Amerikan proletaryasının protestosu olarak başlayan 8 Mart, zaman içinde ideolojik kamplaşmanın şiddeti ile sovyet rejiminin bir propaganda aracı haline geldi.
Pek çok tarihi gelişme ile geride bıraktığımız yirminci asır biraz da bu propagandanın karşılıklı oyunları ile geçti. Bugün için Sovyet emperyalizmi ve onun politik icraatları modern bir tiranlığa evrilirken, Amerika ve diğer Batılı güçlerin elindeki düşünce ve sermaye gücü bambaşka bir dünyanın fizibilitesini çıkarmakla meşgul. Kuşkusuz bu meşguliyetin eleştiriye açık çok yönü var.
Ancak Sovyetlerin yaşadığı sosyal, ekonomik ve siyasal çöküşü irdelediğimizde, Batı dünyasının neden hala insanlığın hikayesini yazmaya devam ettiğini kolayca görebiliyoruz. Bu nedenle tüm çağların çözemediği kadın mücadelesini önemli bir güç olarak konumlandırırken, onun yeni dünya düzeni içinde sahip olacağı hukuksal, ekonomik ve düşünsel önceliklerini yeniden yorumlamak gerekiyor.
Günümüzdeki kadın hareketleri farklı performans ve formlarla bu güçlü fenomeni 8 Mart’ın şifreleri ile tanımlamak istese de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nün yaygınlığını, güncelliğini ve kapsamını düşündüğümüzde kadın sorununun ne kadar değişken ve farklı varyantlara sahip olduğunu görüyoruz.
Bu nedenle geçtiğimiz Eylül Ayında BM kadın biriminin yayınladığı « Cinsiyet Eşitliği 2023 Raporu » kadın sorununun gelecekteki mücadele başlıkları, dinamikleri ve temel sorunları açısından önemli bilgilerle doludur. Bu bilgilerin dayandığı gerçeklere göre 8 Mart’ın yerini 25 Kasım’a bırakacağını söyleyebiliriz. Yine raporun neden sonuç kısmına baktığımızda kadın sorununda ciddi kamusal güvenceler olmadan herhangi bir ilerlemenin sağlanamayacağı anlaşılıyor.
Raporun tümünde kamusal otoritelerin ilgisizliği, haklardaki gerilme ve risklerin sebepleri şöyle ; “ Şiddetin artması, iklim değişikliği, yoksulluk, toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların güçlenmesi için bütçe ayrılması, çatışmalardan etkilenen kadın ve kız çocuklarının korunmaya alınması, kız çocuklarının eğitime dahil edilmesi, ücret eşitliği, İşgücüne katılım oranı, ev işinin ücretlendirilmesi” öncelikli olarak sıralanmış. Aynı raporda tüm başlıklarda ortalama bir başarının sağlanması için “360 milyar dolara ihtiyaç duyulduğu ve kısmi iyileşmelerin ancak 2030’a doğru görülebileceği” vurgulanıyor.
Kuşkusuz bu raporu aşan çok daha kötü durumlar söz konusudur. Özellikle 16 Eylül 2022’de İran devlet güçleri tarafından katledilen Kürdistan’lı Jina Amini’nin işkence ile öldürülmesi, şiddetin üretkenliği, totaliter rejimlerin yükselişi, yerel ve bölgesel çapta tırmanan hak ihlalleri mevcut hakların bile yok sayıldığı başlıca örneklerdir. Kürtaj hakkının bile 2024 yılında anayasal güvenceye alınabildiği bir dünyada demokrasi yanlısı kamusal güvencelerin önemi her geçen gün biraz daha elzem hale geliyor.
Bu nedenle Jina’nın ölümü ile 8 Mart’ın ideolojik ölümü gerçekleştiği gibi, evrensel hukuk ve insan haklarını savunan mevcut kamusal düzenin ne kadar işlevsiz olduğunu da gösteriyor. Yeni dünya düzeninde cinsiyet eşitliğine dayalı bir kültürünün yerleşmesi için örgütlenmenin yeterli olmadığını soğuk savaş döneminin tecrübelerinden hatırlıyoruz.
Kadın özgürlüğü kamusal alanın paylaşılması meselesidir ve ancak kamusal garantilerle kalıcı hale gelir.