Her ne kadar haftayı PKK ve Türk egemen yapısının karşılıklı siyasi satrancı ile kapatsak da gündemi belirleme sırası hala Tel Aviv’de. Zira uzun zamandır Ortadoğu’da İsrail’in onayı olmadan yaprak kımıldamıyor ve bu hal her gün yeni realiteler üretiyor.
Hatta bölge devletleri, örgütleri ve kitleleri İsrail’in realite üretme kapasitesi karşısında o kadar tedirginler ki ezelden haritalar, deliller ve ayetler çıkarıp İsrail’in mevcut operasyonlarını ebede doğru bir kaos senaryosu olarak empoze ediyorlar. Bunun devletler katında ve orduların nizamında şansı nedir pek bilinmiyor. Ama Türkiye ile İran’ın İsrail’in yükselişini kendi politik emelleri için bir paravan olarak kullandıkları sır değil.
Türk egemen yapısı kendi emellerini PKK’ye indirgeyip en son Bahçeli üzerinden tokat- teessüf ve tehditle eskisinden daha niteliksiz bir çözümü gündeme taşırken, perde arkasında konuşulan ve korkulan asıl konunun “Bizim Kürtler” olduğudur.
“ Bizim Kürtler” jargonu çoğunlukla Ergenekoncu Yalçın Küçük’e ait olup döneme ve gelişmelere göre derin devletçiler tarafından da dile getirilen teorinin bir parçasıdır. Bazen Garb’a bazen Şark’a karşı kullanılsa da Kürtlerin kendi milliyetine karşı yabancılığını derinleştirmek için özel olarak tasarlandığı ve devletin bekasına göre güncellendiği söylenebilir.
Nihayetinde bu söylem en son milliyetçi Türk hükümeti tarafından İsrail’in sözde “ Arz-ı Mevud “ haritasına karşı dolaşıma sokuldu. Bu nedenle; gizli pazarlıklar, şirinlikler, tehditler, kardeşlikten dem vurmalar, parlamentonun kutsallığı, aracılar, ideolojik satıhlar ve mesajlar birbirini kovalıyor. Süreç nereye gider, kim kazanır, sahneye kimler gelir kimler gider bilinmez ama Kürdistanlıların hem Türk egemen yapısının bayatlamış tarihsel menüsünden hem de bölgesel davetlerden eskisi gibi tat alamadıkları belli oluyor.
Hatta gördüğümüz kadarıyla Kürdistanlılar politikacılarının sessizliğine rağmen, Türk Egemen yapısının kronik kurnazlıkları karşısında ilk kez politik bir vejetaryenliği seçiyor. Tarih ne kadar tekerrür eder, bilinmez ama şu aralar kimi küçük tesadüflere gark olduğu muhakkak.
Savaş, iklim krizi, kadınlara karşı artan ayrımcılık, açlık, göçmenlik, faşizmin yükselişi ve gelir dengesizliğinden arda kalan kısa aralıkta Nobel komitesi 123.kere toplanıp bu yılki Fizik, Kimya, Fizyoloji, Tıp ve Edebiyat ödüllerini almaya hak kazananları açıkladı.
Bu yılki edebiyat ödülü Güney Koreli yazar Han Kang’a gitti. Han Kang, 2016’da Vejetaryen adlı kitabı ile Man Booker ödülünü kazanmış ve bu kitabı ile uluslararası üne kavuşmuştu. Uluslararası Arena’da itibarı en az zedelenen ve öngörüsünü koruyabilen birkaç kurumdan biri olan Nobel komitesinin bu yıl yaptığı edebi seçim fazla heyecan yaratmadı ama Han Kang’ın Nobel’i alan 16. Kadın edebiyatçı ve pasifik kökenli olması eleştirilerin dozunu biraz düşürmüşe benziyor.
Han Kang’ın edebi yolculuğu yabancı yazarların batılı sanat ortamlarındaki klasik hikayesine benzese de Asya’nın kendine has sakinliğini barındırıyor. Vejetaryen ile ünlü gazetelerin ve edebiyat otoritelerinin ilgisini erkenden çeken Han Kang’ın Nobel ödülü alması bu yüzden beklenmedik bir olay değil.
Vejetaryen Ekim 2007’de yayınlandı ve sonraki yıllarda da kendinden söz ettirdi elbette. Kitap Vejetaryen, Moğol Lekesi ve Alev Ağacı adlı üç öyküden oluşuyor. Ancak adından da anlaşıldığı gibi Vejetaryen kapak adı olarak öne çıkan ilk öyküdür. Yonğhe’nin gördüğü bir rüya sonucu et yememesi ile başlayan anlaşmazlıklar ilk etapta klasik vejetaryenlik meselesi gibi gelse de özellikle Alev Ağacı öyküsünde bu seçimin sebepleri farklı açılarla karşımıza çıkıyor. Moğol Lekesi ve Alev Ağacı yazarın konu seçimindeki becerisini desteklerken, Alev Ağacının dönüşümlü tasarısı Vejetaryen öyküsünü daha anlaşılır kılıyor. Her üç öyküde de Vejetaryenlik ana eylem biçimi olsa da Yonğhe karakteri, bireyin özgürlüğünü yaratırken karşılaştığı baskı ve yabancılaşmanın kimi sebeplerini temel alıyor.
Han Kang, elbette başka kitaplarda yazdı ve Nobel ödülünü ülkesine götürmeyi başardı.Nobel’i aldıktan sonra herhangi bir açıklama yapmadı ve ekranlarda da görünmedi. Ancak Sartre’dan sonra ödülü tümden ret edebilecek ikinci kişi olup olmayacağını bilemiyoruz. Bireysel kanaatim ödülünü alacağı ve yazmaya devam edeceğidir. Zira edebiyatta tıpkı diğer bütün bilim ve sanat dalları gibi yüz yıl önceki yer ve yorumlamaların çok ötesinde olduğunu en iyi yazarlar bilir.
İyi okumalar!