancak tecridi aşan, 32 aydır mutlak iletişimsizlik hali söz konusu. Abdullah Öcalan’dan hiçbir şekilde haber alınamıyor. HEDEP hem temel gündemi olan hem de halkın temel talebi olan bu konuda nasıl bir yol haritası izleyecek?
Biraz önce söyledim, mevcut zeminin daha kötü olmasını sağlayan, sistemin, iktidarın yürüttüğü tüm politikalara karşı olacağız. Şimdi tecrit Türkiye’ye bir şey kazandırıyor mu? Hayır. Üç yıldır sayın Öcalan ailesi ile görüştürülmemiş yıllardır avukatları ile görüştürülmüyor. Tecrit uygulanınca Kürt meselesi bitti mi, tecrit devam ediyor diye Kürtler mücadelelerinden vaz mı geçiyor? Tecrit var diye 70 milyon Kürt demokratik hak ve taleplerinde vaz mı geçti? Tam tersine sorunlar büyürken, mücadele de buna paralel olarak bütün zorluklarına rağmen devam ediyor. Bu durumun kazananı yok. Demokratik cumhuriyet diyen, demokratik ulus diyen, birlikte yaşamı savunan anlayışa karşı tecrit uygulanıyor. Sistem aslında tecridi uygulayarak çözümden kaçıyor. Çünkü çözüm mevcut sistemin aleyhine gelişmelere sebep olacaktır. 2013’lerde masayı kuran kendileriydi. İyi de yaptılar. Türkiye toplumu, Kürtlerin ve Sayın Öcalan’ın ne istediğini gördü. Biz yine de Türkiye halklarıyla birlikte hepimizin zararına olan bu politikaların son bulması için çaba içerisinde olacağız.
AKP’li Cumhurbaşkanı bir kez daha yeni Anayasa çağrısı yaptı. Yeni bir Anayasa nasıl olmalı?
Yeni anayasa yapalım diyenler, dün savaş tezkeresini geçiren mevcut anlayıştır, gerçekten bir Anayasa istiyor mu, biz bu konuda net değiliz. Keşke samimiyetlerine inanabilseydik. Keşke söylemleriyle, mevcut uygulamalarıyla doğrulasaydı. Biz yeni bir Anayasa yapılmasına karşı değiliz, ama öncelikle buna zemin oluşturacak adımların atılması gerektiğine inanıyoruz. Kürdü yok sayan, iradesini hapseden, yıllardır tecrit uygulayan bir siyasi anlayışın demokratik bir anayasa yapabileceğini öngörmüyoruz. Bu konuda en kısa sözü söylüyoruz: Bunun koşullarını oluşturmak gerekiyor ki sizlere inanalım. Önce zemin, sonra en geniş katılımla Anayasa çalışmaları başlamalıdır.
Yeni dönemde bir ittifak politikanız olacak mı?
Bizim çizgimiz net, demokratik ittifakları benimsiyoruz. Özünde ittifak anlayışımız, benimsediğimiz değerler olan demokrasi, adalet, eşitlik ve farklılıklara değer veren çevrelerle yapılır. Baskıya, yoksulluğa karşı mücadele eden, emekçiyle yol yürüyen, her inanca saygı duyan, gençleri, çocukları, kadın yoksulluğunu önemseyen ve bu doğrultuda direnen, velhasıl bu ülkenin sorunlarına gerçekten duyarlı ve dert edinen bütün kesimler bizim ittifak paydaşlarımızdır. Kürtlerin Türklerin Arapları Alevilerin birlikte olduğu dayanıştığı, güç olduğu değiştirdiği, dönüştürdüğü, birlikte yönettiği, dünyaya örnek olabilecek bir toplum umudumuz var. Ezilen, emekçi, yoksul, kadın, Kürt, Alevi, kısaca öteki olarak konumlanan tüm insanları kapsayacak ve sadece seçimlerde bir araya gelmeyecek bir mücadele ittifakından söz ediyorum.
Yeniden yapılanma süreci kapsamında gerçekleştirilen konferans ve çalıştaylarda alınan ve kamuoyuna deklare edilen kararlar var. Genel seçimler için yapılan eleştirileri de hatırlatacak olursak, HEDEP yerel seçimlere nasıl gidiyor?
Yerel seçimler bizim için çok önemli. En ince ayrıntılarına kadar tartışma yürütüyoruz. Halk toplantılarında da çok önemli, çok değerli öneriler ortaya çıktı. Şimdi Merkez Yürütme Kurulu’muz, Parti Meclisi’miz oluştuktan sonra ilk somut çalışma alanımız yerel seçimlere yönelik olacaktır. Kurullarımızda tartıştıktan sonra bir deklarasyonla yerel seçim stratejimizi halkımızla paylaşacağız. Şu an en net ve taviz vermeyeceğimiz konu, adayların yerellerdeki halkımızın katılımıyla gerçekleşen talepler doğrultusunda şekilleneceğidir. İkincisi başta kayyım atanan belediyelerimiz olmak üzere, bölgedeki belediyeleri kesinlikle alacağız. Üçüncüsü, sadece Kürt illerinde değil, Türkiye’nin metropollerinde de belediyelerimiz olacak. Şimdilik bu kadarını söyleyebilirim.
Bitirirken sizin aracılığınızla da bir kez daha belirtmek isterim ki; bugüne kadar partimizin her kademesinde emek vermiş, bu geleneğin yaratımında katkısı bulunmuş, bedeller ödemiş, inanmış, oy vermiş, çalışmış tüm yurttaşlarımıza, tüm arkadaşlarımıza ve bu görevi bize layık görerek onore edenlere, cezaevlerinde olup yüreği bizimle olanlara, bizden önceki eş başkanlarımıza teşekkür ediyorum.
MA / Selman Güzelyüz – Hakan Yalçın