Barış Vakfı Başkanı Tahmaz: Kayyım atamaları iyimserliği zedeledi

GenelGündem

Hakan Tahmaz, “Bahçeli’nin Meclis açılışında ‘yeni dönem başlıyor’ sözleri sonrasında iktidarın ilk icraatlarından birinin kayyım ataması olması 1 Ekim’de beliren temkinli iyimserliği zedeledi” dedi.

Gazete Duvar’dan Ferhat Yaşar’ın haberi:

Türkiye, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim Meclis açılışında DEM Parti sıralarına giderek DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve bazı milletvekilleriyle tokalaşmasının ardından ‘yeni bir süreç’ ihtimalini tartışıyor. Ancak muhataplar süreç ve görüşme iddialarını reddediyor. Konu tartışılmaya devam ederken DEM Partili Mardin, Batman, Halfeti ve Dersim belediyelerine kayyım geldi. Sadece DEM Parti değil, yerel seçimde birinci parti olduktan sonra iktidar ile “normalleşme” görüşmelerine başlayan CHP’nin Esenyurt ve Ovacık belediyelerine de kayyımlar atandı.

Çözüm süreci iddiaları ile “normalleşme” görüşmeleri kayyım atamalarının gölgesinde tartışılırken DEM Parti, çözüm süreciyle ilgili herhangi bir emarenin olmadığını belirtti. CHP ise kayyım atanan belediyeleri için mücadele etmeye devam edeceklerini açıkladı.

Türkiye’de barışın sağlanması ve Kürt meselesinin çözülmesiyle ilgili çok sayıda çalıştay düzenleyen Barış Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Tahmaz, kayyım atamalarını, “olası bir yeni sürecin çok fazla inişli çıkışlı olacağının ilk emareleri” olarak değerlendirdi.

Tahmaz, ayrıca şu yorumda bulundu: “Dış dinamikler radikal Türk milliyetçisi bir partiyi, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması gibi bir sonuca götürdü. Bu, bugün tam idrak edilmiş değil.”

Hakan Tahmaz ayrıca, “Bahçeli’nin Meclis açılışında ‘yeni dönem başlıyor’ sözleri sonrasında iktidarın ilk icraatlarından birinin kayyım ataması olması 1 Ekim’de beliren temkinli iyimserliği zedeledi” ifadelerini kullandı.

“Bize çok acil güven artırıcı, siyasal maliyeti az ama toplumsal girdisi yüksek olan siyasal jestler gerekiyor” diyen Tahmaz’ın sorularımıza yanıtları şöyle…

Devlet ile PKK arasında 2009’da Oslo’da başlayan, daha sonra çözüm sürecine dönüşen görüşmeler 2015’te bitmişti. Aradan geçen dokuz yılın ardından, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 22 Ekim’deki grup konuşmasında “Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin, TBMM’de DEM Grup Toplantısı’nda konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın” çağrısını yaptı. Öncelikle siz bu çağrıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında MHP lideri Devlet Bahçeli Kürt meselesinde ilk hamlesini 1 Ekim’de Meclis’in açılışı sırasında yaptı. DEM Parti sırasına giderek Eşbaşkan Tuncer Bakırhan ve arkadaşlarıyla tokalaştı. “Bahçeli süreci” diyebileceğimiz daha sonraki bir dizi gelişmeyi; Kürt barışının ve çatışma çözümünün konuşulması, tartışılması ve yeni bir yol yaratılması bakımından bir fırsat olarak ve daha elverişli toplumsal siyasal zemin olarak görmeliyiz.

Şu bakımdan önemlidir. Çatışmanın, ölümlerin konuşulması yerine Bahçeli’nin tokalaşma sonrası, “Yeni bir döneme giriyoruz, dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” biçiminde dile getirdiği gibi, soruna çözüm aramak kıymetlidir. Bu arayışın ilk adımının radikal Türk milliyetçisi ve radikal dönüşümle rejim değişikliği önerisi yapan, aynı zamanda radikal görüşlerin savunucusu bir siyasi liderden gelmiş olması zaten yeteri kadar ilgiye mazhar olmasına yol açtı. Son sekiz yıldır yaşanan kötülüklere rağmen toplumda bir ölçüde pozitif duygu yarattı.

Sözünü ettiğiniz 22 Ekim açıklaması ise Bahçeli’nin Kürt meselesine yaklaşımında belirleyici olan, sorunu “terör ve güvenlik” parantezine alan bakışla yaklaşmada ciddi ve radikal değişiklik olmadığını gösteriyor.

Ama Kürt meselesini tümden ilelebet “terör, güvenlik” parantezinden çıkarmaya da kapıyı kapatmadı. Bölgesel gelişmeler nedeniyle önceliği PKK’nın silahlı varlığına son vermek olduğu çok açık.  

Bu durum aynı zamanda çözüm arayışının ilerlemesinin (temas halinde müzakere geçişinin) çeşitli zorluğuna ve zamana olan ihtiyacına işaret eden bir dil, yaklaşım. Olası bir yeni sürecin çok fazla inişli çıkışlı olacağının ilk emareleri.

Bu nedenle Barış Vakfı 18 Ekim 2024 tarihinde yaptığı yazılı basın açıklamasında “Cesaretli, özgüvenli ve özverili olma zamanıdır. Ülkeye hukuku, adaleti barışı getirecek olan bir yolun döşenmesine katkı sunmak hepimizin, 85 milyonun görev ve sorumluğudur. Haklı kaygılarımızın ve çekincelerimizin pençesinde kalarak barışı kazanamayız. Barış fikrinin ve siyasal haklılığımızın gücüyle toplumdaki güvensizliğin aşılmasana katkı sunmalıyız” diye kamuoyuna bir çağrı yaptı.

Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi ve Barış Vakfı kurucularından Prof. Ayşe Betül Çelik’in kısa süre önce vakıf için hazırladığı, “Kürt Sorunu İçin Bütünlükçü Barış Yöntemi” raporunda da belirttiği gibi uluslararası deneyimler gösteriyor ki, güvensizliği giderici adımlar atmadan önce şiddet, silah ve çatışma konusunu öncelemek sonuç alıcı bir yöntem değil. Ancak konuya ihtimal dışı bir bakışla yaklaşmak da çok doğru bir şey değil. Çünkü diyalog ya da İmralı merkezli görüşmelerde ne konuşulduğu bilinir değil. Kamuoyuna yapılan açıklamaların kısa alanda paslaşmalar biçiminde yansıtılması, sürecin bütünlüklü ve doğru değerlendirmesini büyük ölçüde engeller mahiyette. Bu aşamada sağduyuyla diyalogdan müzakereye geçişe şans tanımak daha doğru bir tutum olacaktır.

Barış Vakfı Yönetim kurulu Başkanı Hakan Tahmaz: “Cumhur İttifakı’nı yeni bir şey denemeye mecbur edenin esas olarak iç dinamiklerden, bu türden hedeflerden daha çok ülke dışı siyasal dinamikler olduğunu gösteriyor.”

Bahçeli’nin açıklamasından sekiz gün sonra CHP Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer gözaltına alınarak tutuklandı. Esenyurt Belediyesine kayyım atandı. Daha sonra 4 Kasım’da Mardin, Batman ve Halfeti’ye kayyım atandı. Çözüm çağrılarının konuşulduğu bir dönemde kayyım atamalarını nasıl yorumluyorsunuz?

Kayyım atamaları gibi anti demokratik, hukuksuz ve keyfi uygulamalar, demokratikleşme, eşitliği sağlama ihtiyacından kaynaklanan bir bakış açısıyla hareket edilmediğinin çok açık göstergesidir.

Cumhur İttifakı’nı yeni bir şey denemeye mecbur edenin esas olarak iç dinamiklerden, bu türden hedeflerden daha çok ülke dışı siyasal dinamikler olduğunu gösteriyor.

Bu dinamikler başka şeylerle birlikte radikal Türk milliyetçisi bir partiyi, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması gibi bir sonuca götürdü. Bu, bugün tam idrak edilmiş değil.

Yine dünya deneyimleri, kendi deneyimlerimiz çatışma çözümü girişimlerin ilk adımlarının çoğu zaman demokratikleşme ve barış perspektifinden uzak amaçlar, zorunluklar nedeniyle atılmıştır. Ancak kaybedeni olmayan bir süreç olarak gelişebildiğinde barışa ulaşılabilir, farklı şiddet ve çatışma biçimleri aynı ölçüde toplumsal yaşamdan çıkarılabilir, herkes eşit yurttaşlık hakkına kavuşur. Değilse 2013-2015 çözüm sürecinde olduğu gibi masa devrilir, başarıyla sonuçlanmaz. Son kayyım atamalarıyla iktidar, birden çok şey hedeflemiş olabilir. İlk akla gelen kendi kitlesine sürecin kontrol mekanizmalarının güçlülüğünü göstermek ve diyalog sürecinde muhataplarını baskılamak gibi güç gösterisi olmasıdır.  

Bahçeli Öcalan’a çağrısını sürdürdü ancak DEM Parti sözcüleri, “ortada bir çözüm emaresi olmadığını” açıkladı. Siz bu süreçten ne bekliyorsunuz?   

Tarafların hiçbiri çözüm sürecinden söz etmiyorlar. “Türk usulü” bir takım hazırlıkların yapıldığı ortada. Abdullah Öcalan’ın 43 ay sonra yeğeniyle görüşebilmesi ve Şenyaşar-Yıldız ailelerinin 8 yıl sonra bizzat Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla barıştırılmasıyla kamuoyuna mal edilmiş bir şey. Bunlarla birlikte keza MHP liderinin düne kadar yan yana gelmekten imtina ettiği kimi şahsiyetlerle bu konuyu konuşması sanırım “hiçbir emare yok” sözünün tam gerçeği yansıtmadığının kanıtı olsa gerek.

Gördüklerimiz, duyduklarımız ve hissettiklerimiz tarafların bir şeyleri olgunlaştırmaya çalıştıklarını söylememizi sağlayacak ve barışa dair umutları yeniden filizlendirecek düzeyde. Başarılı olunması için her türden fırsatı zamanında, doğru değerlendirmek ve şans tanımak gerek.

Ankara, çatışma çözümüne Türk usulü kriterler getirmek istiyor. Uluslararası tecrübeleri fazlasıyla hafife alıyor. Örneğin güven artırıcı küçük jestlerin önemini, katkısını idrak edemediği için Türkiye ağır ve anlamsız sosyal ve siyasal faturalar ödüyor. Çözümsüzlüğün sorunu ağırlaştırdığını yaşayarak görüyoruz.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile Ahmet Türk, Şenyaşar ailesi ile Yıldız ailesini barıştırdıktan sonra birlikte poz verdi. Ancak kısa süre sonra Ahmet Türk görevden alınarak yerine kayyım atandı. Bahçeli ise Ahmet Türk’e sahip çıkarak, “Ciddi sağlık sorunları olan, yaşı kemale ermiş, köklü bir aileye mensup Kürt ağası Sayın Ahmet Türk’ün istismar edilmesi, CHP’nin başını çektiği kara kampanyanın dış mahsulüdür” ifadelerini kullanmıştı. Özellikle Ahmet Türk’ün görevden alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ahmet Türk, Kürt sorununun mağduru, sanığı, tanığı ama en fazla da Kürt barışının “en genç” koşucularından bir siyasetçi. Yani Kürt sorunu söz konusu olduğunda Ahmet Türk, sadece Ahmet Türk değildir. Çok daha fazlasıdır, Kürt davasının bir anlamda vicdanı ve simgesidir. Bazı kişiler vardır, iyilik veya kötülük yapıldığında, bütün herkes kendisine yapılmış gibi sevinir, üzülür, tepki duyar veya kırılır. Ahmet Türk, Kürtlerin Ahmet abisidir, tıpkı yakın Kürt tarihinin Apê Musa’sı gibi.

Bahçeli’nin Meclis açılışında “yeni dönem başlıyor” sözleri sonrasında iktidarın ilk icraatlarından birinin kayyım ataması olması 1 Ekim’de beliren temkinli iyimserliği zedeledi.

Sudan bahanelere herkes gülüyor artık. Herkesin, iktidar çevresi de dahil herkesin ne oluyor sorusunu sorması, iktidarı kayyım atamalarına son vermek sorumluluğuyla karşı karşıya bırakıyor. Bu tür uygulamalar güvensizliği derinleştiriyor, gereksiz zaman ve enerji kaybına yol açıyor.

Çözüm sürecinde muhalefet, sürecin şeffaf olmadığını belirterek hükümeti eleştiriyordu. Abdullah Öcalan da yasal düzenlemelerin yapılması ve sürecin TBMM’de olması için heyetin hükümete baskı yapmasını ve muhalefeti ikna etmesini istiyordu. Sürecin bitmesi halinde heyetin yargılanacağını söylemişti. Öyle de oldu. Yeni bir süreç olması halinde nasıl bir yol izlenmeli? Hangi yasal düzenlemeler yapılmalı?

Türkiye’de, Oslo görüşmeleri, 2013-2015 çözüm süreci başarısız tecrübesi ve sekiz yıldır sürdürdüğü sert güvenlikçi, Kürt haklarına karşı negatif tutumlarla oluşan siyasal ortamın sonucu, süreç bu derece kapalı devre yürütülüyor, ama bu kapalılık tam tersi sonuçlar verebilir. İlk adım olarak bu riski ortadan kaldıran önlemler alınmalıdır.

Çatışma çözümü çalışmaları; kural, kurum ve işleyiş taraflarca ortaklaşa belirlendiğinde sonuç odaklı ve daha az sorunlu yürür. Yani çatışma çözümleri sorunsuz olmaz ama hem sorunların çözüm hukuku, mekanizmaları belirlenmiştir, hem de belirecek muhtemel yeni sorunları önleyecek tedbirler alınır. Ama biz buradan hayli uzaktayız.

Her şeyden çok kapalı devre gelişmelerle karşı karşıyayız. Bu bir yere kadar anlaşılabilir. Bugün iktidar partisi mensupları arasında gelişmelerden ve olup bitenlerden tam anlamıyla habersiz çok sayıda yönetici ve milletvekili var. Bu, çok anormal bir durum. Trollere, provokatörlere ve muhtemel gelişmelerin kendisine yaramayacağını düşünenlere davetiye çıkarmak anlamına da geliyor. 

Bize çok acil güven artırıcı, siyasal maliyeti az ama toplumsal girdisi yüksek siyasal jestler gerekiyor.

Mesela infaz yasasının gözden geçirilmesiyle başlanabilir. Hasta tutukluların tedavi olmalarını önleyen, keyfi ve hukuksuz tahliyeleri engelleyen idarenin ve gözlem heyetlerinin yetkileri insanileştirilebilir, uluslararası hukuka ve kurallara uygun hale getirilebilir. İdam cezasının yerine ikame edilen özel hükümler, ivedilikle uluslararası hukuka uygun hale getirilip umut hakkı tanınabilir.

Bu süreçte kolay yapılabilecek olan bir başka şey sözünü ettiğiniz resmi olarak yürürlükte olan 10 Temmuz 2014 tarihli 6551 sayılı “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun ve 1 Ekim 2014 tarihinde bu kapsamda yürütülecek Çalışmalara İlişkin Esasları belirleyen Bakanlar Kurulu kararlarının” güncelleştirilmesi, işlevli hale getirilmesi olabilir. Bunlar aynı zamanda Meclis komisyonu ve diğer çalışmalar için bir dayanak olabilir. Bu Meclis odaklı, çoklu ve uluslararası niteliklere uygun çatışma çözümü sürecinin ilk adımı olurken demokratikleşmeye açılan bir pencere de olabilir.

Son olarak önemli bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Cumhur İttifakı partilerinin çok sık olarak kullandığı bir tür tehdit dili, söylemi süreci zehirliyor. Sürecin doğru mecraya yönelmesini daha da zorlaştırıyor. Partiler kendi kitlelerini hedef alan söylemlerinin ve dillerinin, başkalarının yaralarını daha şiddetli kanatmasına yol açıyorsa tutarlılık hızla bunu terk etmeyi emreder.

Bu bağlamda teslim olma ve tasfiye çağrıları geri tepme potansiyeline sahip. Aynı biçimde MHP çevresinde son bir ay içinde yaygın kullanıma sokulan, 1914-1915 Ermeni katliamı hatırlatmaları, “devlet tecrübe edindi” sözleri tüyler ürpertici ve kaygı vericidir.

Barış Vakfı olarak Kürt meselesi ve ülkede barışın sağlanması için çok sayıda çalıştay organize ettiniz. Şimdi “Geçmişin Tecrübesiyle Geleceğe Odaklanmak Çalıştayı” için hazırlanıyorsunuz. Bu çalıştay nasıl bir perspektifle ve içerikle düzenlenecek? Ulaşılmak istenen sonuçlar neler?

Türkiye’nin bir dizi sorunu var. Bunların her birinin birbiriyle güçlü bağı var. Bunları bütünüyle birbirinden kopararak çözmek mümkün değil, Kürt sorunu ve Kürtlerle barış konusu bu sorunların birçoğunu birbirine güçlü bağlarla bağlayan düğümdür. Bu düğümü çözmeye koyulmak Türkiye’nin demokratikleşmesinin kilidini açmaktır.

Barış Vakfı olarak bu çalıştayda, şu an “Devlet Bahçeli süreci” olarak adlandırılabilecek sürecin diyalogdan müzakere geçişini kolaylaştırmaya odaklanan, bizim sivil toplum örgütleri ne türden ve nasıl roller üstlenmeliler ve üstlenebilirler konusunu masaya yatıracağız.

Çalıştayın isminden de anlaşılacağı gibi hiçbir şey sıfırdan başlamıyor. Yerel ve uluslararası oldukça geniş bir tecrübeye sahibiz. Çok sayıda çatışma çözümü ve barış çalışması birikimine sahip akademisyen, gazeteci ve kanaat önderimiz var. Çalıştayı farklı görüşlerden, farklı duyarlıklara sahip geniş bir davetli kitlesiyle gerçekleştireceğiz.

Çalıştay, “Geçmişin Tecrübesiyle Geleceğe Odaklanmak” başlığı altında;

1- Bugünün Türkiye’sinde Barışın Dinamikleri ve Riskleri,

2- Farklı Çatışma Çözümü Deneyimleri,

3- Çatışma Çözümünde Sivil Toplum Kurumlarının Rolü olmak üzere üç alt başlıkta gerçekleşecek.

Sadece barışı, çözümü konuşmanın zeminlerini çoğaltmakla kalmayacağız. Esas olarak barış için yeni bir yol bulmaya veya yaratmaya katkı sunmak ve sivil toplum olarak siyasal taraflar uyarı, teşvik etme görev ve sorumluluğumuzu yerine getireceğiz.

Çoklu çözüm ve barış çalışmasında herkesin, her toplumsal kesimin ve kurumun, kuruluşun kendi farklı rolüne odaklanmaları gerektiği fikri ile hareket ediyoruz. Amacımız barış isteyenlerin sesinin, çatışma ve savaş isteyenlerin sesinden daha çok çıkması, çoğalmasıdır. Barış isteminin toplumsallaşmasıdır.

İlginizi Çekebilir

İsrail ile Hizbullah arasındaki ateşkeste hangi maddeler var?
Şair İlhan Çomak 30 yıl sonra cezaevinden çıktı

Öne Çıkanlar